EVLENME PROGRAMLARI FİNAL Mİ YAPIYOR?

Geçen gün Sevgili Arkadaşım Muhterem Durmuş, Facebook’ta “evlenme programlarında bütün kış nazlanan kız ve erkekler birbirini beğenmeye başladı , bunu baharın gelmesine yoruyor hanım” diye yazınca alıcı gözle izlemeye başladım evlenme programlarını.

Gerçekten de yenge hanımın dediği gibi, bütün kış birbirini beğenmeyen/nazlanan/bir barışıp bir ayrılan “meşhur çiftlerimiz” hareketlenmiş. Tekrar tekrar sahneye çağrılıp araları yapılmaya çalışılıyor. Bu arada programlara yeni talipliler ve dramatik hikayeleri çıkarılmadığı gibi “başrolde olmayan” adaylar da seyirci durumunda. Hatta programların uzman konukları bile sessizliğe bürünmüş halde.

Bu durum dizilerin sezon finallerini aklıma getirdi. Genelde diziler bir patlama ve kaza ile sezon finali yaparlar ki, yeni sezon için anlaşılamayan veya kapris yapan oyuncular ayıklanabilsinler. Diziden ayrılması gereken oyuncu yeni sezonda ölmüş olur, devam edecekler oyuncular da masada patlayan bombadan bile yaralı kurtulmayı başarırlar.

Evlenme programlarındaki bu ani hareketlilik, bende sezon finali beklentisi yarattı. Herhalde programdaki “başrol oyuncular” bir şekilde evlendirilip/nişanlandırılıp programdan gönderilecekler. Zira biz de bıktık kendilerinden, muhtemelen onlar da bizden. Yeni sezon da yeni başrol oyuncuları ile başlayacak gibi.

Söylediklerim komplo mu gerçek mi, gelecek sezonu bekleyip göreceğiz!


www.karakoyunlar.com

MURO’DAN PAŞA OLUR MU?

Muro, Kurtlar Vadisi dizisinin akılda kalan karakterlerinden biriydi. Kendisine, kısaca “sevimli şehir teröristi” diyebiliriz.

O nasıl oluyor derseniz, onu da Kurtlar Vadisi yapımcılarına sorun derim. Murat 124 arabası ve saf iki elemanı ile “içindeki lanet olası insan sevgisi” nedeniyle kötülük yapamayan bir “başgan”dı o.

Karakteri canlandıran Mustafa Üstündağ o kadar başarılıydı ki, öğrendiğim kadarıyla, sonradan kendisine “Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine” adlı ayrı film bile yapılmış.

Bugünlerde de Muhteşem Yüzyıl-Kösem dizisinde paşa rolünde izliyoruz kendisini . Hem de ne paşa, hem vezir-i sani olmuş hem de dün akşam da I.Ahmet’in kız kardeşi ile evlenerek saraya damat bile oldu.Bu sayede ileride  Sadrazam Kara Davut Paşa bile olacakmış.

Oyuncular için role girmek ve rolden çıkmak zor diyorlar. Kurtlar Vadisi dizisinde Çakır’ı oynayan Oktay Kaynarca’yı geçen bir mafya babası cenazesinde görünce hala rolden çıkamadığını görüyoruz. Daha önce yazdığım gibi Beren Saat ve Hülya Avşar da role giremediler bir türlü.

Mustafa Üstündağ ise oyunculuğu ile Kafamdaki “Muro’dan paşa olur mu” sorusunu çoktan atmama neden olduğu gibi her hafta heyecanla oyunun merak ettiğim oyuncular arasına girdi.

Gerçek oyunculuk bu olsa gerek.


Tebrikler Mustafa Üstündağ… 

İDOLÜM ŞADUMAN TEYZE!

Eskiden bir yerlere gelmek, sınıf atlamak veya en azından bunların hayalini kurmak sesi ve fiziği güzel olanlara mahsus bir şeydi.

Amerikan filmleri sayesinde bunlara sesi ve fiziği güzel olmayan ancak güzel kurabiye yapabilen ev kadınları da eklendi.

Bu kadınların yaptıkları güzel kurabiyeler tesadüfen keşfediliyordu ve ev kadınları da bu sayede para kazanıyor, hatta kurdukları kurabiye dükkanları zinciri ile hayatlarını değiştirebiliyorlardı.

Zaman geçti. Nihayet bizim gibi sesi ve fiziği ile bir yere gelme hayali kuramayanlara da gün doğdu.

Kimin sayesinde? Tabi ki Şaduman Teyze sayesinde.

Artık sesi ve fiziği güzel olmayan, yaşını başını almış ev kadınlarına da meşhur olma, fikir ve görüşlerini ifade etme olanağı doğdu.

Ne yapıyor Şaduman Teyze? Evlenme programında hem de yarışmacı dahi olmadan adaylar üzerinde değerli fikirlerini ve yaşam tecrübelerini stüdyodaki ve ekran başındaki milyonlara aktarıyor.

Aynı zaman da benim gibi meşhur olma, milyonlara fikir ve tecrübelerini aktarma trenini kaçırmış olanlara da yol gösteriyor.

Evet, Şaduman Teyze meşhurlardan sık duyduğumuz “ben fiziğimle değil sanatımla anılmak istiyorum” sözünün ete-kemiğe bürünmüş hali.


Yine meşhurlardan duyduğumuz “ben kalıcı olmak istiyorum” sözünü de yerine getirebilecek mi onu da zaman gösterecek.   

www.karakoyunlar.com

ZIRHLA KAPLANMIŞ BİR ÜLKE!

Zırhı yadsımıyorum; çatışmanın ve tehlikenin olduğu her yerde korunmak için zırha bürünmek doğal. Tarihi filmlerde de görüyoruz ki zırh eskiden beri kullanılan bir şey.

Bizde önce tanklar zırhla kaplandı, sonra askerler. Çelik yelek, çelik miğfer vs.

Karakollar saldırıya uğradı kalekollar yapıldı.

Polis Karakolları  saldırıya uğradı, geçen öğrendim ki Emniyet Genel Müdürlüğü binlerce kurşun geçirmez nöbetçi kulübesi yaptırmış.

Polis arabaları, tomalar ve Kirpiler de zırhlı.

Hendek kapatmaya giden kepçeler saldırıya uğrayıp kayıplar verilince, kepçeler de zırhla kaplandı.

Ardından yaralıları almaya giden ambulanslar da zırha büründü.

Bugün Başbakan  Yardımcısının yaptığı açıklamaya göre, Işid füzelerine hedef olan Kilis’e de zırhlı ambulanslar gönderilecekmiş.

Yani, Kilis’li evinde güvende değil ancak eğer yaralı kurtulursa zırhlı ambulansla güvenle hastaneye götürülecek. Fakat hastaneye füze gelirse ne olur orası belli değil.

Ayrıca anlaşıldı ki ülkemiz füzelere karşı NATO’nun gönderdiği patriotlarla, hava saldırılarına karşı da her türlü koruma altında olmasına karşın katyuşalara karşı korumasız. Bu nedenle Kilis’in üzerinin de zırhlı çatı ile kapanması yakındır.

Bu arada Ankaragücü-Amedspor maçında şeref tribünündeki Amedspor yöneticilerinin on dakika boyunca dövülerek hastanelik olduklarını öğrenince aklıma bir soru takıldı:

-Güneydoğuda yaşanan çatışmalar, gelen şehitler ve Valinin gözünün önünde dövülen yöneticilerden sonra sürekli kan kaybeden kardeşliğimiz, birliğimiz ve bütünlüğümüzü nasıl korunacak?


Bütün ülkeyi zırhla kaplayarak mı? 

MOBİLYACI AMA KÖFTESİ MEŞHUR!

Mobilyacı diyerek haksızlık etmiş olmayayım da ne diyeceğimi de bilemedim açıkçası. Bahse konu yer, mobilya, ev tekstili ve ev aletlerinin toplu olarak bulunduğu bir mağazalar zinciri. Dünyanın muhtelif yerlerinde üretilmiş ürünleri yine dünyanın muhtelif yerlerinde satıyorlar.
Mağazaya girdiğinizde, mağazanın yerli olmadığını bütün mobilya ünitelerindeki kitapların ağırlığından hissediyorsunuz. Bizim yerli mobilya dizaynı daha çok bardak çanak teşhirine dönük bunlarınki kitap.
Evet, mağazaya giriyorsunuz ama öyle hemen çıkamıyorsunuz. Zira öyle bir dizaynı var ki, mağazanın  her yerini gezmeden çıkamıyorsunuz.  “Ben sehpa bakacaktım” diyebileceğiniz bir yer değil burası.
Uzun bir turdan sonra mağazayı gezmeyi bitiriyorsunuz ve sizi çıkmadan mağazanın yemek bölümü karşılıyor. Yorgunluktan ve de çoluk-çocuğun zırlamaları yüzünden mecbursunuz zaten oraya da uğramaya.
Diyelim uğramadınız, o zaman da konu komşunun “şekerim İsveç Köftesi bir harika değil mi?” sorularına ne cevap vereceksiniz.
Ama adamları takdir ediyorum; hadi bizim gibi ağaç ürünleri cenneti bir ülkede mobilya satıyorsun farklı dizaynın sayesinde, onu anladık da köfte nereden çıktı birader?
Yani, sen ta oralardan gel ve bizim İnegöl,Tekirdağ ve Akçaabat Köftelerimize rakip ol. Bravo yani. Hiç evde de yapanını, İsveç’ten tarif alanını görmedim ama varsa yoksa İsveç Köftesi.
Bence kimsenin beğendiği falan yok. Olsa sokaklarımızda çoktan İsveç Köftecisi dolardı. Maksat “o mağazaya gittik şekerim” diyerek sürüden kopmadığınızı gösterme çabası.
Ve fakat esas takdir ettiğim konu bu değil. Yazmışlar bir uyarı levhası: bulaşığını kaldırmak medeniyettir, diye. Ne kadar evde masadan çöp bile kaldırmayan çoluk-çocuk , karizma erkek varsa hepsi masadakileri kaldırmakla meşgul. Ne de olsa mağaza yabancı, “aman bizi ilkel sanmasınlar, sonra Avrupa Birliğine almazlar” korkusu.
Yani, gel  ta oralardan, bizim millete kitap konacak mobilyalar sat, üstüne kendi köfteni yedir, bulaşıkları da müşterilerine toplat.

Helal olsun sana! 

KİLİS’E NOBEL FÜZESİ!

Birkaç hafta önce, “Kilis’te nüfusundan fazla Suriye’li bulunduğu, Kilis’lilerin misafirlerine kucak açtıkları, evlerini ve lokmalarını paylaştıkları, bu nedenle de Nobel Barış Ödülü verilmesi gerektiğine” dair bir haber izlemiş ve çok mutlu olmuştuk.
Ben de, eğer birine Nobel Barış Ödülü verilecekse Kilis halkından daha fazla hak eden olmadığını düşünmüştüm.
Ayrıca her gün kötü haberler alan halkımız için de bir moral olmuştu bu haber.
Maalesef bu haberden sonra Nobel Ödülü bekleyen Kilis’e füzeler yağmaya başladı. Öyle ki son bir haftada 49 füze atılmış ve bu güzel insanlar misafirperverlikleri nedeniyle cezalandırılmış.
Zira devir Arap Baharı devri, Suriye’ye demokrasi getirme devri, insanları evinden barkından edip onların sırtından ve acılarından para kazanma, politika üretme devri.
Ey Kilis, bu devirde ne demek barış, ne demek kardeşlik, ne demek insanlık?
Gelenlere saldır ve iç savaşa katkın olsun ki yazılan senaryolar gerçekleşsin.

Yoksa kafana daha çok daha  füze yersin!

RADİKAL KAPANDI KARAKOYUNLAR-SÜRÜ DÜŞÜNÜRÜ AÇILDI!

Yaşam sıradanlaştı; cumhurbaşkanı ve başbakanın konuşmalarını tam 14 kanal yayınlıyor. Bazen bu konuşmalar sırasında haber seyredecek kanal bulunmuyor.
Diyelim seyrettiniz, 4,5 Liderin konuşmaları dönüp duruyor.
Haberlerde bile neredeyse aynı haberler var.
Yine aynı anda aynı saatte 5-6 kanalda evlenme programı var.
Diyet, deprem konuşulacaksa aynı hocalar konuşuyor.
En bozulduğum da onca tarım uzmanı varken hala İbrahim Yetkin konuşuyor.
İlahiyatta da birkaç hocanın ağzına bakıyoruz.
Akıllı adam kontenjanını da İlber Ortaylı ve Celal Şengör kapatmış durumda.
Mizah dersen can çekişiyor.
İşte bu tekdüzelik, alternatifsizlikten bunalan insanlar da bir şeyler yapmaya çalışıyor ancak bu öyle bir kişi iki kişi ile yapılacak bir şey değil.
İşte bu nedenle bir arkadaşımla birlikte bir internet sitesi kurduk. Burada tamamen amatör bir ruhla yazılmış ,özgün, değişik paylaşımlara yer vereceğiz.
Özgün olmak şartıyla yazı, fotoğraf, anı, gezi yazısı, karikatür, resim, kitap eleştirisi, yemek tarifi, at yarışı tahmini, fıkra, video gibi eteğindekini dökmek isteyen arkadaşların katkılarını bekliyoruz.

Gazamız mübarek olsun…

MERAKLISINA:

PARTİ İSİMLERİ DEĞİŞSİN!

İşçi Partisinin ismi değişti isabet oldu; beşer-onar ölmedikten işçinin adı mı kalmıştı ki? Umarım “Vatan”ın akıbeti aynı olmaz. Şimdi  de sıra diğerlerinde.

Efendim parti isminde geçen kelimeleri bir sıralayalım; adalet, kalkınma, cumhuriyet, halk, milliyetçi, hareket, halklar, demokrasi vs.

Bir de bu partililerin konuştuğu kelimelere bakalım: başkanlık, ramazanoğlu, kılıçdaroğlu, mahkeme, saz vs.

Görüldüğü gibi parti isimleri ile bu partilerle ilgili konuşulan kelimelerin açık bir uyumsuzluğu var.
Geçen gün Ramazanoğlu ve Kılıçdaroğlu’nu karşılıklı protesto edenlerle ilgili olarak (Tosun Paşa filminden esinlenerek) “Ramazanoğulları Kılıçdaroğullarına karşı” başlıklı bir yazı yazmıştım ancak değeri bilinmedi maalesef.

Fakat bu yazı bende parti isimlerinin değiştirilmesi gerektiği yönünde fikir oluşmasına neden oldu.
Evet, madem partiler isimlerinde yazılan kelimelerle ilgilenmiyorlar ve madem sadece kişiler  üzerinde tartışma oluyor, o halde parti isimlerindeki kelimelere gerek yok. Parti isimlerini Ramazanoğulları, Kılıçdaroğulları,  Bahçelioğulları ve Demirtaşoğulları yapın gitsin.

Düşündüm de bu bile haksızlık. Hiç olmazsa  Seferoğulları ve Tellioğullarının Yeşil Vadi ve Müjde Ar gibi bir amaçları vardı. Sizin amacınız ne?

Yine de isim değişikliğinin bir faydası olabilir; nasıl iki aile kavga ederken Tosun Paşanın hem hem yeşil vadiyi hem de Müjde Ar’ı ellerinden aldığını gördüler, belki partiler de kavga ederken ülkenin elden gidebileceğini düşünürler!

FACEBOOK VE TWİTTER YASAK DEĞİL Mİ?

Anladığım kadarıyla televizyon programlarında yapımcı ve sunucuların en önemli stres kaynağı konukların ağzından kaçacak yasak kelimeler.

En önemli yasak kelimeler ise firma isimleri. İstemeden ağzından kaçıran olursa hemen bipleniyor ve konuk ikaz ediliyor. RTÜK bu konuya çok dikkat ediyor ve ağır cezalar veriyor anlaşılan.

Amaç gizli reklam yapılmasının önlenmesi ve bazı firmaların bu yolla avantaj sağlamasının önüne geçilmesi olmalı.

Buraya kadar tamam. Fakat aynı programlarda facebook , twitter adresi vermek, bu yolla gönderilecek mesajların okunması gibi bu programların kullanılmasını teşvik eden uygulamalar var. Bu sayede bu programları kullanan sayısı artıyor ve de bu programda yayınlanan reklamlar yoluyla bu uygulamaların sahibi firmaların geliri artıyor.

Benim de kafama takılıyor bu; Facebook ve Twitter gibi sosyal medya uygulamaları da bir ticari faaliyet olduğuna göre, televizyonlarda bir firma ismi söylenecek diye strese giren yapımcı ve sunucular sosyal medyanın kullanılmasını teşvik ederken neden bu kadar rahatlar?


Yoksa bu firmalar reklam yasağı kapsamında değil mi?

ÇARŞI’NIN SINAV GÜNÜ!

Bugün yapımı tamamlanan Vodafone Arena stadı açılıyormuş. Ben de stat açılışından çok Beşiktaş’ın ünlü taraftar gurubu Çarşı’nın açılışa ne tepki vereceğini merak ediyorum.

Tepki derken, şuradan başlayayım; 12 Eylülden sonra hayata bakış değişti, her şey paraya endeksli hale geldi. Örneğin okul bahçelerinin bir kısmı otopark yapıldı okula gelir olsun diye. Hatta tatil günlerinde tamamı otopark yapıldı ve bunu yapan yöneticiler takdir edildi “benim memurum işini bilir” denilerek.

Çocuklara oyun oynayacak alan kalmamış, çocuklar bilgisayar başında obez olmuşlar bir önemi yok bu bakış açısına göre.

Daha sonra da her şeye para gözüyle bakıldı; önce liglerin isimleri satıldı, sonra kupaların kupaların. Hatta bazı takımların isimlerine de firma isimleri eklendi. Şu an bizim liglerin, kupaların ve takımların tam isimleri ne bilmiyorum.

Sonra sıra yenilenen statlara geldi; Ülker Arena, Türk Telekom Arena şimdi de Vodafone Arena.B u arada Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu ve İnönü isimleri tarihin çöplüğünde yerini aldı. 
Ha, haksızlık etmeyeyim, statların resmi isimlerinde var galiba bu isimler de kimin aklında kalacak onu bilmiyorum.

Gelelim olayın Çarşı Gurubu ile ilgili kısmına. Diğer taraftar guruplarına bir şey demiyorum.Zira onlar sadece takımları ve futbolla ilgililer. Fakat Çarşı Gurubu öyle değil. Futbol ve Beşiktaş dışında iddiaları var. Her toplumsal olaya tepki veriyorlar. Gezi Direnişi ile ilgili yargılanmışlıkları bile var. Hatta Van Depremi sonrası , Van’lı çocuklara verilmek üzere sahaya atkı attıkları zaman, “insanın Beşiktaşlı olacağı geliyor” başlıklı bir yazı yazmışlığım da vardır.

Yanlış anlaşılmasın, benim için futbol hala Franko’nun üç F’sinden biridir ve Çarşı Gurubuna da bu pencereden bakarım. Fakat diğer insanlar Çarşı Gurubu hakkında benimle aynı fikirde değil.

İşte bugünkü Vodafone Arena Stadının açılışı bunu anlamamız için bir fırsat. Çarşı Gurubu için de bir sınav günü.


Bakalım Çarşı Gurubu İnönü Stadyumu adının Vodafone Arena olmasına ne tepki verecek?  

BEREN SAAT VE HÜLYA AVŞAR SULTAN OLAMADILAR BİR TÜRLÜ!

Tarihçi Halil İNALCIK, “o dizide tek bir sultan var o da Nebahat Çehre” dedi mi bilmiyorum ama gerçekten de öyleydi.

Önceki Muhteşem Yüzyılın başarısından dolayı Muhteşem Yüzyıl-Kösem dizisini de seyrediyorum ancak bir izleyici olarak hiç memnun olamadım, eski tadı bulamadım.

Sultan Ahmet’i canlandıran Ekin KOÇ’un Halit ERGENÇ’i aratmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz ancak diğer oyuncular için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Beren SAAT ve hele Hülya AVŞAR tam bir hayal kırıklığı.

Hani oyuncu role giremiyor ya bazen ben de bir türlü onlarda bir sultan canlandıramıyorum gözümde. Diğer sultanlar ve harem ağaları da öncekilerin çok gerisinde.

Belki de talihsizlik birinci Muhteşem Yüzyıl kadrosunun çok iyi olmasıydı bu oyuncular için.

Keşke Kösem’in gençliğini canlandıran oyuncu bu kadar çabuk değişmeseydi hiç olmazsa.

Neyse ki tek tesellimiz bu dizideki mekan ve kıyafetlerin ilkinden iyi olması.


Bu haliyle diziyi seyrederiz seyretmesine de nereye kadar onu bilemiyorum.

HANİFE ZUHAL TOPAL’I KOVACAK!

Evlenme programlarından sadece ikisini seyrediyorum. Seyretmekten de utanmıyorum. Geçen gün bir yazarımızın “beyin arada kaçmak ister” lafını duyduktan sonra “biraz sonra seyredeceğim haberler öncesi beynim demek buraya kaçmak istiyor” diye düşünüyorum. Ayrıca “Evlenme programları bu ülkeye lazım” diye yazı yazmışlığım bile vardır.

Evet, evlenme programlarından Esra Erol ve Zuhal Topal’ınkini seyrediyorum. Esra Erol’un programında Esra Erol direksiyonu elinde tutarken Zuhal Topal direksiyonu Hanife’ye kaptırmış durumda. O olmasa da diğer aday ve konuklar var. Ayrıca programın uzman konuğu, bayan solisti de güçlü. En önemlisi de yapımcının yazdığı “senaryo” programı izlenir kılıyor.

Yani programdan Zuhal Topal’ı çıkar bir şey eksilmez. Ben bile Hanife çıkana kadar diğerini seyrediyorum.Ve sonra şov başlıyor; adaylara sorulan sorular, sürpriz çay içmeler, girilen polemikler programı izletiyor.

Kısacası, adı “Zuhal Topal’la” olsa da program çoktan “Hanife Show’a” dönmüş durumda.

Aha şuraya yazıyorum, üç vakte kadar Hanife Zuhal Topal’ı programdan kovacak. Sözümü abartılı bulanlara soruyorum:

-Programda Hanife’nin babasını bile gördük Zuhal Topal’ınkini gören var mı?


RAMAZANOĞULLARI KILIÇDAROĞULLARINA KARŞI!

Haberlerde gördüğümüz kadarıyla, vatandaşlarımız demokratik protesto hakkını kullanmışlar. Hatta bazı yerlerde protestonun dozu bile kaçmış.

Ancak protesto edilen husus, güneydoğuda ölenler, tecavüze uğrayan çocuklar ve çalınan kimlik bilgileri değil liderlere ve bakana söylenen sözler.
Benim bu protestolardan anladığım, insanlarımızı öldürebilirsiniz, çocuklarımıza tecavüz edebilirsiniz, kimlik bilgilerimizi de çalabilirsiniz ancak asla liderimize ve bakanımıza laf söyleyemezsiniz!
Bunlar Mehmet Akif'in "siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın" sözünü yanlış anlamışlar anlaşılan...

RÜYALARIMA GEL ABİ!



Bayrak göndere yakışır bir tabutun üzerine değil. Gelinliğin de damatlığın da yeri bir tabutun üzeri değildir.
"Ölen kimden" sorusu da abestir."Nasıl öldü" diye sorulmalıdır.

Ve eceli ile ölmeyen her "insan"dan sorumluyuz hepimiz; yönetenler, onları oraya getirenler ve tepkilerini ölenin kimliğine sığınarak bastıranlar.

Onlara bir cenaze töreninden aklımda kalan ve günlerdir içimi yakan bir genç kızın çığlığını hatırlatmak isterim:

-Rüyalarıma gel abi!