İDEOLOJİK MARKETLERE ARTAN İLGİNİN NEDENİ

Son yıllarda toplumun belli yaşam koşullarına yönlendirildiği bir gerçek. Örneğin en son değişik şehirlerde kaldığım otellerde, televizyonda belli kanalların ve mini barda da alkollü içkilerin kaldırıldığına tanık oldum.

Aynı şeyi marketler için de söylemek mümkün. İçki ve sigara reyonlarını kaldıran bazı marketlerin “ideolojik marketler” kervanına katıldığını görüyoruz. Fakat bu değişikliğin market müşterilerinde bir azalmaya neden olmadığını görüyoruz.

Bu husus uzun zamandır kafamı kurcalıyordu nedenini bugün buldum.

Efendim, fark ettim ki içki ve sigara içermeyen market faturaları diğerine göre epey düşük. Bu durum benim gibi faturalara “ürün bazlı değil de toptancı anlayışla” bakanlarda, bu marketlerin ucuz olduğu izlenimi yaratıyor.

Bu açıdan bakınca, müşterilerin ideolojik marketlere bakışı ideolojik değil daha ziyade psikolojik diyorum naçizane.


EHLİYET DEĞİŞTİRMEK EN BÜYÜK KABAHAT!

Çocukluğumda, bir şoför,  trafikte beğenmediği diğer sürücü için “parayla almış bu ehliyeti” derdi. O zamanlar ehliyet almak çok zordu. Hatta girdiği sınavda alamayanlar “yaktık dosyayı” derdi. Doğal olarak “dosyayı yakmak” istemeyenler biraz paraya kıyardı ve öyle alırdı ehliyeti.
Daha sonra sürücü kursları çıktı. Yine sürücüler başladılar söylenmeye:
-Parayla almış bu ehliyeti!
Bu sefer ehliyet parayla alınıyordu ancak yasal olarak.
Bugünlerde yeni ehliyet sahipleri için de söylenecek “parayla almış bu” sözü ve de sonuna kadar haklı olunacak. Zira para vermeden ehliyet almak asla mümkün değil de artık.
Efendim, benim 26 yıl önce bir sürücü kursuna giderek (Parayla) aldığım ehliyetim kırıldı. Ben de değiştirmek üzere harekete geçtim.
Önce 15-TL bankaya yatırdım. Ardından 20 liraya biyometrik fotoğraf çekildim. Daha sonra da aile hekiminin yolunu tuttum.
Buraya kadar her şey normaldi ve yeni ehliyetime şaibe bulaştıracak bir şey yaşamadım. Aile hekiminde de öyle.
Ve fakat her şey doktor hanımın beni göz ve KBB polikliniğine sevk etmesiyle başladı. Göz Hekimi vezneye 50-TL yatırmadan muayene etmedi. Daha doğrusu edemedi. Dediğine göre benim sosyal güvencem olmasa 32 TL ödeyecekmişim bir muayene için. Fakat ehliyet için hem 50-TL ödemem gerekiyormuş hem de sosyal güvencem bu muayene için geçerli değilmiş.
Neyse 50-TL yatırdık ve “gözlükle araç kullanabilir” raporumuzu aldık. Ardından gittiğim KBB Polikliniğinde duyma testi yaptırmam istendi ve önce vezneye uğramam söylendi. Gittim 50-TL muayene 33-TL de duyma testi parasını ödedim.
Tek tesellim kulaklarımın çok iyi duyduğunu öğrenmem oldu.
Bu arada öğrendim ki, aile hekimi beni 10 doktora gönderse, her biri 50 liradan 500-TL ödeyecekmişim. Ayrıca bu muayeneler için gerekli tetkikler için de ayrıca ödeme yapılacakmış.
Aile Hekimime dua ettim; ya beni kalp doktoruna gönderseydi? Kan tahlilleri, ekg, mr vs. evi satsam ödeyemezdim herhalde.
Uzun lafın kısası, kabahatler kanununa göre verilen para cezaları var biliyorsunuz.
Anladığım kadarıyla (devletimize göre) kabahatlerin en büyüğü ehliyet değiştirmek.

Haberiniz olsun! 

BİRBİRİNİ DİNLEMEYEN/ANLAMAYAN İNSANLAR TOPLULUĞU!

-Beyefendi, kulak misafiri oldum da…
-Kulağınızı şiddetle kınıyorum hanımefendi!
Daha önce yan masada oturan bir kadınla yaptığım bir konuşmaydı bu. Ve fakat bugün kendi kulağımı da kınamak durumundayım. Zira ben de bugün yan masaya kulak misafiri oldum daha doğrusu olmak zorunda kaldım. Çaresizce telefonda konuştuğu kişiye bas bas bağıran kadını duymamak mümkün değildi zira.  
-Anne, ikinci noterde elektirkler kesikti üçüncü notere gittik!
-…
-Hallettik anne merak etme!
-…
-Elektrikler kesikti diyorum sana!
-…
-İşi hallettik anne, ne fark eder ha ikinci noter ha üçüncü noter?
-…
-Bağırma anne, hallettik daha ne istiyorsun?
-…
-Sen hep böyle yapıyorsun zaten!
Efendim, anladığım kadarıyla yan masadaki orta yaştaki kadın ve kocasının noterde bir işi varmış. Gittikleri noterde elektrikler kesik olunca diğer notere gitmişler ve işlerini orada halletmişler. Ve fakat kadın bilgi vermek için aradığı annesine bir türlü anlatamıyor neden diğer notere gittiklerini.
Düşündüm de kadının başına gelen hemen hemen her gün bizim başımıza da gelmiyor mu? Ya da açın televizyonu, haberlerde, dizilerde ve tartışma programlarında da benzer durumlar yaşanmıyor mu?
Ah teyzem, kızın işini halletmiş, bildiğim kadarıyla noterler arasında iş açısından bir fark yok, masraflar da aynı.
Değer  mi onu kocasının yanında rencide etmeye, değer mi kızının sinirlerini bozmaya, değer mi yan masada oturan bana da bu blogu yazdırmaya?


ESAS DERBİ PKK VE IŞİD ARASINDA!

Tam olarak çetelesini tutmadım ama son bir yılda aklımda kalan bombalı saldırılar ve muhtemel failleri şöyle:
Reyhanlı-IŞİD
Suruç-IŞİD
1.Ankara Saldırısı-IŞİD
Çınar-PKK
2.Ankara Saldırısı-PKK
Sultanahmet Saldırısı-IŞİD
3.Ankara Saldırısı-PKK
İstiklal Caddesi-IŞİD
Görüldüğü gibi Irak ve Suriye’de PKK ve IŞİD arasındaki mücadele ülkemizde de devam ediyor ve maalesef kurbanlar da bizim insanlarımız veya bizi ziyarete gelmiş turistler.
Artık o hale geldi ki PKK ve IŞİD arasındaki rekabet, bizim dünyanın sayılı derbileri arasında yer alan GS-FB derbisinin iptal edilmesini gerektirecek  boyutlara ulaştı.
Eskiden yaşlı amcalar vardı ve camı açarak bize bağırırlardı:
-Gidin topunuzu başka yerde oynayın, kafamız şişti!
Beklentimiz odur ki yöneticilerimiz de camı açıp bağırsınlar artık:
-Gidin bombalarınızı başka yerde patlatın, derbinizi başka sahada oynayın. Bizim insanlarımıza da dokunmayın. Bizim derbimiz bize yeter!



İNGİLTERE ÇIKSIN BİZ GİRELİM!



İngiltere, Avrupa Birliği'nde kalıp kalmayacağını oylamak için 23 Haziran'da referanduma gidecekmiş.


Bizim kırk yıldır kapısında girmek için beklediğimiz Avrupa Birliğinden çıkmaya çalışanları görünce içim bir tuhaf oldu tabi ki. Her zaman kendim için yaptığım “doğru mu yapıyorum” sorgulamasını ülkem için de yaptım.


Ancak yazımın konusu AB’ye girilmeli mi girilmemeli mi değil. İngiltere’de yapılacak referandumdan çıkacak sonucun bize ne yararı olabilir onu düşündüm.


Efendim, biz yıllardır AB kapısında beklerken başka ülkelerin üye yapılmasını nasıl açıklıyorlardı bize?


-Aldığımız ülkeler küçük ülkeler, sizin nüfusunuz fazla, entegrasyonunuz zor olur!


Ey Ab Yetkilileri, işte fırsat ayağınıza geldi. Eğer İngiltere’de yapılacak referandumdan ayrılma kararı çıkar da 2017 sonunda üyelikten ayrılırsa Ab nüfusu 53 milyon düşecek. Onun yerine bizi alın üyeliğe. 30 Milyon fazlalığımızı da yeni bir küçük ülkeyi üyeliğe almış sayarsınız olur biter.


Hem biz öyle İngiltere gibi burun büyüklüğü de yapmayız. Hemen Euro’ya geçeriz. Yani daha iyi entegre oluruz. Ayrıca bütün mültecilerinize de biz bakarız.(Tabi ki ücreti mukabil)


Hadi Avrupa kaçırma bu fırsatı!


DEVLETLEŞTİRME Mİ BAŞLIYOR?

