MUHTEŞEM YÜZYIL, MUHTEŞEM BİR DİZİ OLDU!

Dizi ilk başladığında hatta başlamadan tepki gösterenler şimdi ne düşünüyor bilmiyorum. Ancak kendi adıma hiç de beklediğim gibi bir dizi olmadı:

-Başta beklenilen magazin ağırlığının olmadığı, dizinin sadece haremi ve Hürrem’i anlatmadığı kısa sürede anlaşıldı.

-Dizilerde sık görülen mantık zorlamaları, gereksiz uzatmalar olmadı.

-Bildiğim kadarıyla, büyük tarihsel yanlışlar olmadı. Yorum farkı olsa da abartılı kaçmadı.

-Dizi ile ilgili belgeselde de izlediğimiz gibi, dizinin her şeyine büyük emek verilmiş, detaylara dikkat edilmiş.

-Benim açımdan yıllarca okuduğum tarihsel olayların kafamda canlandırılmasına büyük katkısı oldu dizinin.

-Türk halkının da tarihe merakını artırdığını düşünüyorum dizinin. Nitekim arkadaşımın oğlu Yağız, diziden etkilenerek bir yandan babasına aldırdığı tahta kılıçla oynarken bir yandan da tarih  kitapları okumaya başlamış.

-Yayınlanma açısından da disiplinli bir dizi oldu. Maç nedeniyle veya başka nedenlerle manasız aralar verilmedi dizinin yayınlanmasında.

-Benim dizide en beğendiğim şey, kitaplarda tarih, padişah, saray ve savaş gibi kavramlarla geçiştirilirken dizi tarihin insan boyutunu öne çıkarmıştı. Nitekim Mihrimah Sultan’ın babasına söylediği, “hünkar olarak yaptıklarınızı baba olarak kabullenemiyorsunuz” sözü durumu çok iyi özetlemiş.


Daha birçok şey söylenebilir dizi hakkında. Ben sadece bir izleyici olarak diziyi gururla, zevkle ve merakla izlediğimi söyleyebilirim. O nedenle diziyi izlerken harcadığım zamanı helal ediyorum  emeği geçen herkese… 

IŞİD’DEN DE PETROL ALACAK MIYIZ?

Önce ABD Irak’ı işgal etti ve ardından orada kafasına göre yeni bir devlet kurdu. Irak’taki etnik guruplardan Kürtlere devlet başkanlığını, Şiilere de başbakanlığı verdi. Eski rejimin devamı olan Sunnilere de bir şey kalmadı.

Akşam izlediğim haber ve yorumlara göre, 3-5 bin kişilik IŞİD örgütü, oluşturulan yeni ordunun Şiilerden oluşması nedeniyle Sunni kenti Musul’u savunmadan silahlarını bırakarak kaçmış. Musul Halkı da IŞİD’e karşı değilmiş. Kentten kaçanlar merkezi Irak hükumetinin misillemesinden korktukları için kaçıyormuş.

Bu arada Kürt birlikleri, kendi bölgesini korumak için teyakkuza geçerken aynı zamanda merkezi ordunun Musul’da terk ettiği silahları alarak kendi bölgelerine götürmüşler. Irak Ordusunun kalan kısmı da IŞİD Bağdat’a yürürse Şiirleri koruyacakmış. Musul’u savunmak için kullanılmayan tank,top ve uçaklar o zaman kullanılacakmış.

Kısacası, Musul’u IŞİD’in elinden almak bu durumda zor görünüyor. Yani Irak fiilen üçe bölünmüş durumda.

Bu bilgiler ışığında ne olur derseniz; kısa bir süre sonra bizim diplomatlar serbest bırakılır. Üçe bölünmüş Irak’tan da üç devlet çıkar.

Benim merak ettiğim ise, merkezi Irak Hükumetinin karşı çıkmasına rağmen Kuzey Irak yönetimiyle petrol anlaşması yapan ve sevkiyatı başlatan Türkiye, bir gün IŞİD’le anlaşma yaparak Kerkük-Yumurtalık boru hattı yoluyla onlardan da petrol alır mı?


