İKİ LAFIN BELİNİ KIRMAK

Berberde beklemekten nefret ederim. O nedenle müşterisi olmayan berbere giderim. Önünden geçtiğim berberde kimse yoksa hemen otururum. Benim için en iyi berber müşterisi olmayan berberdir.

İkinci nefret ettiğim ise berberde konuşmak, dinlemek. Berber bir-iki laf atar baktı istemiyorum keser. Bazısı ise birkaç defa gitmemden (müşterisi olmadığından gidiyorum halbuki) cesaret alarak başlar konuşmaya.

İnsanın kendini en aciz hissettiği yerler, bir dişçi koltuğu, iki berber koltuğu. Adamın elinde ustura veya neyse o dişçilerin beş bin devirli makineleri, kızdırmaya gelmez. O nedenle berber başladı mı anlatmaya, dinleyeceksin çare yok.(Allahtan diş hekimlerinin ağzında maske oluyor da konuşamıyorlar pek)

Efendim, berber başladı anlatmaya. Konu berberlerin sorunları. Çıraklık eğitiminden başladı, en son berberlerin dinlenme tesislerinin olmamasına kadar vardı. Arada onaylatmayı da ihmal etmedi, ustura gücüyle:

-Haksız mıyım abi?

-Haklısın ya da kafa sallama…

Sonunda tıraş bitti, berberin de bir saat süren nutku da. Arada coştuğu ve makası bıraktığı için bu kadar uzun sürdü. Yine sordu:

-Haksız mıyım abi?

-Vallahi haklısın da sen bu konuşmayı berberler odası kongresinde yapsan kesin başkan seçilirsin. Bir bakana söylesen bütün sorunlarınız çözülür. Bana anlatıyorsun ki beyhude. Kısacası konuşman güzeldi ama yapıldığı yer yanlıştı.

Evet, güzel konuşmak yetmez, yerinde, zamanında ve doğru yerde doğru kişiye yapmak gerekir. Ancak o zaman bir işe yarar amacına ulaşır.

***

Mesleğimizin başında hayal kırıklığına uğradık. Sözleşmeli başlamıştık mecburen fakat diğer sözleşmeliler, kadrolu aldıkları maaşın üç katı, iki katı maaş alırken biz kadrolu almamız gereken maaşın beşte ikisini almaktaydık. Maaş belirleme yetkisini elinde bulunduranlar, mesleklere karşı kızgınlık ve önyargılarına göre belirlemişlerdi maaşları. Bizden önceki meslektaşlarımız kadrolu olduklarından onlar için sorun yoktu. Bizim ise seçeneğimiz yoktu.

Anlattığımız herkes hak vermekle birlikte değişen bir şey yoktu. Yıllık mesleki toplantımızda da kimse dile getirmeyince söz istedim. Çünkü sorunumuzu çözebilecek kişiler de ön sıralarda oturmaktaydı. Derdimizi şimdi söylemezsek bir yıl daha beklememiz gerekecekti.

Bizim meslekte de her şey kurallı, sıralı. İlk üç yılında da öyle pek konuşulmaz. Sıranı- yerini bileceksin. O nedenle oturum başkanı amirimiz önceleri görmezden geldi bu densizliğimi. Sonra baktı ki ısrarlıyım:

-Genç arkadaşımız ısrarlı bir şekilde söz istiyor, buyrun.(Bu densizliğinin hesabını sonra sormak üzere)

Ben dilim döndüğünce derdimizi anlatmaya çalıştım ama açıkçası anlattığımla kaldım. Başka üzerinde konuşan olmadı ve konu değişti.

Ara verildiğinde tuvalete gitmiştim. Ellerimi yıkarken mesleğimizin duayenlerinden biri girdi içeriye. Etrafına bakındıktan ve kimse olmadığından emin olduktan sonra:

-Tebrik ederim, çok güzel bir konuşmaydı.

Evet, mesleğimizin duayeni, bizim eğitim seminerlerinde ders veren, sınav komisyonlarında görev alan meslektaşımız kimsenin olmadığından emin olduktan sonra kutlayabiliyordu beni. Nasıl bir konuşmaysa artık, tebrik edeni bu kadar korkutan konuşma, konuşanı ne yapardı kimbilir. Ürperdim birden, Allah yardımcım olsun.

***

 Evet, konuşmayı yerinde, sorunu çözecek kişilere yapmak çok tehlikeliydi. Daha sonraları katıldığım toplantılarda, görüşmelerde de gördüm bunu.

-Bunu dillendirmeyin isterseniz.

Toplantı yapılıyordu ancak konuşan yoktu. Beyefendi ne düşünüyor bu konuda? Öğrenilmesi yeterliydi, toplantı amacına ulaşıyordu. Gerisi teferruattı. Örneğin, toplu sözleşmelerde de şahit oldum. Sendika başkanı ile genel müdür anlaşıyor. Ücret zaten hükümet tarafından belirlendiği için masada yoktu. Diğer konular da da iki heyetin başkanları anlaşmıştı. Gerisi teferruattı. Masada tam karşımda oturan bölge başkanı ile yanındaki bölge başkanı bütün toplantı boyunca sert bir muhalefet yaptılar. Ben şahidim. Çünkü sadece ben duydum dediklerini. Genel başkanları duysa iyi olmazdı çünkü.

Siyaset de öyle değil mi?  En büyük yalan; yetkili kurullarımızda görüşeceğiz. Parti kongrelerinde yetkili kurul listesini hazırlayan lider, milletvekili, belediye başkanlarını, meclis üyeleri adaylarını seçen lider, il-ilçe başkanlarını yönetimlerini görevden alan, yerine yenisini seçen lider. Allah aşkına koalisyon gibi ya da anayasa ve yasa değişikliklerini yetkili kurullara götürmeye ne gerek var ki. Ya da ne anlamı?

***

Bir kendince uzman konuşuyor televizyonda. “Gel iki laf edelim”, sadece bizde varmış. Başka ülkelerde “gel balığa gidelim”, “sinemaya gidelim”, “müze gezelim” varmış. Başka milletler bizim gibi sadece konuşmazlarmış. Çalışkanlarmış, bir şey yaparken konuşurlarmış. Bir amaçları varmış, hedefleri varmış. Biz sadece konuşmayı severmişiz.Tembelmişiz.

Yukarıda anlattım. Konuşmayı yanlış yerde yapmak bir işe yaramıyor. Doğru yerde doğru zamanda doğru kişiye yapmak da tehlikeli. O zaman ne kalıyor geriye? İki lafın belini kırmak. Başka ne yapsın millet?


Hiç yorum yok: