SATILIK PAZAR ARABASI


-Bizim zamanımızda….

Hiç zorlanmadan söyleyebiliyorum. Belki sıralı yaşadığımdan her şeyi, belki de keşkelerimin az olmasından ya da yaşama dair eksiğimin olmaması, olanları da kabullenmemden. O nedenle göbeğimden ve beyaz saçımdan da memnunum. Göbek ve beyaz saç övünülecek bir şey değil tabi ki ama kavgalı değilim en azından kendimle. Ayrıca iddia da ederim:

-Kırk altı yaşında ortalama Türk erkeği benim gibi olur. Bakın NTV’de hava durumu sunan adama. Yüzü kırışmış ama vücudu tığ gibi atletik. Bir bana bakın bir de ona. Hangimiz normaliz?

Hatta bu o kadar öyle ki; bir dizide herkes zengin oğullara imrenirken ben babaları rolündeki Çetin Tekindor’a imrenirdim. O nedenle rahatça söyleyebiliyorum; bizim zamanımızda, diye.

Evet, bizim zamanımızda, tabakta yemek bırakılmaz, asla ekmek atılmaz. Hatta daha yaşlı amcalar ve teyzeler sokakta gördükleri ekmek parçalarını öpüp başlarına koyarak çiğnenmeyecek bir yere kaldırırlardı. Nimetti ekmeğin bir başka adı.

Sanıyorum bu yokluk yıllarından gelme bir alışkanlık, bir davranış. Her şeyin kıymetinin bilindiği yıllar. Annemin iştahı pek yoktu. Yediği yemeğin çoğunluğu dökülmesin diye yediklerinden oluşurdu. Benim de göbeğimin yarısı dökülmesin, atılmasın, israf edilmesin diye yediklerimden oluşur.

İlkokula başladığımda babam kurşun kalemi çakısıyla ikiye bölerek vermişti kaybetmeyeyim diye. Yine bu nedenle silgiler cebimize iple bağlanırdı veya boynumuza asılırdı. Şimdi cep telefonu asıldığı gibi. Her şey hemen hemen çok zor elde edilirdi ve kıymeti bilinmeliydi, kaybedilmemeliydi.

Günümüzde artık her şey o kadar zor elde edilmediğinden veya tüketilmesi teşvik edildiğinden olsa gerek ekmeği öpüp başına koyan yok. Ya da bir kenara konmuş karıncaların üşüştüğü ekmek parçaları da.

Alışkanlıkları bırakmak zor, bırakmak isteyen de. Genelde aldığım eşyalarımı severek beğenerek alırım. O nedenle iyi de kullanırım. Geçenlerde düşündüm de bir eşyayı uzun kullanınca ne kadar pahalıya alsan da ucuza geliyor. Hani meşhur “ucuz mal alacak kadar zengin değilim” sözü gibi.

Arabamı çok isteyerek beğenerek aldım. Kullanırken de zevk alırım ve her seferinde de direksiyonunu öper alnımı koyarım. Oğlumla bir şakadır bu aramızda. Bakımını düzenli yaptırsam da bir elinde fısfıs diğerinde bez, akşama kadar arabasını yıkayıp silenlerden değilim ama. Zenith fotoğraf makinem, on dört ekran siyah-beyaz televizyonum benimle birlikte bütün Türkiye’yi dolaşmıştır yirmi yılda. İki-üç yıl önce aldığım dijital fotoğraf makinem düşüp bozulduğunda o kadar üzüldüm ki uzun uğraşlar sonucu yaptırabildim ve hala kullanıyorum. En son gözdem ise kendime sigara parası ödülü olarak aldığım netbookum. O kadar güzel ki her yerde benimle birlikte. Balkonda, yatakta, salonda, gittiğim kafede.

Ne kadar sevsem de sonuçta her eşyanın da bir ömrü var. Zamanı geldiğinde ayrılık kaçınılmaz. Bir eşyayla en dramatik vedalaşmayı ilk arabamı aldığım adamda gördüm. Nezaketen evine kadar sürmesine izin vermiştim. Yol boyunca vedalaştı arabasıyla:

-Sen bunca yıl benim kahrımı çektin, ben ilk sıkıştığımda gözden çıkardım seni, sevgili arabam!

