BU NASIL ALTERNATİF?


Bir Pazar günü, giyinmiş kuşanmışım ve deniz kenarındaki uzun yürüyüşümü yapmak üzere Alsancak Garında inmişim. İstikamet,  sahilden Göztepe Vapur İskelesi.

Uzun zamandır ilk defa sahile indiğim için her şey ilginç herkes enteresan. Ortam da çok hoş; benim gibi yürüyenler, çimlere uzananlar, çalılıkta sevgilisiyle ten teması sağlamaya çalışanlar, köpek gezdirenler, balık tutanlar vs.

İnsanların ortak özelliği, güzel bir gün geçirmek istemeleri  ve bunun için de elinden geleni yapmaları. Herkeste bir sükunet, bir kendi halinelik. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Birbiriyle ilgilenmiyor. O nedenle “aman beni bu kılıkta gören olmasın” endişem de kısa sürede sona erdi.

Bir süre solumda restoranlarda oturanlar ve sağımda çimene yayılmışlar arasında gittikten sonra Pasaport civarında çim bitti ve sadece kafaler restoranlar kaldı. Fakat hava aynı hava. Sakinlik sessizlik hakim. Ta o tekneye kadar.

Yani insan yarım saattir sükunet içinde denizi, güneşi içine çekince karşılaştığı bu manzaraya şaşırmadan edemiyor. Zira bir tekneden bu Pazar günüz sessizliğini, dinginliğini yırtan gürültülü müzik yayını var. Yetmiyor her tarafta parti bayrakları ve flamalar. Üstüne üstlük o ana kadar bir tane bile görülmeyen üniforma, silah, motosiklet, araçlar ve bol miktarda polis yazılı yelekleriyle kara gözlüklü polisler. Tabi ki teknenin gürültüsüne eşlik eden telsiz sesleri.

Yoluma devam ettim ve tam on kilometre boyunca, sadece balık tutanlar, bisiklete binenler, yürüyüş yapanlar, çocuğunu gezdirenler, kısacası sessiz ve sakin dinlenmeye çalışan mutlu bir Pazar günü geçirmeye çalışan insanlar gördüm. Ne bu keyfi bozacak bir olaya tanık oldum ne de rahatsız edici bir gürültü duydum.

Bugün gazeteden öğrendim ki, o güzelim pazar gününü çıkardıkları gürültüyle kirleten partinin o gün tekne gezintisi varmış. Elli bin TL gelir elde edilmiş geziden. Genel Başkan da partili kadınlarla verdiği pozdan sonra  “  100 bin el broşürü bastırıp, ülkenin iktidarını da, muhalefetini de eleştireceğiz ve alternatif olduğumuzu anlatacağız” diye konuşmuş.

Vallahi size bir zamanlar oy vermiş biri olarak açık konuşayım; siz bildik yöntemlerle, her yerde aynı reçeteyle halktan oy istemeye devam ederseniz alacağınız sonuç da aynıdır. Ne zaman ki yönetmeye talip olduğunuz halkı rahatsız ettiğinizin farkına varırsınız, geziye katılacak davetlilerinize teknenin yerini bağırıp-çağırmadan tarif edebilirseniz o zaman alternatif olabilirsiniz.

Ben den söylemesi…

YUH OLSUN!


Adam bir kooperatifin başkanı. Fakat entelektüel biri. Öyle olduğu içindir ki sürekli “insan hakları”, “kadın hakları”,” demokrasimizin sorunları” gibi konularda paneller düzenliyor. Bu paneller sayesinde hem kendisi, hem de davet ettiği ülkemizin aydın insanları görüşlerini söyleme olanağı buluyor.

Kahramanımız aynı zamanda siyasete de meyilli. Bir partiye yakın dursa da aradığını bulamadığı anlarda yeni oluşumlara da balıklama atlıyor. Sanıyorum ilk seçimlerde de muhtemelen büyükşehir, olmadı ilçe belediye başkanlığına aday.

İşte bu arkadaş, yakın durduğu partinin genel başkan yardımcısı ile Neşet Ertaş’ı ziyarete gidiyor. Menajerinin dediğine, göre hasta haliyle görünmek istemeyen ve bu nedenle de fotoğrafının çekilmesini istemeyen Neşet Ertaş’ın fotoğrafını çekiyor ve medyaya servis ediyor.

Seçimlerde halk haddini bildirir mi veya basın örgütleri  bu fotoğraf için onu ödüllendirir mi bilemem ama ben şimdiden vereyim ödülünü:

-Yuh Olsun sana!
***
Diğeri,  ülkemizin büyük büyük bir cep telefonu operatörü. Binlerce çalışanı, milyonlarca abonesi var. Borsa değerini ve ülkenin kaçıncı büyük firması olduğunu bilemiyorum.

İşte dün akşam saat: 19.35’te bu büyük firmadan bir mesaj aldım:
“Türk Halk Müziğinin unutulmaz ozanı Neşet Ertaş’ı anıyoruz! 3  Gün boyunca sizi arayanları Neşet Ertaş’ın unutulmaz eseri NEREDESİN SEN ile karşılamak İLE KARŞILAMAK İÇİN NESET YAZIP bu mesajı cevaplandırabilirsiniz (1 TL)..

Aynı firman saat 23.44’te aldığım mesajda ise “Bugün kaybettiğimiz halk ozanımız Neset Ertas ile ilgili gonderilen SMS için özür dileriz. SMS’i cevaplayarak servisten faydalananlardan hicbir ucret alınmamaktadır”.

Denilmekteydi.

Anlaşılan ülkenin büyük büyük firması, Garip ve  Bozkırın Tezenesine halkın sevgisinden yararlanmak, bu sevgiyi paraya çevirmek istemişti.

Şaşırdım mı? Tabi ki hayır. “Neşet Ertaş”ı tanımıyorum”, “Neşet Ertaş sayemde tanındı” diyen özgür kızı sanat camiasına kazandıran bir firmadan başka ne beklenebilirdi ki?

Evet, bu olayın başka bir nedeni var mı veya ailesinin bundan haberi var mı bilemiyorum. Halkımız da firmaya ne kadar para kazandırdı veya ne ödül verdi onu da bilmiyorum ama benim ödülüm belli:

-Yuh olsun size!

DEMİREL’İN VETO ETTİĞİ DİYET LİSTESİ!


Yaşamın iyi tarafına talibim. Zahmeti ve tatsız tarafı başkasının olsun veya benden ırak olsun da kimin olursa olsun.

Tabi ki bu mümkün değil. Ancak hiç olmazsa kendi rızamla almayayım diyorum. Örneğin balık tutmak zevkli ancak sabahın beşinde gitmek eziyettir. İnsan hem uyuma zevkini hem de balık tutma zevkini neden bir arada alamasın?

Ya da yemek yemek. Neredeyse yemeğe lezzetini veren her şey zararlı. Yağsız, tatsız yiyeceksin ama sağlıklı olacaksın.

Ben katı bir biçimde yaşamın zevkine talip olunca göbek de aldı başını gitti. Bu sefer de rahat hareket etmek, istediğini giymek de güzel bir yaşamın alternatifi haline geldi.

Sabah erken kalkıp spor salonuna gitmek,  yediklerinden mahrum olmak bana göre değildi. Ne yapayım diye düşünürken televizyonda Osman Müftüoğlu’na rastladım. Demirel ile ilgili sorulara yanıt verirken tam aradığım reçeteyi verdi bana.

Efendim, Sayın Müftüoğlu Demirel’in doktoru olunca hemen bir diyet listesi hazırlamakla işe koyulmuş. Fakat ilk vetosunu da hemen yemiş. Sayın Cumhurbaşkanının veto gerekçesi şöyleymiş:

-İmajımı bozmayacaksın,

-Beni sevdiği  şeylerden mahrum etmeyeceksin,

-Bunlara rağmen de sağlıklı olacağım.

Müftüoğlu, bunun üzerine yeni bir reçete hazırlamış. Demirel’in onayı ile yürürlüğe girmiş. O günden görevi bitene kadar da o reçeteyi uygulamış. Can alıcı soruyu sordu spiker:

-Sayın Cumhurbaşkanı sağlıklı mı peki?

-Evet, gayet sağlıklı!

Eh, körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Düşündüm de Demirel o haliyle sağlıklı ise (ki yaş 92) ben de kendime eziyet etmeden neden sağlıklı olmayayım ki?

Sonunda ben de sevdiğim yemeklerden taviz vermeden, kendime eziyet etmeden bir yol buldum. Hafta sonları sahilde uzun yürüyüşlere başladım. Beş-on kilometre boyunca hem deniz havası alıyor hem de kendime eziyet etmeden sporumu yapıyorum.

Faydası mı? Henüz bir şey görmedim. Gördüğüm evde oturmaktan epeydir uzak kaldığım şehrimin güzellikleri şimdilik. Bu arada yürürken de düşünmeye başladım; birayı, bir şişesi için bir kilometre yürüyecek kadar seviyor muyum?  Çayın şekeri, yemeğin tuzu ve ekmek; yazık değil mi onlar için yürüdüğüm üç kilometreye.

Sonunda, on kilometre yürüyüşten sonra eve geldim. Birinci dolmayı yedikten sonra ayaklarımın ağrısı diğerlerini yememe engel oldu ve tabağımdakileri de iade ettim. Ve de düşündüm bir yandan, ikinci dolma için bir kilometre yürümeye değer mi?

Evet, kendime eziyet etmeden bulduğum formül, düşüncelerimi de değiştirmeye başladı. Şimdilik somut bir sonuç alamasam da umutluyum en azından… 

CEP TELEFONU ALKOLDEN DAHA ZARARLI!


Trafikte önümdeki araç şerit ihlali yapıyorsa ve gereksiz bir şekilde hızında ani değişiklikler oluyorsa bilirim ki sürücüsü cep telefonu ile konuşmaktadır. Şimdiye kadar da bu konuda hiç yanılmadım.

Konunun uzmanı değilim ama anladığım kadarıyla, beyin cep telefonu ile meşgulken arabayı içgüdü kullanmaktadır. Sanrım o nedenle uzmanlar “cep telefonu ile araç kullanmanın alkollü araç kullanmak kadar zararlı olduğunu” söylerler.

Dün yaşadığım bir olay ise bana “cep telefonu ile konuşmanın alkolden daha zararlı olabileceğini” düşündürttü.

Efendim, bir ATM önünde sıradayız. Önümdeki adam, işini bitirdi, kartını makineden aldı ve ayrıldı. Ben tam kartımı sokacakken makine bana bir tomar para verdi.

-Beyefendi, paranız!

Allahtan fazla uzaklaşmamıştı. Geldi parasını aldı ve bana eliyle teşekkür/tebessüm ederek ayrıldı. Bir yandan da cep telefonu ile konuşmasını sürdürdü.

Düşünün ya ATM önünde başka kimse olmasaydı? Veya kartını makineye sokmadan önünde bir tomar para bulan biri, bunu teknolojinin gelişmesine yorsaydı, ne olurdu adamın hali?

Demem o ki, insan her zaman içki içecek parayı bulamaz, bulsa da günün her saati içemez. Oysa cep telefonu öyle mi? Her an yanımızda, elimizde ve kulağımızda.

Bir de uzmanlara göre, alkol sürücünün reflekslerini zayıflatarak kazaya yol açabilir. Oysa cep telefonu kişinin bulunduğu ortamla ilişkisini kesiyor ve insanı bir tomar parayı makineden bırakacak hale getiriyor.

O nedenle diyorum; cep telefonu bence alkolden daha zararlıdır, diye.  

ÖP-ME, ÖPTÜR-ME!


Yıllar sonra karşılaşan iki arkadaş sarılıp öpüşüyorlar. Biri diğerine takılıyor:

-Yüzümü öptüğünü sanıyorsun ama aslında kıçımı öptün!

Meğer görüşülmeyen sürede adamın bir yangın sonucu yüzünün küçük bir bölümü yanmış. Dediğine göre de yanan kısma tarif ettiği bölgeden deri nakli yapılmış.

Bunu duyduktan sonra öpüşmeye karşı olan görüşüm iyice pekişti. Her koşulda, herkesin her yerini öpenleri bilmem ama artık çocuklar dışında kimseyi yanağından öpmeye niyetim yok.

Hem örneğimizde olduğu gibi yanlış bir yeri öpmemek hem de özellikle yazın terli-kıllı, boyalı-kremli bir sürü insanı öpmemek için sloganımız:

-El sıkışmak yeter, Öp-me, öptür-me!

ALLAH RIZASI İÇİN PAYLAŞ!


“Peygamber efendimize bir milyon salavat gönderelim, Allah rızası için paylaş”,

“Atamızı seven kaç milyon kişiyiz gösterelim, Allah rızası için paylaş”,

“Bez parçasını on bin kişi beğeniyorsa bayrağımızı beş milyon kişi beğenir inşallah”,

“Nette kaç Fenerli var dediler, beğenin de gösterelim”,

“Hadisi Şerifleri Allah rızası için paylaş”,

“Elazığ sayfasını yüz bin kişi beğenmişse Malatya sayfasını bakalım kaç kişi beğenecek”,

“Bu kız çocuğu kayıp, Allah rızası için paylaş”,

“Kan lazım, Allah rızası için paylaş,
Liste çok uzun. Hepsinin de ortak özellikleri:
-Beğenme ve paylaşma talep etmeleri,
-Sayı hedefi koymaları,
-İnsanları tahrik ederek yarışa sokmaya çalışmaları,
-Dini, milli ve insani ne varsa amaçlarına alet etmeleri.
-Paylaşımları anlamlı, güzel ve dikkat edici olsa da beğen ve paylaş taleplerinin bu güzelliklerin önüne geçmesi,

Olarak sıralanabilir.

Ben insanların oturup sadece seyretmektense bir şey üretmelerini, ürettiklerini internette paylaşmalarını veya gördüğü beğendiği paylaşımları diğer insanlara ulaştırma çabalarını takdirle karşılıyorum.

Ayrıca sanal alemde bir şeyler yazdığı yazıları, çektiği fotoğraflarla bunun dışında  güzel gördüğü ne varsa paylaşan bir insan olarak, paylaşımlarımın beğenilmesinden, paylaşılmasından ve bu sayede birçok insana ulaşmasından tabi ki hoşlanıyorum.

Fakat buna rağmen sanal alemdeki varlığını tamamen beğenme-paylaşma üzerine kurmayı, bunun için bütün manevi-insani değerleri istismar ederek insanları buna zorlama çabalarını anlayamıyorum.

Onun için de soruyorum, nedir sizin derdiniz?

BİR FOTOĞRAF ÇEKTİM FİKRİM DEĞİŞTİ!



Bu fotoğrafı ben çektim. Peki, benim yaptığım mı ayıp yoksa onun yaptığı mı? Benim yaptığım mı doğaya yararlı yoksa onun ki mi?

Ya her gün ekranda gördüklerimize ne demeli? İnsanoğlu almış eline bir kamera ne özel hayat dinliyor ne de onları rahat bırakıyor. Bayıltıp çip takmalar, sonra elde anten peşinde koşmalar, gezdiği yerlerin haritasını çıkarmalar, yumurtası toplamalar, kan almalar, otopsi yapmalar vs.

Bütün bunların ne yararı var onlara? neslini tüketmekten başka ne işe yarıyor bütün bu araştırmalar?

Şöyle biraz tarafsız bakınca doğada en gereksiz varlığın insan olduğu kolayca anlaşılıyor. Öyle olduğu içindir ki insan öncesi milyonlarca yıl sürmüş olan yaşam insandan sonra tehdit altında.

Kısacası bir fotoğraf çektim fikirlerim değişti. Umarım fotoğrafını çektiğim buzağı için de bu fotoğraf sayesinde değişir bir şeyler...

GELECEĞE YAZMAK


-Dostoyevski’de bile yoktu bu olanak!

Evet yoktu. Yazıyı yaz, hemen yayınla, okuyucu görüşlerini ve yorumlarını da al. Diğer olanaklardan söz etmeden bile günümüz yazarları çok şanslı denilebilir. Aradaki fark, hokka ile klavye kadar.

Fakat bu durum beni her zaman şüpheye düşürmüştür. Yazar bir daktilo memuru olsa klavyenin bir yararı vardır ancak yazma hızı ile yazılacak metnin beyinde oluşturulması hızı aynı olmadığından,  klavye ile hokka arasındaki farkın bence bir önemi yok.

Son günlerde etrafımızda olan bitenler, bize günümüz yazarının işinin daha zor olduğunu gösteriyor. Çünkü eski yazarlar bizzat kendi gözlem ve birikimlerinden beslenirken, günümüz yazarının yaşam şekli ve teknolojiden kaynaklanan zorunluluklar nedeniyle beslenme zorluğu var.

Zira çağımız iletişim çağı olsa da toplumu istediği gibi şekillendirme adına her türlü yalan yanlış görsel ve yazılı bilgi bombardımanı altında yaşanan bir çağ. Bu nedenle günümüz yazarı, beslendiği kaynakların doğrulu üzerine giderek şüpheye düşüyor.

Doğal olarak bu kadar yalan yanlış bilgi bombardımanı altında doğruyu arama, bulduğunu da doğru analiz etme kaygısı içinde. Bir propaganda malzemesine dayanarak fikir oluşturan yazar, daha yazısının mürekkebi kurumadan yanlışa düşmenin üzüntüsünü yaşar. Veya insanlık için yazdığı bir yazının bir propagandaya alet olduğunu görmenin ıstırabını yaşar.

Günümüzde yaşam son derece hızlı. Günümüz yazarının ise her yere gitme, her şeyi bizzat gözleme şansı yok. Bu zorunluluk nedeniyle çoğunlukla medyadan gördüğü, okuduğu ile beslenmek durumunda. Son günlerde ertesi gün veya aynı gün tekzip edilen haberler, toplumu yönlendirme amaçlı, toplum mühendisliği ürünü bilgilerle bir fikir oluşturmak suya yazı yazmak gibi bir şey. Irak Savaşı, Arap Baharı, terör, iç tartışma ve çatışmalara ilişkin binlerce haber buna örnek gösterilebilir.

Güncelden uzak durmak ise “yazar çağının tanığıdır” sözüne aykırı. Suya-sabuna dokunmayan yazar unvanı almak da cabası.

Bu blogger kavramı bana çok soğuk geldiğinden, yazan herkesi yazar olarak kabul ederek söylüyorum ki, her yazar geleceğe yazı yazmak ister. Belki yüzyıl belki de bin yıl sonra yazdıklarının hala insanlığa yol göstermesini, belki üzerinde düşünülüp araştırmalar yapılmasını, çerçevelenip bir yerlere asılmasını, belki de taşlara kazınıp abide haline getirilmesini ve hatta uzaya bu dünyadan götürülecek şeyler arasında kendi sözlerinin olmasını ister.

Bu ise ancak doğru beslenebilmek, özgür ve bağımsız bir düşünceye sahip olmakla mümkündür. Yazdıkları iki gün sonra tekzip edilecek, çöpe atılacak bir yazar olmamak için “güncel”e üfleyerek bakmak gerekir! 

BATAN TİTANİK’İN GÜVERTESİNDE KEMAN ÇALMAK


Her sabah yola çıktığımızda sokaktaki akşamdan kalma veya biraz önce yere nakşedilmiş şeyler karşılar bizi. Bu yıllardır değişmedi. Sadece ve sadece, modern toplum olmanın doğal bir sonucu olarak giderek yalnızlaşan insana eşlik eden köpeklerin pislikleri de eklendi gördüklerimize. 

Fakat modernleşme, yere bir şey atma alışkanlığımızı değiştirmedi.

İşyerine gelip bilgisayarı açtığımızda ise bu sefer “gündem”in moral bozculuğuna,  yerde gördüklerimizin kat be kat üzerinde canımızı sıkacak sosyal medya paylaşımları ekleniyor.

Yatmadan önce seyrettiğimiz haber ve dizilerden kalan acı ve gözyaşının üzerine sabah sabah yaşadığımız bu olumsuzluklar, günümüz insanını giderek daha mutsuz, daha umutsuz ve yaşamdan bıkmış bir hale getiriyor.

Anlaşılan, insanın yaşamını kolaylaştırma, onu daha mutlu etme iddiası üzerine kurulu teknoloji, ona hayatı zehir eder hale gelmiş durumda.

Ben, yıllardır yaşadığım bu olumsuzlukları gidermek için yine teknolojinin verdiği olanaklarla yaşamımı dengelemeye çalıştım. Güzel bir müzik koleksiyonu oluşturdum. Sosyal medyanın verdiği olanaklarla yazı yazmaya, fotoğraf çekmeye ve bunları da arkadaşlarımla paylaşmaya başladım.

Zaman geçtikçe, hem arkadaş gurubum hem de paylaşımlarım değişti. Giderek paylaşımlarla arkadaşların buluşamama durumu oluştu.

Bütün bu olumsuzlukları gidermek, arkadaş olmadığım insanlarla da paylaşmak için “iyi, güzel ve neşeli” neyim varsa hepsini bir sayfada toplamak istedim. Bu amaçla arkadaşlarıma da çağrıda bulundum, onların da paylaşmaları için.

Sayfamızın adını bir yazımdan esinlenerek “kagula” koydum. Bir arkadaşımın bahçesinde tesadüfen çektiğim ve bana gökyüzüne tırmanma idealini simgeleyen, dalsız bir ağaca yaslanmış merdiven fotoğrafını da sayfama simge yaptım.

Günümüzde bize dayatılan “lezzetli yiyecekler zararlıdır”, “yersen ölürsün” söylemlerine muhalefet eden sayfamız, toplumuzun moralini bozan, değerlerinin farkında olmayan insanımızın kendine olan güvenini yok etme çabalarına da karşı durmaktadır.

Bu nedenle, sayfamızda ülkemizin güzelliklerine ilişkin fotoğraflarla güzel yemeklerimize ilişkin fotoğraf ve tariflere de yer verilmektedir. Güzel şiirler, fıkra ve mizahi yazılarla özlü sözler de yine fotoğraf formatında paylaşılmaktadır.

Sayfamız, sosyal medyada kendi amaçları doğrultusunda çaba gösterenleri saygıyla takip etmekle birlikte sadece ve sadece kendi misyonu ve amaçları doğrultusunda paylaşımlar yapacaktır. 

Bunun, “batmakta olan Titanik Gemisinin güvertesinde herkes can havliyle sağa sola koşuştururken insanlara moral vermek için çalmaya devam eden müzik gurubunun tavrı” olduğunu kabul ediyoruz. Bu nedenle de sayfamıza katılan, katkıda bulunan bütün arkadaşlara da “Gemideki gurubun şefinin söylediği son cümleyi baştan söylüyoruz:

-Sizinle çalmak güzeldi!