HATAY-GAZZE TÜNELİ

Günlerdir Gazze’de yaşananlarla ilgili ne yazacağımı bilemiyorum. Uygar dünyanın seyirci kalmasına mı kızayım, başta ABD; Almanya gibi ülkelerin katliama hak vermesine mi söveyim bilemedim. Bu olaydan tek çıkardığım sonuç şu; ayakta kalabilmek için güçlü olacaksın ve bir olacaksın ki senin de başına gelmesin böyle bir katliam. Yoksa kimsenin kimseye faydası yok.

Bütün bu hengâme arasında okuduğum bir haber şaşırttı beni. Yandaş medyada bir haber:

-Gazze’yi biz imar edeceğiz!

Yani, katliamı önlemeyi başaramıyoruz, elimizden bir şey gelmiyor, fakat katliam bittikten sonra sağ kalanlar için Gazze’yi biz imar edeceğiz deniyor benim anladığım.

Eh, yine de iyi haber sayılır. Fakat nasıl olacak bu iş?

Akşam hükümet sözcüsü açıkladı; İsrail ile ilişkilerimiz eskisi gibi olmayacak. Gazze de abluka altında. Bırakın Gazze’yi imar edecek demir çimentoyu, ekmek ilaç gibi zorunlu maddelerin bile girmesine izin verilmiyor.

Düşündüm taşındım sonunda bu işin nasıl olabileceğini buldum. Normal yoldan Gazze’yi imar edecek malzemeleri sokmak mümkün değil. Geriye kalıyor tek seçenek. O da Hatay’dan Gazze’ye bir tünel kazmak ve bütün malzemeleri bu yoldan Gazze’ye ulaştırmak.


Ey yandaş medya, bundan sonra yazdığın haberin olabilirliği konusunda da yeterli açıklama yap. Hatay-Gazze Tüneli önerim için de teşekkür istemez.

HELİKOPTER DESTEKLİ ÇOCUK OPERASYONU

Polisin operasyonu önemlidir hele helikopter destekli olunca daha da önemlidir. O nedenle hemen dikkat kesildim habere.

Efendim, Adana’da bir yılda 17 çocuk kanallarda serinlemeye çalışırken boğulunca, devletimiz sonunda harekete geçmiş ve helikopter destekli bir operasyonla kanallarda serinlemeye çalışan çocukları yakalamış. 18 Yaşından büyüklere Kabahatler Kanununa göre 189 lira para cezası kesilmiş, küçükler ise ailelerine teslim edilmiş.

Anlaşılan devletimiz göz açtırmayacak bundan böyle kanallarda serinlemeye çalışan “kabahatlilere”.

Her şeyden önce 17 çocuğun ölümünden sonra bile olsa devletimizin “helikopter destekli” olarak harekete geçmesi güzel.

Peki, bu neyi çözecek? Bilen bilir, Adana’nın sıcağı başka şeye benzemez, nemle birlikte boğar insanı. Bu sıcaktan boğulan-bunalan insanları ne yapacaksınız? Sırada, helikopter destekli “evine klima almayan babalar”, “çocuğunu havuzlu bir sitede oturtamayan ve tatile götüremeyen babalar” operasyonu mu var?


O sıcaktan bunalan insanlara bugüne kadar havuzlar yapmayan, okullarında çocuklarına yüzme eğitimi vermeyen,  vatandaşını klima alacak ve çocuklarını tatile götürebilecek bir refah seviyesine ulaştıramayan yöneticilere de var mı bir operasyonunuz, şöyle helikopter desteklisinden? 

BAŞKASININ ŞEYİ

Tıp ilerliyor, hemen hemen her hastalığa çare bulunuyor. Tedavi sırasında olumsuzluklar yaşansa da bunca ilerlemeye rağmen hala alınacak yol var. Hastalığı tedavi etmek iyi de hasta psikolojisi eksik kalıyor bence. Hastalık konusunda, hastanın karşılaşabileceği olumsuzluklar hususunda doktorlarımızın sessizliği ise sürüyor. İşte bunlardan bir tanesi.

Belden aşağısı uyuşturularak ayağından ameliyat edilen bir arkadaşım anlatıyor:

-Ameliyattan sonra bacağımı elledim hiç bir şey hissetmedim. Adeta başkasının bacağını ellemişim gibi geldi bana.

Arkadaşım sonra kendini tutamamış bir de orasını tutmuş yerinde duruyor mu diye. Onu da anlattı:

-Şeyime de baktım ama o zaman da başkasının şeyini tutuyormuşum gibi geldi bana.


Hastalık, ameliyat, çekilen onca sıkıntı ve acılar tamam da bir erkek için “başkasının şeyini tutma” hissini yaşamak, bu ne dramdır yahu.

KAHROLSUN E-FATURA!

Toplumun bir kesimi şüphecidir, her yeniliğe kuşku ile bakar. İster ki, birileri önden gitsin, tehlike yoksa onlar da arkadan gitsin.

Diğer kesimi ise fedakardır, her yeniliğe koşar. Denemekten korkmaz, yeter ki toplum ilerlesin, ülke muasır medeniyet seviyesine ulaşsın.

Ben ikinci kesimdenim. Her yeniği merak eder içinde olmaya çalışırım. Ve her seferinde de hayal kırıklığına uğrar, sistemin ilk kurbanlarından biri olurum.

Son kurbanı olduğum husus e-fatura.

Efendim, dün bilgisayarıma internet hattı almak üzere bir telefon operatörü merkezine gittim. Bilinçli bir tüketici olarak da önceden konuya internette çalıştım da gittim. Ki orada gereksiz yere zamanını almayayım görevlilerin.

Evet, dediğim gibi bir telefon operatörü işlem merkezine gittim. Beni karşılayan görevli kıza ne istediğimi söyledim.

İlk hayal kırıklığımı orada yaşadım. İnternette baktığım kampanya sona ermiş, yenisi de daha pahalıymış, olsun.

Hemen bana önerilen faturalı hattı almaya razı oldum. Nüfus cüzdanımı verdim ve işlemler başladı. Anamın kızlık soyadını da söyledikten sonra, kız hattın barkodunu bazı evraklara yapıştırdı ve imzalayacağım yerleri gösterdi.

Bütün bunlar olurken de halkımızın yeni telefonlar üzerine bilgi alma çalışmaları da bir yandan devam etti. Uzun bir beklemeden sonra benim işlem tamamlandı, nüfus kağıdımın fotokopisi çekildi ve ben hattımı açtırmak üzere üst kattaki Nazan Hanıma gittim.

O beni tıpkı devlet dairelerinde olduğu gibi başka masalara gönderdi. Sonunda tekrar işlemi yapan kıza geldim. İşlem bitti nihayet derken kız:

-Bir sabit telefon, cep telefonu, elektrik, su, doğalgaz  faturası veya ikamet belgesi vermeniz gerekiyor.

-E-Fatura olur mu?

-Maalesef.

-Peki kardeşim, bize habire mesaj atıyorsunuz “doğayı koruyun, e-faturaya geçin” diye. Biz de onu yaptık. Elektrik su eski ev sahibi adına kayıtlı, diğerleri de e-mail adresime geliyor. İsterseniz bilgisayardan bakabiliriz.

-Olmaz efendim, bize fatura aslı lazım.

-Kalsın o zaman!

Evet Sevgili Dostlar, “doğayı çevreyi koruyalım, ağaçlar kesilmesin” diye e-faturaya geçmenin bedeli ağır oldu bana.

Siz siz olun öyle her yeniliğe hemen atlamayın. Şüpheci olun. Size ağaç resmi gösterip e- faturaya ikna eden firmalar, e- faturayı belge olarak kabul edene kadar da e-faturaya geçmeyin.

Benden söylemesi.

BU BENİM SEÇİMİM DEĞİL!

Bir şeyi yapmaya mecbur olmaktan nefret ederim.Fakat ne hikmetse, “demokrasi seçenekler rejimi” olmasına rağmen, sürekli bir şeyler yapmaya zorlanıyorum. Şimdiye kadar iki-üç liderin önüme koyduğu milletvekili ve belediye başkanı adaylarına oy vermeye zorlandım. Şimdi de yine iki-üç kişinin önüme koyduğu cumhurbaşkanı adaylarına oy vermeye zorlanıyorum.

Bana sorarsanız üçü de “Atatürk’ün koltuğu” saydığım cumhurbaşkanlığı koltuğuna uygun değil. Fakat ne hikmetse, koskoca meclisten oy verebileceğim bir aday çıkaracak 20 vekil çıkmadı.

“Şuna oy vermezsen buna yarar”, “oylar bölünür” gibi gerekçelerle oyumu almazsınız. Eğer demokrasi gerçekten “seçenekler rejimi” ise oy verebileceğim bir aday koymadığınız sürece bu benim seçimim değildir.


Ben bu işte yokum. Kendiniz çalın kendiniz oynayın…   
İmza: Halk...

SONUNDA BEN DE TARİHE GEÇTİM!

Dün hap kullanmama rağmen tansiyonum bir türlü düşmeyince, bir arkadaşım sarımsak yememi önerdi. İşyerinde sarımsak bulmak, onu tek başına yemek zor. İş çıkışı, sık sık oturduğum Eski Ev kafede bir çay içmeye oturdum. Garsona:

-Yemek de var mı sizde?

-Gözleme, tost türü şeyler var.

-Peki, cacık var mı, şöyle bol sarımsaklı?

-Yok, efendim, hayırdır?

-Tansiyonum yükseldi de. O zaman bana bir çay getir.

Garson çay getirmeye giderken patronu ile bir şeyler konuştular. Yanıma gelen patron:

-Abi, cacık yok ama malzeme var yaptırıyorum, dedi.
Birazdan büyük çukur salata tabağında kekikli, zeytinyağlı ve bol sarımsaklı cacığım geldi. Patrona:

-Çok değil mi bu?

-Abi yapmışken çok yapalım da düşsün tansiyonunuz. Sayenizde burada ilk defa cacık servisi yapıyoruz. Tam olsun istedim.

-Kafenin tarihinde ilk cacık yiyen benim yani.

-Öyle abi tarihe geçtin sen!

Kısacası, hizmet sektörü tansiyonumu düşürmek için elinden geleni yaptığı gibi beni tarihe de geçirdi.

Ha, diyeceksiniz ki “alt tarafı oturup bir yerde cacık yemişsin, tarihe geçecek başka şey bulamadın mı”.

Haklısınız, ikinci seferdir şartlarım tuttuğu halde cumhurbaşkanı olarak tarihe geçemeyeceğimi anlayınca ben de “ülkenin cacık tarihine geçeyim bari” dedim, hoşgörün.