SANAL SUÇA SANAL CEZA!

Son günlerde, sanal alemde işlenen suçlar nedeniyle tutuklamalar başladı. Medyadan öğrendiğimize göre de sayı onbinleri bulacakmış.

Fakat insanların bir tweet nedeniyle tutuklanmaları hem vicdanları sızlattı hem de tutuklamaların hukuki durumu tartışma yarattı. Yani bir tweeti ancak atabilen biri, hangi yazılım bilgisiyle delilleri karartabilecek?

Ya da asgari ücretle geçinebilen biri nereye kaçacak?

Bunları düşününce aklıma daha önce verilen “ekonomik suça ekonomik ceza” veya TV Kanallarını kapatmak yerine onlara verilen “belgesel gösterme” cezaları geldi.

Önemli olan kişileri suçtan caydırmak ise o halde sanal suç işleyenlere de kamuoyunun vicdanını sızlatmayacak, hukuka uygun ve de caydırıcı cezalar verilebileceği geldi. Yani kısacası, sanal suça sanal ceza.

İşte aklıma gelen bazı sanal cezalar:

-Hakaret suçu işleyenlere, hakaret ettiği liderin konuşmalarını paylaşma ve övme cezası.

-Başka isimle sağa sola salvo atış yapalara, gerçek adlarının teşhiri cezası.

-Küfür edip rahatlayanlara kibar tweet atma cezası.

-Fotoşoplu fotoğraf paylaşana, karnı içeri çekilmemiş profil fotoğrafı koyma cezası

-Bol bol vatan-millet-sakarya paylaşımı yaparak kamuoyunu yanıltana Şırnak’ta askerlik yapma imkanı.

-Irkçı paylaşım yapana, nefret ettiklerinin paylaşımlarını beğenme cezası.

Liste uzayıp gider ve eminim ki bu cezalar caydırıcı olduğu kadar suçu işleyeni anasından doğduğuna pişman edecek cezalardır.

Pişman olmayanlar için de şarj cezası, sanal alemden müebbeten men, hesap dondurma, şarkı indirmeme, film izleyememe gibi cezalar da verilebilir.

Önermesi  benden, uygulaması devletten.


Arz ederim.

ÇOCUKLA ÇOCUK OLMA KRİTERİ

Bir bayram ziyaretinde, bayramlaşma faslı bittikten sonra  üniversiteli oğlum, “telefonuyla baş başa kalmak üzere” diğer odada oynayan çocukların yanına gitti. Bir süre sonra  tekrar yanımıza döndü.

Dönüşte, diğer odadaki çocukların kendisine birlikte oynamak için aşırı ısrarları sonucu odadan ayrılmak zorunda kaldığını anlattı. Bir hayli de bozulmuş bu işe. Zira oğlum, “ben büyüğüm, sizinle oynamam” dedikçe çocuklar ısrar ediyorlarmış:

-Ama bize seni okuyor dediler!

Çocuk aklı; okuyorsan sen de çocuk sayılırsın ve de onlarla oynamak zorundasın.


Evet, oğlum iri cüssesiyle çocukların elinden kurtulup yanımıza gelebilmişti. Ancak onun hala çizgi film seyrettiğini ve hala bilgisayarda oyun oynadığını çocuklara söyleseydim, bu kadar kolay kurtulabilir miydi ellerinden, bilemiyorum.

IV.MURAT POLAT ALEMDAR’I SİLECEK Mİ?

Elliyi geçmiş biri olarak yeni nesile hep acımışımdır. Ne yedikleri yemek ne de kahramanları kahraman. Bizim Kartal Tibet’imiz, Cüneyt Arkın’ımız vardı. Bunlar at biner, kılıç sallar ve iyi karate bilirlerdi.
Yani kahramanlıklarının bir altyapısı vardı.

Oysa Polat Alemdar öyle mi? Cüssesiyle uyumu olmayan sert bakışlarıyla yanındaki 2-3 adamıyla sağa sola sıka sıka ilerliyor ve boyundan büyük işler hallediyordu. Yaptıklarında bir zeka belirtisi ararsanız o da yoktu. 

Bana göre hiç de inandırıcı değildi.

Yeni nesilin yediği-içtiği gibi kahramanı da hormonluydu kısacası.

Muhteşem Yüzyılda IV.Murat’ı izleyince bende bir şimşek çaktı.  Dedim nihayet yeni nesil de bir kahramana kavuştu.

Güç dersen alası var, elli kiloluk gürzle adam öldürüyor, kimsenin geremediği yayı geriyor, at biniyor, kılıç kullanıyor, adamlarıyla gece baskınlarına gidiyor. Cüsse dersen onda, yakışıklılık dersen onda. Bir kahraman için fazlası var eksiği yok.

Hamleleri zekice, annesine de kardeşlerine de, kadınlarına karşı da yumuşak ama tavizsiz.

En beğendiğim yönü de kendini tarifi:

-Sertliği zırh yaptım kendime!

Ey yeni nesil, sonunda karşına “adam gibi” bir kahraman çıktı. Yok, ben hala Polat Alemdar’ı kahraman görüyorum diyorsan yine de sen bilirsin.

Zira kahramanı Polat olanın gideceği yer asla Bağdat olmaz!


SIRA AHMET ALTAN’IN AŞÇISINDA MI?

Hıfzı Topuz’un Taif’te Ölüm kitabında dikkatimi çeken bir ayrıntı, Mithatpaşa’nın bir yardımcısının da onunla birlikte hapis yatması olmuştu. Bu kişi, paşanın hapishanede işlerini görüyordu; çay yemek vs.

Yine Mehmet Ağar Yenipazar Cezaevinde yatarken bir korumasının o uyuduktan sonra görevini yapmak üzere akşamları cezaevine girdiğini okumuştuk gazetelerde.

Bu çerçevede, ben Cumhuriyet Gazetesinin çaycısının da bu hizmetini yapmak üzere içeriye alındığını düşünüyorum bütün iyi niyetimle.

Yoksa, “Cumhurbaşkanına çay vermem” demenin bir tutuklanma sebebi olmayacağı kanaatindeyim. Zaten ne Erdoğan’ın çay içmeye o çaycının evine gideceği var ne de Cumhuriyet Gazetesine.

Bence devlet, çaycıyı tutuklayarak  içeriye attığı gazetecilerin mağduriyetini bir nebze azaltmak gayreti içinde; “Gazeteciler içeride  her şeyden mahrum yaşıyor, bari alıştıkları çaydan mahrum kalmasınlar”.

Böyle düşününce de aklıma bir zamanlar çalışanlarının maaşlarını ödeyemeyen Taraf Gazetesinde Ahmet Altan’a yemek yapmak üzere bir aşçı istihdam edildiği haberleri geldi.


Diyorum, yoksa sıra Ahmet Altan’ın aşçısında mı?

KELİMELERDEN ZEHİRLİ OKLAR YAPMAK!

İlk maça gittiğimde beni en şaşırtan şey, rakip takım taraftarlarının birbirlerine toplu halde küfürlü tezahürat etmeleri değil, her taraftarın karşı tribünden rastgele seçtiği birini hedef alarak yaptığı küfürlerdi:
-Ulan gözlüklü, ben var ya senin ananı…
-Beyaz gömlekli, senin ta sülaleni…
Yani, biri neden ömründe ilk defa gördüğü birine bu kadar nefret dolu sözler söyler ki?
İşin ilginç tarafı, bunu yapanların çoğunun da dışarıda gördüğünüzde saygın biri olduğunu düşüneceğiniz tipler olması.
Arada yalancıktan birbirine hücum etmeler falan. Ama biliyorlar ki aradaki tel örgüler ve polis buna izin vermeyecek. Bunun güvencesinde, içindeki  bütün kızgınlıklarını ve öfkelerini dışarıya vurmaya gelmiş seyirci. Maç bahane. Bunun içindir ki uzun süre maç izlemeye gitmedim.Sadece yıllar sonra oğlumu götürdüm birkaç sefer.
İşte, benim “sosyal medya çıkalı maçlarda seyirci azaldı” teorim de buna dayanıyor. Zira içindeki öfkeyi ve kızgınlıkları dışa vurmak için sosyal medya geniş olanaklar sunuyor ve gördüğüm kadarıyla toplum da bunu doya doya kullanıyor.
Tek fark, bunun stat dışına taşarak bütün toplumu ve toplum önderlerini de kapsayacak şekilde genişlemiş olması.
Eskiden televizyonda bütçe görüşmeleri seyretmek, tartışma programları izlemek modaydı. Çünkü liderlerin nükte dolu konuşmaları ilgi çekerdi. Küfür etme ve dövüşme ihtiyacını ise toplum statlarda ve kahvehanelerde giderirdi.
Şimdi, ne toplumda ne de kanaat önderlerinde nükteli konuşmalar, zeka dolu atışmalar kaldı. Gazeteler bile “şu liderden çok önemli açıklamalar” diye manşet atıyor. Eskiden sadece liderlerin konuşmaları verilir, açıklamanın önemli olup olmadığına halk karar verirdi. Yakında, “vallahi de önemli açıklama yaptı” diye manşet atılırsa şaşırmayalım.
Hele sosyal medya tam bir felaket; koca koca adamların-kadınların paylaştığı ağza alınmayacak cümleler bütün ülkeyi bir büyük stada çevirmiş durumda. Bir hanım spikerin bile küfürlü paylaşım yaptığı düşünülürse durumun vahameti ortada.
Ahmet Altan, bir romanında “kariyer umudunu yitirmiş şirket çalışanları, zekalarını kelimelerden ok yapıp birbirine atıyorlardı” diye bir cümle okumuştum.
İşte özlediğimiz bu; toplumun ve toplum önderlerinin zekalarıyla kelimelerden yaptıkları zehirli okları birbirine atarak kavga etmeleri. İlle de kavga gerekiyorsa.
Ben şahsen özellikle mecliste ve üniversitelerde kavga-dövüşe anlam veremiyorum. Çünkü dövüş, sözün bittiği yerde başlar. Eğer bir mecliste ve üniversitede de söz bitmişse toplum ne yapsın?
Aynı şey sosyal medya için de geçerli; statta tel örgüler ve polisin arkasında atıp-tutan seyirci gibi, sosyal medyada da sahte isimlerin arkasına ve teknolojiye sığınarak işkembe-i kübradan atıp-tutuyor gazeteciler, okumuşlar.
Ben kendi adıma, topluma, kanaat önderlerine ve sosyal medya arkadaşlarıma bir çağrı yapıyorum:

-Kavga edecekseniz, zekanızı küfür yerine kelimelerden zehirli oklar yapmak için kullanın. Yapmayacaksanız da susun. Bazen susmak da çok şey anlatır.

RAHMİ KOÇ’A DA BELEDİYE OTOBÜSÜ BEDAVA!

Son günlerde, önce bazı belediyelerin başlattığı, sonra da  6495 sayılı kanunda yapılan değişiklikle bütün ülkede yaygınlaştırılan “65 yaş, engelli ve vazife malulü ve yakınlarına ücretsiz seyahat kartı hakkı” uygulamasının kaldırılması için kampanya başlatılmış.

Sonuna kadar destekliyorum bu kampanyayı. Nedeni:

1-Sosyal devlet muhtaç olana yardım eden devlettir ancak muhtaç olana. Rahmi Koç ve 65 Yaşını doldurmuş Tüsiad üyelerini de kapsayan belli bir guruba gelirine bakılmaksızın ücretsiz hizmet sunarak bunun yükünü toplumun diğer kesimlerine yıkmak hiç de adil değil.

Diyeceksiniz onlar binmez.Ya binerse? Nitekim gayrımenkul zengini Küçük Emrah’ın annesinin de bu haktan yararlandığı, onun da “madem devlet bir imkan vermiş neden kullanmayayım” dediği basına yansımıştır.

2-Bir belediye başkanı, 2-TL otobüs ücreti olan şehrinde ortalama tahsilatın 90 kuruş olduğunu söylemişti. Yani bedavacılar olmasa demek ki otobüs ücreti 90 kuruşa inebilecek.

Bir gün otobüsün en ön koltuğunda oturmuş ve binenlerin kartlarından kaç lira düşüldüğü izlemiştim. Hayretle gördüm ki binenlerin neredeyse yüzde sekseni sıfır lira basıyordu.

Sonuç olarak, devletin muhtaç insanlarına sosyal yardım etmesi ne kadar görevi ise vatandaşlarına adil davranması ve ucuz hizmet sunması da o kadar önemlidir.

Ayrıca, indirim kartlarının belli saatler arasında geçerli olması da işe gidiş-gelişlerde “yorgun gençlerin” rahat ulaşımını da sağlayacaktır.


Bu nedenle  65 Yaş üzerindekilere bedava otobüs uygulamasına derhal son verilmesini bu hizmetin sadece muhtaç olanlara,  diğer yardımlarla birlikte  belli saatler için yapılmasını istiyorum ve bu kampanyayı da destekliyorum.

EKRANIMI KİRLETME!

Eskiden Can Ataklı'yı izlerdim, şimdi izlemiyorum. Zira onu izlemek için eskiden Tuba Emlek'e katlanmam gerekiyordu şimdi ise Cem Küçük ve Cemil Barlas'a.
Yanlış anlaşılmasın; her fikre saygılıyım ve bir konuda farklı fikirleri dinlemenin insanı zenginleştireceğine inanırım.
Ama tabi ki fikre.
Cumhurbaşkanı ve başbakanın o gün söylediği herşey konusunda fikrini değil de " söylemeye memur olduklarını" dinlemenin akıl sağlığımı tehdit ettiğini düşündüğümden bunları izlemiyorum.
Bir de sosyal medyada hangi "hastalıklı ruhun" ağzından çıktığı bilinmeyen ya da paylaşmaya memur edilenlerin "beyin yakan" paylaşımları var.
Bir çok arkadaş da bunlara tepki veriyor ve bu sayede bu paylaşımlar benim ekranımda da görünüyor.
Hayır, ben sosyal medya polisi değilim. Kim neyi paylaşır ve neye tepki verir beni ilgilendirmez.
Ancak "beynimi yakan" ve "akıl sağlığımı" tehlikeye sokan paylaşımlar ve programlar için"ekranımı kirletme" deme hakkımı kullanıyorum hepsi bu.