Evet, bazen vedalaşmak gerekiyor eşyamızla. Fakat bu sefer de o ayrılamıyor. Bir türlü ayrılamadığımız iki eşyamız var. Bir çamaşır makinesi, diğeri Pazar arabası. Çamaşır makinesi yirmi yıla dayandı. Arada tamir edilse de artık miadını doldurdu. Çamaşırları yırttığından değiştirme zamanı geldi. Fakat belki birkaç yıldır katalog incelememize ve birkaç bayi ile görüşmemize karşın hala değiştiremedik. Ya biz vedalaşamıyoruz hala çalıştığı için ya da o da gitmek istemediği için hizmete devam ediyor. Evde en çok çalışan, en işe yarayan eşya olduğu halde.

Çamaşır makinesi ile sonuçta pek uzak olmayan bir zamanda vedalaşacağız. Fakat Pazar arabası ile zor. Her seferinde atmayı vedalaşmayı düşünsem de olmuyor. Düşündüm de bu bir vefa duygusu galiba. İşime en çok yarayan bana en fazla yardımcı olan eşyayla vedalaşamıyorum. Çamaşır makinesi nasıl evin en çalışkanı ise Pazar arabası da bana en yardımcı olanı. Ne yaparım o olmasa. O, öğretiyor zaten her seferinde. O kadar yolu dolaştıktan sonra merdivenleri çıkarken anlıyorsun yükünün ne kadar ağır olduğunu. O olmasa ne kadar ağır yük taşıyacağını.

Evet, Pazar arabasıyla vedalaşmaya hazırlandığım, bunun için bahane aradığım bir günde, pazarda arabanın tekerleği kırıldı. Yani tavsiye etmem kimseye bu durumu. Araba olmasa içindekileri iki ele bölüştürüp taşıyabilirsiniz. Fakat kırık tekerli bir arabayı tek elle taşımak zor, iki elle taşımak ise çok biçimsiz.

Artık veda zamanı geldi. Şimdi, içindekileri alsam arabayı oracığa bıraksam olmaz. En iyisi pazarın çıkışına kadar gideyim. Belki yenisini alırım, içindekileri yeniye doldururum, bunu da oraya bırakırım. Sonuçta her iyi şey, iyi bir vedalaşmayı hak eder.

Tekeri kırılmış arabayla yürümenin bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Bir satıcıya:

-Tekeri kırıldı, ben yenisini alıp geleyim, burada dursa olur mu?

-Abi neden yenisini alacaksın ki, az ileride yeni teker taktır, beş yıl daha kullan.

-Epeydir kullandık, artık yenisini alayım, dursun burada.

-Paran çok galiba, taktır bir teker, yazık değil mi parana?

Bunu diyen de bir başka satıcı. Ne oldu bu satıcılara böyle? Devamlı vatandaşı kazıklayan, çürük domatesi araya sokuşturan pazarcı esnafı gitmiş yerine benim paramı koruyan, kollayan bir esnaf gelmiş. Baktım arabamı bu haliyle yanında isteyen yok, bin bir güçlükle ilerledim. Hani bir deyim vardır, arabasını park edecek yer bulamayanlar için:

-Araba sırtıma bindi, diye.

Pazar arabam kırık tekeri ile tam anlamıyla sırtıma binmişti. Taşımak zor olduğundan görenin de dikkatini çekiyordu. Birkaç pazarcı daha söylediler:

-İleride bir teker taktır!

Bir çıkabilsem şu pazardan, biliyorum ben yapacağımı. Nihayet pazarın çıkışında gördüm tamirciyi. Ben yeni araba da satıyor sanmıştım meğer sadece tamir ediyormuş. Yeni arabalar pazarın diğer ucunda satılıyormuş.

-Abi sen içindekileri şuraya boşalt, ben bir teker takayım sonra sen ne yaparsan yap. Hangisinden olsun, üç liralık mı beş liralık mı?

Bunca hizmeti var bana üç liralık teker olur mu hiç.

-Beş liralık olsun.

Bu halde pazarın diğer ucuna gitmeyi göze alamadığımdan teker taktırayım eve varınca atar yenisini alırım diye düşündüm. Beş liraya arabam yeni tekerlerine kavuştu. Öyle güzel ve hızlı da gidiyor ki mübarek, yağ gibi.

Eve varınca düşündüm ki hala iş görüyor, hızlandı da yeni tekerleriyle, gittiği kadar gitsin bakalım.

Evet, Sevgili Pazar arabam, bunca yıl kahrımı çektin hala çekiyorsun. Ekmek istemezsin aş istemezsin. Anladığım kadarıyla sen de benden memnunsun ve bırakmak istemiyorsun. Ama beni bir daha bırakırsan yolda, bu sefer ya çöpe atarım ya da veririm bir ilan:

-Müfettişten satılık Pazar arabası!

Hiç yorum yok: