HAKKINIZI ARAYIN



Otuz beş yıldır yollardayım. Yollarda ve otobüslerde çok şey değişti, ancak otobüs işletmecilerinin yolcuya bakışı değişmedi. Otobüsler neredeyse havada gidecek ama bizim otobüs işletmecileri hala saatinde hareket etmeyi bir türlü beceremedikleri gibi aynı koltuğu iki-üç kişiye satmaya devam ediyorlar. Bireysel tek-tük tepkiler de sonucu değiştirmiyor.

Yaklaşık onbeş yıl öncesi. Cumhuriyet Bayramı cumaya rastlamış, üç-buçuk gün tatil var. Yoğunluk olacağını tahmin ettiğimden bir hafta öncesinden aldım biletimi.

Hareket saatinde perondaki yerimi aldım. Otobüs yoğun günlerde olduğu üzere bir saat sonra geldi. Biletimde yazan koltuk numarasına vardığımda birini oturur buldum. Yine diğer yolculardan da bir kaçı koltuk numaralarında başka yolcuların oturduğunu gördüler. Aklımda kalan bir başka detay ise çift katlı otobüsümüzde olmayan bir numaranın da satılmış olmasıydı.

-Bu otobüste altmış numara yok kardeşim, dedi muavin.

Şoför ve muavin, suçu yazıhaneye atarak, geç kalıyoruz bahanesiyle indirdiler bizi otobüsten. Yazıhanedekiler ise pişkinlikle bir sonraki otobüse bindirmeyi ya da bilet paramızı iade etmeyi önerdiler.

O kızgınlıkla bu işe bakan bir yetkili vardır umuduyla polis kulübesine gittim. Hiç huyum olmadığı halde mecburiyetten kimliğimi gösterdim polise ve durumu anlattım.

-Zabıta bakıyor bu işe beyefendi, denilerek uğurlandım polis noktasından. Hiç olmazsa bir bakan var bu işe, diye sevinerek zabıtaya gittim. Önce kimliğimi gösterdim ve şikayetimi anlattım. 

Otobüste koltuğu satılan veya olmayan koltuğa bilet kesilen yolcu çoktu ancak zabıtaya benden başka başvuran yoktu. Diğerleri kaderine razı olmuş yeni otobüs peşindeydi anlaşılan.

Zabıta Memurları, derhal çıkış yapmakta olan otobüsü durdurdular. Şoför ve muavini indirdiler ve kısaca durumu anlattılar. Çoktandır yolda olan yolcular otobüsteyken de kavga ettiğim için beni tanıdılar ve otobüsü durdurmama tepki gösterdiler. Birinin sesi hala kulaklarımdadır:

-Vazgeçmedi adam yahu!

Evet vazgeçmeye niyetim yoktu.

Otobüs yazıhanesinde tutanak tutulurken yazıhane görevlilerinden ikisi pişkinliklerine devam ettiler ve neredeyse dövmeye kalktılar beni. Yazıhane sahibi işin ciddiyetini anladığından onları susturdu. Tutanak düzenlendi ancak zabıtaların yazıhane sahibine kaş-göz işareti yapmaları ve istememe rağmen tutanaktan bir örnek vermemeleri nedeniyle işin bir sonuca varacağından şüpheliydim. Sonra firmadan bilet paramı alarak saatler sonra başka bir otobüsle evime dönebildim.

Olayı anlattığım arkadaşlar da otobüs firmasının büyük bir firma olması, hatta sahibinin meclis üyesi olması nedeniyle sonuç almamın olanaksız olduğunu söylediler.

Bayram sonrası döndükten sonra belediyeden bir tanıdığa sordum tutanağı. Ertesi gün aradı tanıdık. Belediye Meclisi, oniki bilet bedeli otobüse, oniki bilet bedeli de yazıhaneye ceza kesmişti.

Bu ceza hızımı kesmemişti. O şehrin yerel gazetesinde çalışan gazeteci arkadaşıma anlattım olayı. Gazetenin tüketici köşesinde bir karikatür eşliğinde yarım sayfa yayınlandı başımdan geçenler.

****

Nihayet o gün geldi. Benim bir alışkanlığım var. Yaşamın sürekli zor yüzüyle karşılaştığımdan mıdır nedir sürekli yaşamın bir sonraki evresine hazırlanmakla geçiririm o anımı. O anda değilimdir genelde. O anda daha önce hazırlandığım bir rutini yaşıyorumdur.

Ne kadar hazırlanmaya, ne kadar öngörmeye çalışsam da beklenmedik sorunlarla karşı karşıya bulurum kendimi. Evet o gün gelmişti. Öğrenci velisiydim artık. Nasıl çocuk yetiştirilir kitapları çoktan okunmuş, daha önce veli olan arkadaşların sohbetlerine kulak kabartılmış ve o gün gelmişti.

Komşumun müdür yardımcısı olduğu okul en iyi okuldu yaptığım araştırmaya göre ve oraya yazdırmıştım çocuğu.

Önceden izin alınmış, çocuğun kılık-kıyafeti de tamam. Okulda yerimizi aldık. Öğrenci Veliliği ev kadınlığının bir sonraki aşaması olduğundan benden başka bir-iki baba daha var.Genelde anneler gelmiş.

Çocuklar sınıfa alındığında aldık acı haberi.Öğretmenleri yoktu. Öğretmen emekli olmuştu, yerine gelecek olan da tayin olup göreve başlayana dek stajyer öğrenciler ve bir başka öğretmen oyalayacaktı çocukları.

Çocuklar sınıfta, biz bahçede yerlerimizi aldık. Çocuklar sınıftayken biz de çare aramaya başladık. Hepimiz o güne hazırlanmıştık, okul yönetiminin dediği gibi de beklemeye niyetimiz yoktu.

Ben tek başıma okulun bahçesinde otururken toplu halde konuşmakta olan kadın gurubundan biri yanıma geldi.

-Abi sen mühim birine benziyorsun, bari sen bir şeyler yap, dedi.

Ben kendime baktığımda; kot, tişört, birkaç günlük sakalla bahçede bir taşın üzerinde oturan biri olarak kendimde “mühim adamlık” göremesem de, madem öyleydim, beni tutana aşk olsun artık.

Bu arada müdür yardımcısı komşumdan acı bir haber de aldım. Okul sıralı bir okuldu ve normalde sıraya girmiş tecrübeli bir öğretmen gelmesi gerekirken, bir-kaç yıllık ve eğitim fakültesi mezunu olmayan birkaç yıllık bir öğretmen atanmak üzereydi parti ilçe başkanının torpillisi.

Bunu bana ve çocuğuma yapamazlardı. Ne de olsa mühim adamdım. Derhal harekete geçtim. Okul müdüründen başladığım telefon turu vali yardımcısında son buldu.

Kendilerine okulun sıralı okul olduğunu, sıraya girmemiş bir öğretmen atanması durumunda bunda şaibe arayacağımı, bu aramayı da milli eğitim bakanlığı, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı, Avrupa insan hakları mahkemesi nezdinde yürüteceğimi belirttim.

Şakamın olmadığını belirtmek için de yazışma kurallarına uygun bir dilekçe yazarak ilgili makamlara gönderdim. Bir yandan da okul bahçesinde nöbet halindeki diğer velilere de bilgi verdim. Yazdığım örnek dilekçeyi verdiğim faks numaralarına göndermelerini istedim.

Bu kadar telefon görüşmesini bir öğrenci velisi olarak nasıl yapabildiğimi sorarsanız gürültü sayesinde derim. Ülkemizde “mühim adamlık” çıkarılan gürültü ile ölçülür. Yoksa sekreter duvarını asla aşamazsınız.

Bir sekreterimiz vardı o zamanlar. İstediğiniz telefonu bağlarken öyle gürültü çıkarırdı ki; karşınızdaki hazır ol da beklerdi adeta. Hatta birinde unutamadığım bir konuşma olmuştu.Bu gazla.Konuşmaya çalıştığım bir yetkilinin sekreteri:

-Efendim müdürümüz yok, biz yardımcı olalım,

-Siz öğretmen atamaya yetkili misiniz?

-Hayır.

-O zaman çık aradan!

Bu konuşma üzerine müdürü karşımda bulmuştum.

Sonuçta çabalarımız boşa gitmedi ve okula yirmialtı yıllık çok iyi bir öğretmen atandı. Beş yıl okuttu çocuklarımızı ve emekli oldu.

Bir ara vilayetten üzeri silme pul sarı bir zarf aldım iadeli taahhütlü. Çocuğun okuluna öğretmen atandığını bildiriyordu.

***

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Görünmeyenlerin görünenler üzerinde etkisi büyüktür. Özellikle kamu kurumlarında, kurumun faaliyetleri ile ilgili sektörde çalışan firmalar doğrudan bu firmalardan beslenir. Kurumların alacağı tavra göre ya batarlar ya çıkarlar. O nedenle iş yaptıkları kurumlara yönetici atanmasından, yasa, yönetmelik değişikliklerine kadar söz sahibi olmaya çalışırlar.

Okullarda da öyledir ve belki de en etkili oldukları kurumlardır. Okul kıyafetleri, kitapları seçimi bu firmaları yakından ilgilendirir. Yardımcı kitap, dergi seçimi üzerine bir çok şaibe dolaşır o nedenle.

Bir gün çocuğun ders kitaplarının ciltlerinin dağıldığını gördüm. Okul açılalı daha onbeş gün bile olmamıştı ve bu kitaplarla ders yılının bitmesi zor görünüyordu. Oğlum, öğretmenimiz kitapların değiştirilmesini istedi fakat değiştirilmedi, dedi.

O zamanlar ders kitapları ücretsiz dağıtılmıyordu. Okul yönetiminin belirlediği kitaplar alınıyordu. Öğretmen kitapların değiştirilmesini istemiş, fakat sonuç alamamış. Israr etmesi halinde ise öğretmenin okul yönetimi ve yayınevini karşısına almış olacaktı. Sonuçta öğretmeni soruşturma, yer değişikliği bekliyordu. O nedenle bu konuyu vazife edindim. Sekreterimin çıkardığı gürültü eşliğinde önce okul müdürünü aradım. Kitapların değiştirilmesini, aksi halde gelecek yıl da aynı yayınevinin kitaplarının tavsiye edilmesi halinde bunda şaibe arayacağımı ve yetkili mercilere durumu bildireceğimi söyledim.

Durumun vahametini anlayan okul müdürü kendisinin bir şey yapamayacağını, bu nedenle yayınevini aramam gerektiğini söyledi. İlaveten yayınevi yetkilisinin telefon numarasını verdi. Yayınevi yetkilisine derhal kitapların değiştirilmesini, aksi halde gelecek yıl okula yayınevinin kitaplarının girmesi halinde şikayet edeceğimi söyledim. Binyediyüz öğrencinin okuduğu bir okulu gözden çıkaramayan yayınevi yetkilisi, kitapların basımının aceleye geldiğini, yapışkanlarının az olması nedeniyle kitapların dağıldığını itiraf etti. Bir yandan da yardımcı ders kitapları hususunda rakip yayınevlerinin yaptıklarını anlattı ve bu işe de el atmamı söyledi.

Arkadan da basit çözümü söyledi. Sizin kitapları değiştirelim, dedi. Ben bütün okulun kitaplarının değiştirilmesini istediysem de sınıfın kitaplarının değiştirilmesi konusunda anlaştık.

Ertesi günü sınıfa yayınevince kolilerle yeni kitaplar getirilerek değiştirilmiş. Yeni kitaplar bütün yıl dağılmadan kullanıldı.

****
Sorunun büyüğü küçüğü olmaz. Hak aramanın da. Adam sen de, bununla mı uğraşıyorsun, laflarını sık sık duyarız. Önemli olan sorunun büyüğü küçüğü değil, onlar karşısında alınan tavırdır.

O küçük mesele, bununla mı uğraşıyorsun diye diye reflekslerimiz kaybolur, tencerede kaynar suyun içindeki kurbağa gibi bir zaman sonra isteseniz de hareket edemezsiniz.

Yıllar önce kiraladığımız yazlıktayız. Yazlıkta her şey var. Su aldığımız sitenin marketi kırık damacanayı bize vermiş kaşla göz arasında. Fakat inkar ediyor, siz kırdınız damacanayı diyor.

Şimdi, damacananın parasını ödeyebilirim çok önemli bir meblağ değil. Kırık damacanayı bırakabilirim yazlık sahibine ki bir daha beni bulup sitem etme olasılığı asla yok. Bu nedenle benim aile, yazlığı birlikte kiraladığımız arkadaşlar hepsi birden ısrarla bu işe karışma, sana ne diyorlar.

Ben ise reflekslerimin derdindeyim. Anlaşıldı ki marketçi suçunu kabul etmeyecek. Geriye kaba kuvvet seçeneği kalmış ki onu da ben istemiyorum, sonuç alınacağı da şüpheli zaten bu şekilde.

Bir gün sitenin havuzunda güneşlenirken bir site sakininden site yönetiminin değiştiğini, yeni yönetimin çok iyi olduğunu işlerle ilgilendiklerini duymuştum. Zaten sitenin çevre düzeni ve temizliği, havuzunun bakımlı olması da bunu teyit ediyordu.

Aynı zamanda site çalışanı olan marketçiye, kendisini şikayet edeceğimi, site yöneticisinin evini söylemesini istedim. Alaylı bir şekilde verdi yöneticinin adresini.

Site yöneticisinin kapısını çaldım geç vakit. O saatte rahatsız ettiğim için özür diledikten sonra aslında küçük bir mesele olduğunu ancak benim için önemli olduğunu, ev sahibine kırık damacana bırakmak istemediğimi, site çalışanları hakkında bilgi sahibi olmalarını istediğimi, sitede gördüğüm tertip düzen nedeniyle yönetimin bu basit konuyla da ilgileneceğini düşündüğümü, bu nedenle geldiğimi söyledim.

Bir sorunda insanın kendi gibi düşünen biriyle karşılaşmasının ayrı bir zevki vardır. Yönetici büyük bir ciddiyetle beni dinledi ve o kişi hakkında başka şikayetler de aldığını bu nedenle konuyla ilgileneceğini söyleyerek beni uğurladı.

Döndüğümde hala yanlış yaptığım yaptığımı düşünen eşim ve arkadaşlara derdimi anlatmaya çalışırken gecenin onbiri olmasına rağmen giyinmiş halde markete doğru gitmekte olan yönetici bizi selamladı eliyle.

Ertesi günü sabah marketçi elinde damacanalarının en yeni olanıyla çaldı kapımızı. Eski ukalalığından da eser kalmamıştı.

****
Dışarıdayım. Hafta sonu. Cuma akşamından beri bekçiye günaydın, iyi akşamlar demek dışında kimseyle konuşmamışım.

Moralimi düzeltmek için kendimi ödüllendirmeye karar verdim. Giyindim, şehrin dışarıdan gördüğüm ve methini duyduğum en güzel lokantasında kendime bir ziyafet çekmek niyetiyle çıktım.
Bir güzel yemeğimi yedim, yemekler çok güzeldi, hiçbir şeyin canımı sıkmasını istemediğimden hesap da umurumda değildi. Ne gelirse ödemeye hazırdım. Hesabı öderken genelde pek ayrıntıya dikkat etmem ama gözüm karpuzun fiyatına takıldı.

Kasiyerlik günlerimden tecrübemdir. Genelde salata meyve gibi şeylerin fiyatı ana yemeğin dörtte biri civarında olurdu. Oysa gelen hesapta bir dilim karpuzun fiyatı ızgaraya yakındı. Garsona söyledim. O da kasiyere gitti. Garsonla gelen kasiyer, klasik itirazlara söylediği cümlesini söyledi:

-Paran yoksa niye geldin?

Ben de hesaba itiraz etmediğimi, sadece karpuzun fiyatına itiraz ettiğimi, karpuzun fiyatının ızgaranın dörtte birini geçemeyeceğini, ya karpuzun ya da ızgaranın fiyatının yanlış olduğunu söyledim.

Gürültüye gelen restoran sahibine de durumu anlattım. Patron kasiyere ne yapıyorsun sen, öde çabuk beyefendinin parasını, dedi.

Kasiyer bir yandan fazla aldığı parayı iade ederken bir yandan da söylendi:

-Abi yazıyoruz ya devamlı karpuza beş-on!

****
On-line bankacılık yeni başlamış.İnsanlar kolaylığa alıştırıldıktan sonra bedeli alınmaya başlamış. Havale ücreti.

Yeni evlenmişim, bir sürü borç.Mobilyacı, beyaz eşyacı vs. Aybaşında her birine havale, her havaleye de havale ücreti. Kalan parayı da kendi hesabıma yatırayım dedim. Ona da havale ücreti.

Habire reklamlarında paranızı bize yatırın diyen bankalar, iş parayı yatırmaya gelince ücret talep ediyorlar. Nedeni hesabın başka şubede olması. Görev nedeniyle sürekli başka şehirlerde bulunduğumdan havale ücretinden batacaktım neredeyse.

Masraf tamam da masrafın içinde yer aşan bir unsuru var ki gerçek masrafın iki katı. Komisyon. Banka parayı hesabınıza yatırdığınız için sizden komisyon alıyordu. İşlemi yapan memura neden masraf aldıklarını sordum.

-Her hizmetin bedeli vardır beyefendi, dedi.

Ben de hizmet bedeline itiraz etmediğimi, sadece alınan komisyona itiraz ettiğimi söyledim. Sonuç değişmedi.

Bir gazetenin tüketici köşesine de yazdım. Gazetenin ulaştığı yetkili de aynı yanıtı vermiş:

-Her hizmetin bir bedeli vardır!

Tepki olarak o bankadan hesabımı kapattım, başka bankada açtım.

Sonra ne mi oldu? Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!

Hiç yorum yok: