TÜRKİYE’DE İSLAMOFOBİ ARTIYOR!

Avrupa’da İslamofobinin arttığına dair endişeler var Müslümanlar arasında. Kendilerine göre haklı nedenleri vardır ancak kimse Türkiye’deki İslamofobi artışının farkında değil.

Hayır, elimde bunu ispatlayacak deliller ve araştırmalar yok. Ancak şöyle bir etrafıma baktığımda bunu açıkça görüyorum.

Şöyle düşünelim, Avrupa’daki İslamofobiyi besleyen, göç dalgası ve ve Müslüman sayısının artışı ile Avrupalı nüfusun azalması, her gün Müslüman coğrafyadan gelen olumsuz haber ve görüntüler, 11 Eylül ve Paris Saldırısı.

Bunların hiçbiri sıradan bir Avrupalının gündelik yaşamını etkileyen ve korkularını tetikleyen şeyler değil. Strazburg ve Brüksel Osmanlı kuşatması altında değil sonuçta.

Oysa bizde öyle mi? Ulemanın ekranlara ve medyaya yansıyan yorumlarına kısaca bir göz atalım:

-Her gün gündelik yaşamı kısıtlayan kurallar.

-Ananın diz kapağı tahrik eder.

-Kuyruklu yıldıza araç göndermek lüzumsuz iştir.

-Kız çocukları ile nikah kıyılır.

-Kocama kuma bulurum.

-Kurbanda hayvanın şu damarları kesilir.

Listeyi uzatmak mümkün.  Din adına söylenen ve yapılan bir tane düzgün iş yok ekranlarda.
Üzerine gündelik yaşamı sınırlayan kuralları ve zorunlu din eğitimini koyun. Medyanın yeni nesil üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, iddia ediyorum, bu yaşananlardan sonra çocukların nüfus kağıtlarındaki din haneleri doğarken doldurulmasa veya belli yaşta din seçme özgürlükleri olsa kimse bu haliyle İslam dinini seçmez.

Kısacası, herkes Avrupa’daki İslamofobi ile uğraşırken esas Türkiye’de İslamofobi yayılıyor haberiniz olsun!


SONUNDA GAVUR DA OLDUK!

Yaş elliye geldiğinde, sık sık muhasebe yaparsınız; hayallerin ne kadarı gerçekleşti, ne kadarının olabilirliği üzerine yeniden düşünmek gerekir vs.

Bu hayallerimden birinin kaynağı da Orhan Veli’nin Sicilyalı Balıkçı şiirinde geçen bir bölümdü:

Yüz sene sonra bugünkü dünyadan
Bir tek insan kalmadığı gün, 
Sicilya sahillerinde yasayan bir balıkçı
Bir yaz sabahı ağlarını atarken denize
Her zamankinden daha geniş gökyüzüne bakıp
Benden bir mısra mırıldanacak 
Şarki halinde bu dünyadan Mehmet Ali isminde bir sairin
Gelip geçtiğini bilmeksizin...

Ne yalan söyleyeyim ben de hayal etmiştim bunu; yüz sene sonra, dünyanın bir başka yerinde adımı bilmeyen birinin benden bir mısra mırıldanması.

Geçen zamanda, önce benden bir mısra çıkmayacağı anlaşıldı, Özbekistan’daki bir radyoda bloglarımdan birkaçının okunduğuna dair bilgi alsam da henüz o aşamaya gelemedim maalesef. Fakat bir şeyler yazma çabam sürüyor hala. Ne de olsa daha 99 yıl var.

Bu arada çektiğim fotoğrafların BBC Türkçe internet sitesinde yayınlanması sayesinde, dünyanın birçok yerinden (Bolivya, Yeni Zelanda gibi) tanımadığım insanların beğenisine mazhar oldum.

Yetmedi, bir fotoğrafım en çok beğeni alan fotoğraf olarak kapak fotoğrafı da seçildi. Doğal olarak  dünyanın birçok yerinden insanlar fotoğrafımı beğenmeye başladılar. Ben de büyük bir zevkle fotoğrafımı beğenen ve paylaşanlara bakarken gördüğüm bir yorumla irkildim:


 -Elin gavuru guzeli biliyo da biz bilmiyoriz.

SOLUMUZ ATEİST SAĞIMIZ ŞERİAT ALTIMIZ IŞİD!

Yıllardır bize söylenen “Türkiye’nin jeopolitik durumu” buymuş meğer. Baksanıza, solumuzda ateist başbakanın yönettiği Yunanistan, sağımızda şeriatla yönetilen İran, aşağıda kafa kesen IŞİD, kuzeyde topraklarına toprak katmakta olan Rusya. Tam atalarımızın “aşağı tükürsen sakal…” dedikleri türden.

Yıllardır “şeriat gelecek mi” diye sağ tarafı kolladık ve aşağıya IŞİD geldi.Oradan da bol miktarda mülteci ve de militan.

İster misiniz bundan sonra da solumuzdan ateistler gelsin de memleket tam bir çorbaya dönsün!


KOMŞUDA “YETKİLİ KURULLAR” YOK MU?

Hayır, Yunanistan’da yeni kurulan kabinenin 10 üyesinden ikisinin kadın, birinin de görme engelli olması değil konumuz.

Ben başka bir konuya değinmek istiyorum. Efendim, komşuda pazar günü seçim oldu, akşamına sonuçlar belli oldu,  pazartesi sabahı iki parti koalisyon kurmakta anlaştı, öğleden sonra başbakan görevine başladı, yemin etti ve salı günü de kabine belli oldu.

Peki, bizde olsa nasıl olurdu?

Pazar günü seçim olur, akşamına yorumcular işbaşı yapar, Perşembe kesin sonuçlar belli olur. Vekillerin mazbata şovları bir hafta sürer. Sonra cumhurbaşkanı başbakanı atar, başbakan parti liderleri ile uzun görüşmeler yapar, sonra yetkili kurulları toplar(sanki lider sultası yokmuşcasına) uzun toplantılar olur, sonra tekrar heyetler arası görüşmeler yaparlar. 

Bunların sonunda anlaşma olursa hükümet kurulur, bilmem kaç tam gün geçtikten sonra program okunur yine birkaç tam gün geçtikten sonra güven oylaması yapılır.

Hükümetin kurulması en az 15 gün alır. Bir ay kadar bakanları tebrik ziyaretleri sürer. Vatandaşın hükümetin ilk icraatları ile tanışması en az 3 ayı bulur.

O nedenle Yunanistan’daki seçim sonu yaşananlar şaşırttı beni açıkçası; bu ülkede liderlerin danışacağı ve uzun  görüşmeler yapacağı “yetkili kurullar” yok mu?


Kısacası, bizdeki kadar demokrasi onlarda yok mu?