Fakültede “asgari ücret devletin çalışma hayatına müdahalesidir” diye öğrenmiştik. Ancak müdahale öyle yasa çıkararak değil, işgücü talebini artırarak yapılabilirdi aksi takdirde kayıt dışı çalışmaya neden olurdu bu müdahale.

Bir süredir de et fiyatları ile ilgili benzer çabalar da bu nedenle sonuçsuz kaldı. Zira fiyatlara müdahale ancak arzı artırarak mümkündür ve bugün Et ve Süt Kurumunun piyasaya anlamda müdahale edeceği duyuruldu. Zaten spekülatörlerin uzun zamandır yaptıkları da buydu tıpkı ucuzlayan domates ve sütü dereye dökenler gibi.

Dikkatimi çeken ise serbest piyasacı liberallerin buna sessiz kalmaları oldu. Tıpkı özelleştirmelerin ülkeye ne getirip ne götürdüğü hususunda gösterdikleri sessizlik gibi.
Fazla detaya girmeyeceğim sadece geçen otobüs şoförlerinden duyduğum   bir olaya aktaracağım.

Efendim, Karadenize sefer yapan firmalardan biri, yine Karadenizde bir şehrin otobüs terminalini işletmeye başlamış. İlk iş olarak da terminale giren otobüslerin giriş ücretini 250-TL yapmış. Rayicin yaklaşık on katı.
Rakiplerini bu şekilde bertaraf etmeyi amaçlıyor anlaşılan.

Bu durum ne kadar serbest piyasa ile bağdaşıyor bilmiyorum ancak devletin elini çektiği bütün sektörlerde durum hemen hemen aynı. Elektrik faturası olmayan haber bülteni kaldı mı?

Demem o ki, serbest piyasa o kadar da serbest değil. Fırsatı eline geçirenin istediği gibi at oynatabildiği bir piyasa haline geldi ve her sektörden vatandaşı feryat ettirecek uygulamalar peşpeşe geldi ve sonunda devlet de müdahale etmek zorunda kaldı.

İlk müdahale et piyasasından başladı.

Devamı gelir mi?


Bekleyip göreceğiz!

HERŞEY YER DEĞİŞTİRDİ YA GELENEKLER?

Yazmaya başlamadan her seferinde içimi bir korku kaplar. “Yazacak başka şey bulamadın mı, bula bula bunu mu buldun yazacak” şeklinde alacağım tepkiler elimi kolumu bağlar.

Fakat sonunda “bazı şeylerin sadece benim başıma geldiği ve bunun mutlaka yazılması gerektiği” inancı ağır basar ve yazmaya başlarım. Bu sefer de öyle oldu.

Efendim, ben misafirim. Bir arkadaşla bir yere çay içmeye otururken kapıda arkadaşımın iki komşusuna rastladık. Ben misafirlerin de misafiri olarak bir masaya oturtuldum.

Tam çaylarımızı yudumlarken bir sonraki programa geç kalma kaygısı ile saatime bakmak üzere elimi cebime attım. Ve fakat ne mümkün. Elimi cebime atmamla iki elin cebimin üzerinde baskı oluşturması bir oldu. Aynı anda da sert ifadeler:

-Ne yapıyorsun, sen misafirsin!

Tam, “misafir saate bakamaz mı” diye şaşkın şaşkın düşünürken jeton düştü; arkadaşım ve komşusu benim hesabı ödeyeceğimi sanarak cebimden  para çıkarmamı engellemeye çalışıyorlardı.

Oysa çağ değişti, her şeyin de yeri değişti; saat, takvim, fotoğraf makinası, bilgisayar telefona taşındı, telefon cebe, cepteki para cüzdana ve hatta cüzdanın orta bölümüne değil yan taraftaki kredi kartına taşındı.

Anladım ki her şey yer değiştirmesine karşın gelenekler yerinde duruyor:


-Sen misafirsin hesap ödeyemezsin!

YARALIYI ALMAYAN TAKSİCİLER!

Son Ankara Saldırısından yaralı kurtulan bir vatandaş, kendisini almayan taksicilere sitem etmiş.
Aynısı daha önce benim başıma da geldi. Yaralanan bir komşumuzu hastaneye götürmek için taksicileri ikna edememiş bir başka komşunun arabası ile hastaneye yetiştirmiştim.

Anlıyorum, arabanız kirlenecek, koltuklarınıza kan bulaşacak, yaralıdan paranızı da alamayacaksınız. Ancak karşınızdaki de insan, hastaneye yetiştirilmezse de ölecek.

Hayatta bazı şeyleri tekrar ettiğini gördükçe gerçekten üzülüyor ve umutsuzluğa kapılıyorum.

Ey Şoförler odası ve diğer yetkililer. Çözüm basit. Eğer arabanızı bir servise götürmüşseniz orada servis görevlilerinin arabanın koltuklarına örtü sererek oturduklarını ve bu sayede arabanın koltuklarına görevlinin üzerindeki kir ve pasın bulaşmadığını da hatırlarsınız.

Size önerim taksicilere ve hatta diğer sürücülere araba örtüsü bulundurma zorunluluğu getirirseniz, yaralı da kurtulur mesleğiniz de bu utançla yaşamak zorunda kalmaz. Ayrıca yaralı götüren taksicilerin ücretini de oluşturacağınız bir fondan karşılayabilir ya da devletten tahsil edebilirsiniz.

Evet, çözüm basit. Yeter ki siz yapmak isteyin!

MUSUL SU İLE GERİ ALINACAK!

Uzun zamandır aynı haber veriliyor:

-Musul Barajı çökebilir, yüzbinlerce insan ölebilir!

Açıklamayı yapan da sadece ABD’li yetkililer. BM, İnsan Hakları Örgütü vs. gibi başka kaynaklardan doğrulama yok.

Daha önce baraj IŞİD’in elindeyken de “IŞİD Musul Barajını patlatacak” haberleri de var bol miktarda.

Düşünüyorum da, haber ilk çıktığı anda barajın suyu boşaltılmaya başlansa şimdiye barajda su da kalmazdı yüzbinlerce insan için tehlike de.

O halde başka bir şey var bu işin içinde.

Anladığım kadarıyla, ABD Musul’u geri almak için kara gücü bulamıyor; kendi askerini getiremiyor, Suudi Arabistan’ın “İslam Ordusu” projesi fos çıktı, Türkiye’yi ikna zor.

Geriye kalıyor Musul’u savaşmadan terk eden Irak askerleri ile Peşmergeler. Onların da kendine hayrı yok. Ayrıca geçen okuduğum kadarıyla, Irak ordusundaki sunni askerler Musul için savaşabilirmiş aksi takdirde Musul Halkı asla teslim olmazmış. Bu arada Musul gibi büyük bir şehrin şehir savaşı ile ele geçirilmesi aylar alır ve maliyeti de büyük olur.

Eh bu durumda geriye fazla seçenek kalmıyor; ya Musul’a nükleer bomba atacaksınız ya da Musul Barajını patlatıp Şattülarap’tan ceset toplayacaksınız. Sonra da “biz uyarmıştık tedbir almadılar” diye propaganda yapacaksınız.

Olur mu?


Olmaz diyemiyoruz maalesef!

KEMALABİ ARAMADI!

Bizim meslekte abi denmez ama ben ona diyorum zira abi-kardeş olduk artık.

Efendim, Kemal Abi 8 Yıl önce emekli oldu. Süresini tam olarak tespit edemediğim aralıklarla beni telefonla arıyor. Sohbet ediyoruz. Genelde onu bilmem de benim yüzümde bir gülümseme kalıyor telefonu kapattıktan sonra.

Ve fakat tek taraflı bir ilişki bizimkisi. Eğer o an müsait değilsem “sonra ararım” derim fakat  Kemal Abi asla açmaz telefonu. Konuşmak için sonraki aramasını beklemem gerekir.

Ha, bir de Kemal Abi aradığında daima arka fondan sokak sesi gelir. Anladığım kadarıyla Kemal Abi mutat yürüyüşü sırasında arıyor beni.

Ve görüşmelerimiz aniden sona erer, bilirim ki Kemal Abinin otobüsü gelmiştir.

Bazen de vedalaşır, telefonu kapatmadan tekrar konuşmaya başlar. Anlarım ki Kemal Abinin otobüsü dolu geçmiştir ve bir sonraki otobüs gelene kadar konuşmaya devam edecektir.

Epeydir bir eksiklik hissediyordum düşününce buldum; Kemal Abi aramadı uzun zamandır. Sesini de anlattığı hikayelerini de özledim.

Başına bir iş mi geldi?


Arasam açar mı acaba?

BENCİL OLMAYAN BİR SEVGİ!

Yaşamdaki tekdüzelik hayvanseverlikte de devam ediyor maalesef; çevre örgütleri için varsa yoksa deniz kaplumbağası, sosyal medyada kedi-köpek.
Kuşları severim ben. Ama onları kafese kapatan bencil bir sevgi değil benimki; uzaktan. Seslerini dinleyerek, fotoğraflarını çekerek seviyorum ben onları.
Ne demişler?
Uzaktan sevmek aşkların en güzeli!