EVLENME PROGRAMINA KATILANLAR NEDEN HEP İZMİR’Lİ?

İran’da, Bezirgan-Tebriz yolculuğundayız. Taksi şoförü Ali Rıza ile sohbeti ilerlettik. O seyrettiği dizi ve evlenme programları sayesinde beni kolaylıkla anlayabilirken ben onu anlamakta zorlanıyorum. Bu durumda hemen arkada oturan Azeri yol arkadaşlarım imdadıma yetişiyor ve Ali Rıza’nın anlamadığım sözlerini bana çeviriyorlar. Bir yandan da İbo söylüyor 30 yıl öncesinin şarkılarını; “Ah keşkem keşkem…”

Söz döndü dolaştı evlenme programlarına geldi. İzmir’li olduğumu öğrenen Ali Rıza merakla sordu:

-Evlenme programlarına katılanlar hep İzmir’li. İzmir’de evli insan yok mudur?


Evet, Sevgili Hemşerilerim, İzmir’in dünyadaki imajı bu. Şimdi ayıklayın pirincin taşını…

YAŞAM TARZINA MÜDAHALE HAKKI!

Bugünlerde merdiven boyayan kaldı mı bilmiyorum. Bir zamanlar modaydı ve hatta belediye başkanları merdivenleri boyasınlar diye boya dağıtıyorlardı vatandaşa.

Yine geçenlerde vapurda gitar çalan gençlere müdahale eden görevli ve gençlere sahip çıkan halkla  ilgili paylaşımlar yapıldı sosyal medyada. Kısa bir süre sonra ben de benzer bir olaya tanıklık ettim otobüste. Fakat bizimkinin sonucu farklı oldu.

Evet, sosyal medyada “vapur görüntülerinin” bolca paylaşıldığı günlerde, bindiğim otobüse ellerinde müzik aletleriyle bir gurup genç bindi. Bir süre gürültülü sohbet ettikten sonra gitar çalmaya ve söylemeye başladılar.

Açıkçası, sıkışık bir otobüste, iş çıkışı ve hiç de güzel çalınmayan şarkılar çekilir gibi değildi. Ancak “gençliğimde yaptığım şeylere yaşlanınca tepki göstermeme” prensibim gereği ses çıkarmadım. Hatta gençlerin sosyal medyada yapılanlara destek vermesi hoşuma bile gitti.

Fakat önümde oturan şık giyimli, biz yaşlardaki sarışın kadın aynı fikirde değildi:

-Bana bakın, sizin gibi eğlenmeden gelmiyoruz biz. Kafamızı şişirmeyin, kesin şunu, diye gençlere bağırdı.

Başka bir ses çıkmadı otobüste. Gençler baktılar ki vapurdaki gibi kendilerine arka çıkan yok, kestiler müziği ve rutin okul dedikodusu şeklindeki muhabbetlerine döndüler.

Yol boyu düşündüm: İzmir, vapurdaki hadisenin yaşandığı İstanbul’a göre daha modern ve çağdaş bir kentti. Otobüsteki yolcuların gençlere destek olmamaları, “yaşam tarzına” bir görevlinin müdahale etmemiş olması mıydı? Bir başka deyişle, halk bir görevlinin yasakçı tavrını yaşam tarzına müdahale görüp tepki gösterirken benzer bir olayda vatandaşın tepkisini öyle görmüyordu.


Bu algı farkı mı yoksa devlete “biz kendi aramızda hallederiz sen karışma” mesajı mıydı?

LALALIĞIN YÜZ KARASI!

Bir zamanlar dizi ve filmlerde, hangi meslek örgütüne mensup bir “kötü adam” olsa o meslek örgütü ayağa kalkardı: kapıcılar derneği, hemşireler derneği, marangozlar derneği vs. Gerekçe, meslek mensuplarının yanlış tanıtılması.

Bu nedenle epeydir Lalalar Örgütünden beklediğim tepkinin gelmemesi beni şaşırttı. Zira Muhteşem Yüzyıl Dizisinde Lala Mustafa’nın yaptıkları vatandaşı isyan noktasına getirdi ancak “Lala Örgütünden” hala ses yok. Zira biz Lalaları Fatih Sultan Mehmet’in “onun atının sıçrattığı çamur kaftanımı kirletmez” diyebildiği saygın ve sevilen kişiler olarak biliyorduk.

Oysa Lala Mustafa, yıllarca yetiştirdiği Şehzade Beyazıt’a ihanet ederek Şehzade Selim’in tarafına geçti. Geçmekle de kalmadı onun ve çocuklarının boğulmalarını bile seyretti.

Gerekçesi ise tanıdık:

-Ben ne yaptıysam devletimin menfaati için yaptım!

Son yıllarda aynı söz, her yanlış işten sonra da söylenir oldu; bütün haksızlıklar, işkenceler ve cinayetler aynı gerekçe ile yapıldı.


Ne diyelim, Allah bizi devletin menfaatini düşünenlerden korusun!

AZ DAHA "NÜKLEER YANDAŞI" OLUYORDUM!

Geçen akşam TRT’de, Mersin -Akkuyu’da yapılacak Nükleer Santral ile ilgili bir program izledim. Her olaya tarafsız bakmaya çalıştığım için, TRT’deki bu “Nükleer Yandaşı” programı da sonuna kadar sabırla seyrettim.

Programda, firma yetkililerinin açıklamasından sonra köyün muhtarı, aile hekimi ve bazı vatandaşlarla yapılan röportajları izledim. Anladım ki firma çok iyi bir çalışma yapmış ve köyün kanaat önderlerini Rusya’daki bir nükleer santrale götürmüş ve gidenler Akkuyu’da yapılacak nükleer santralin sakıncalı olmadığına ikna edilmişler.

İlk başlarda köyde yaşayanların büyük bir bölümü santrale karşı iken gidenlerin anlattıkları sayesinde karşı olanlar azalmış. Gidenler, Rusya’daki santral yakınında yaşayan köylülerin ürettikleri sebze ve meyvelerdeki radyasyon miktarının fazla olmadığını, hatta santral yakınlarında “balık tutma yarışması” bile yapıldığını anlatmışlar köylülere.

Programda “nükleer karşıtı” görüşlere de yer verildi ancak ne yalan söyleyeyim Rusya’daki santral görüntüleri, oradaki “balık tutma yarışması ve sebze bahçesi görüntüleri” ve oraya giden köylülerin anlattıkları bana da makul geldi.

Sunucunun, Rusya’daki santral yakınındaki yerleşim yerinde yapılan ölçümlerin firma tarafından verilen cihazlarla yapıldığını öne sürerek bu sefer kendisinin bizzat Rusya’ya giderek ölçümler yapması ve orada yaşayanlarla röportajlar yapması gözlerimi yaşarttı.

Tam “ülkemizde her zaman gelişmenin önüne set kurmaya çalışanlar var” aşamasına gelmişken jeton düştü. Sunucunun Rusya’daki vatandaşlarla yaptığı konuşmaları çeviren kişi tanıdık geldi. Bir baktım ki, bizim radyasyon ölçümleri firmanın ölçüm aletlerine göre yapılıyor” diye şüpheye düşüp Rusya’ya kendi cihazıyla ölçüm yapmaya giden sunucumuzun çevirmeni Akkuyu Santralini yapacak firmanın “halkla ilişkiler sorumlusu”.

Radyasyon ölçümü tarafsız ancak orada halkla yapılan röportajları çeviren firma yetkilisi. Demek ondan çok memnun orada yaşayan halk.

Programı seyrederken geçen zamanıma mı yanayım, kısa süreli “nükleer yandaşı” olmama mı yanayım, TRT’nin hala objektif program yapabileceğini sanmama mı yanayım bilemedim.


Allah aşkına hangi işimiz düzgün bizim?