DERİN DEVLET, DERİN PKK, DERİN VATANDAŞ!

Ceylanpınar’da uyurken kafalarına sıkılan kurşunla şehit edilen polisleri PKK öldürmemiş. Kendilerine bağlı olmayan, bağımsız hareket eden yerel birimler yapmış, yani Derin PKK.

Devlet görevlilerinin yasa dışı yaptıkları işleri de Derin Devlet yapıyor malum.

Irak’ta, Suriye’de kafa kesmeleri, köle pazarı kurmaları ve diğer vahşeti de Müslümanlar yapmıyor Derin Müslümanlar yapıyor. Pardon bu sefer “Derin” yok IŞİD yapıyor. İslam adına yanlış yapan IŞİD.

Ve fakat bunca yapılan yanlış işleri önlemeye dönük tedbir alan da kınayan da. Ne devlet Derin Devletin peşinde, ne PKK Derin PKK’nın peşinde ne de Müslümanlar kendi adına yapılan yanlışların peşinde.

Düşünüyorum da, biri benim adıma yanlış yapsa ne bileyim örneğin birini dolandırsa, yanlış yapanın üzerine gider gerekirse adli mercilere başvururum.

Bunlar ne yapıyor? Adının başına “Derin” koyarak işin içinden sıyrılmaya kalkıyorlar.

Ne yapsak, biz de bunlara “Derin Vatandaş” olduğumuzu mu göstersek?

İNGİLTERE’DE OLMAYAN TRAFİK TABELASI!

İngiltere’de, 69 Yaşındaki Lordlar Kamarası Başkan Yardımcısı Londra’daki evinde verdiği seks partisinde hayat kadınlarıyla uyuşturucu kullanırken yakalanınca istifa etmiş.

Benim ilgimi çeken ise, Sayın Lordun görüntülerdeki “yoldan çıkmak istiyorum” şeklindeki sözleri.

Bizim memlekette, kendi durumuna bakmayıp başkasına acıma geleneği vardır ve genelde “yazıııkkk” diye ifade edilir.

Ben de bu lorda acıdım şimdi. Adamcağız, bunca sene okumuş, çalışmış, çabalamış ve daima otobandan dosdoğru gitmiş. Yaş 69’a gelince de hayatta başka yollar olduğunu fark etmiş.

Anlaşılan İngiltere’de yollarda “köprüden önce son çıkış” tabelası yok.

Varsa da arabayı devamlı şoförü kullandığı, kendisi de arabasının arka koltuğunda işle ilgili raporları okuduğu için görememiş olabilir.

E, köprüdeyken yoldan çıkmak isteyince de kendini Times nehrinin sularında bulmuş adamcağız.

Ne diyelim? Yazıııkkk!


BELEDİYE OTOBÜSÜ MASUMDUR!

Terör eylemi, mesajını bizim gibi sıradan insanlara vermek için yapılsa da elli yıllık ömrümde terörün hiçbir mesajını tam olarak aldığımı sanmıyorum.

Yıllardır dehşetle izlediğim eylemlerin mantığını da anlayabilmiş değilim.

Örneğin belediye otobüsü yakılması.

Terör eylemlerinin bir amacı ve hedefi olduğu varsayıldığında, molotofla yakılan bir otobüsün içindeki yolcu ve şoförün protesto edilen konuyla bir alakası yok.

Ses getirmek derseniz, o otobüsü yakılan gariban mahallelinin hiçbir konuda sesi dinlenmemiş ki otobüsü yakıldı, korktu ve mağdur oldu diye yükselen feryatları duyulsun.

Kamuya zarar vermek derseniz, o kenar mahallede oturanlara zarar vermiş olursunuz. Onların eylemden sonra daha külüstür bir otobüsle işe gitmeleri ise hangi amaca hizmet eder bilemiyorum.

Hayır, hiçbir terörist eylemi desteklemiyorum, mantıklı da bulmuyorum. Sadece otobüs yakanlara, “belediye otobüsleri masumdur, kimseye bir zararları olmamıştır şimdiye kadar” diyorum.


Dinleyen olursa tabi.

NEDEN ÖLMEDİN, İŞİM ÇIKTI!

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz bilmiyorum. Bugün birkaç kişinin neden ölmediğini izah eden açıklama okudum; kiminin telefonu çalmış, kimi başka yere cenazeye gitmiş vs.

Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve Libya’da kimseye “neden ölmedin?” diye sorulmuyordur eminim. Zira orada bol miktarda ölüyor insanlar ve ölüm isteyenler de tatmin oluyordur herhalde.

Türkiye’de ise bir türlü kan isteyenleri tatmin edecek miktarda insan ölmüyor olmalı ki asla “neden öldün” sorusu sorulmuyor. Bu soruya yanıt alınamayacağı için olsa gerek kalanlara “neden ölmedin” diye soruluyor.

Bu kafayla bu ölümler ne zaman biter dersiniz?


Bazıları Türkçede “İyi ki yaşıyorsun” cümlesinin varlığından haberdar olduğu zaman!

NE İŞ OLSA YAPAN BLOGCU!

Çocukluğumu genelde kitap okuyarak geçirdiğim için sokakta top oynamışlığım pek yoktur. O nedenle ömrümde attığım gol beşi geçmez. Fakülte yıllarında, mecburiyetten sayı doldurmak için alındığım takımlarda yaptığım hareketler alay konusu olmuştur.

Bir defasında, futbolla ilgili bir konuda verdiğim cevap yıllarca “Erkan sen futboldan anlarsın” şeklinde slogan haline gelmiştir. Fakat aradan yıllar geçmiş, Erkan büyümüş, blog yazmaya başlamış ve bir gün futbolla ilgili yazdığı yazı Milliyet Skorerde yayınlanmış hatta google’da arandığında skorer yazarları arasında olduğu görünmektedir.
O da  bunu arkadaşlarına göndermiş ve “evet ben futboldan anlarım, var mı sizin spor yazarlığınız” demiştir.

Bazı konularda yazdığım bloglar,  blog alemini aşmış, diğer internet sitelerinde yayınlanır hale gelmiştir. Örneğin diziler üzerine yazdığım yazıları okuyan bazı otoriteler, “sizin dizilere farklı bir bakışınız var, yazılarınızı bizim sitede yayınlayabilir miyiz” demiş ve benim onayımla yazılarım dizi sitelerinde de yayınlanmıştır.

Bu yayınlar karşılığında herhangi bir telif ödenmemiş, sadece oralarda yer alan “yazarın diğer yazıları” ibaresiyle tatmin olunmuştur.

Geçen gün de yine bir mail aldım.”Yeme-içme konusunda yazdığınız yazılar dikkatimizi çekti. Sizi platformumuza bekliyoruz” deniyordu mailde.

Düşünün nasıl bir yeteneğim varsa, “sütlacın neden yapıldığını bilmeyen” üç kadınla ilgili yazdığım yazı onca yemek tarifi yapılan platformun dikkatini çekmiş ve yazılarımın oralarda yayınlanması teklif edilmiştir.

İşten güçten vakit bulsam diğer blogerlerle polemiğe girip gençliğimizde özendiğim “Uğur Mumcu-Nazlı Ilıcak atışmalarını” bile gerçekleştirme olanağı veriyor blog yazarlığı insana.

Demem o ki, blog yazarlığı, ömründe beş gol atmış insanı spor yazarı, hayatında yumurta kırmamış birini “yeme-içme uzmanı” ve dizi seyrederek fikrini yazanı da eleştirmen yapabiliyor.


İnanmayan adını yazıp google’a baksın.

BAHÇELİ BUNU DA MI FLU GÖRÜYOR?

Bundan yüzyıl sonra değeri anlaşılacak bir siyasetçi varsa o da bence Devlet Bahçeli. Zira, tarih bize yaşadığı zaman değeri bilinmeyenlerin değerinin sonradan anlaşıldığını göstermektedir.

Tek sorun, Bahçeli’nin siyasetçi olması. O nedenle değeri yaşarken anlaşılmalı ki seçmen oy verebilsin o da iktidar olsun.

Seçmenin yüzde 16’sı değerini anlayıp ona oy verse de benim gibi geriye kalan yüzde 84 seçmen için hala anlaşılmaz bir siyasetçi Bahçeli.

Örneğin 2002 Yılında tam ekonomik önlemlerin semeresinin görüleceği bir zamanda neden ülkeyi erken seçime götürdü ve ortakları ile birlikte baraj altında kaldı?

2002 Seçim akşamı istifa ettikten sonra bir gazetecinin “tekrar dönecek misiniz?” sorusuna “dönecek insan istifa eder mi hanımefendi” dedikten sonra neden geriye döndü?

2015 Seçiminde meclise giren 80 Milletvekilini neden flu görüyor?

MHP, tek başına iktidar olsa, flu gördüğü vekillere oy veren  6,5  milyon insanı da mı flu görecek?

En son sorum da, Suruç’ta ölen ikin genç kızdan birinin Cemevinde diğerinin  Camide namazı kılındıktan sonra yan yana aynı mezara gömüleceklerini öğrendik.


Sayın Bahçeli, ölen kızların ana-babalarının bu tavrını da mı flu görüyor merak ediyorum doğrusu.

CEM YILMAZ BU SEFER GÜLDÜRMEDİ!

Aziz Nesin, böyle durumlar için “ben gemide keman çalıyorum fakat gemi su almaya başlayınca, keman çalmayı bırakıp suyu boşaltmaya yardımcı olmak zorunda kalıyorum” diyordu.

Dün de 32 gencimizin katledilmesinden sonra bütün internet sitelerinde olayla ilgili haberlerin hemen altında Cem Yılmaz’ın şu açıklaması yer aldı:

-İnsan olan yapmaz diye bildiğimiz her şey, bizi yalancı çıkarıyor. Yazık oldu. Teröre 
lanet olsun.

Cem Yılmaz bir skecinde, genelde komedyen cenazeleri için atılan “bu sefer güldürmedi” manşetlerini eleştirmiş ve “adam ölmüş, niye güldürsün, bitmedi mi mesai” diye tepki göstermişti.

Bu sefer kendisi ölmeden böyle bir manşete konu oldu maalesef.

Bir ülke düşünün ki, komedyeni güldüremiyor, şarkıcısı konserini iptal ediyor. Çünkü bu ülkede sürekli gençler ölüyor hem de hunharca ölüyor.

Komedyeni güldürmeyi bırakıyor, şarkıcısı da şarkı söylemeyi ve hep birlikte yas tutuyor. Suudi Arabistan Kralı için yas tutan devlet ise kendi vatandaşlarının ölümü hakkında sadece konuşuyor.


Kimse bana “dünya konjonktürü böyle, etrafımız ateş çemberi” demesin. Bu ülke 6 milyon insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşını tek vatandaşının burnu kanamadan atlatan yöneticiler de gördü.

FIRINDA SÜTLAÇ NEDEN YAPILIR?

Dün sabah yan masamda oturan ana-kız ile garson kızın konuşmaları:

-Hoş geldiniz, ne alırsınız?

-Sütlaç var mı?

-Bir sorayım.

-Sütlaç yokmuş, fırında sütlaç varmış.

-O da pirinçten mi yapılıyor?

-Bilmiyorum, içeriye sorayım.

-Sor, pirinçten yapılmıyorsa yemeyeyim. Pirinçli bir şey yemem lazımmış.

-Fırında sütlaç da pirinçten yapılıyormuş efendim!

Bu söz üzerine, ana-kız ile garson kız katıla katıla gülmeye başladılar. Benim ise hiç gülecek halim yoktu:

-Sütlacın pirinçten yapıldığını bilen fakat fırında sütlacın başka şeyden yapılmış olabileceğini düşünen, sütlacı sevdiği ve istediği için değil bir şeye iyi geleceğini düşünerek yiyen bir anne.

-Sütlacın ve fırında sütlaçın ne olduğundan ve de nasıl yapıldığından bihaber kız ve aynı yaşlardaki garson kız.

-Çalıştığı yerde ne satıldığından habersiz bir garson kız.

Anladım ki bilgi toplumu oluşumuz, “nasılsa google’a sorarımdan” ibaret.


ŞOV YOKSA YARDIM DA YOK!

Yokluğun ne demek olduğunu iyi bilirim, istemenin de ne zor olduğunu. Fakat Allaha şükür kameralar önünde yardım almışlığım yok. O nedenle yapılanın ne manaya geldiğini, sadece yardım alanların yüzlerinden okuyabiliyorum.

Sözde “bir elin verdiğini öbür el görmeyecek”ti. Şimdi herkes görüyor. Hatta “herkesin görmediği yardımın ne anlamı var” a geldi hadise.

Hayır, bütün suçu fotoğraftaki şahsa yükleyecek değilim: Daha iki gün önce gazetelerde en hayırsever işadamlarının çarşaf çarşaf yaptıkları yardımlar yayınlanmadı mı? İtiraz edeni gördünüz mü?

İşadamları, yöneticiler hatta yardım kuruluşları medya önünde yardımseverliklerini sergilemekte bir sakınca görmüyorlar. Ne de olsa çağımız imaj çağı ve görsellik ön planda.

Bu meyanda, şehit ailesine oğlunun şehit olduğunu kameralar eşliğinde haber vermeye gidenleri düşününce “bu da bir şey mi” diyorum.

Hatta hastaneye kaldırılan yaralıların dekoltelisini basan medyamız aklıma gelince buna da şükür diyorum.

Evet, aman yardım olsun da şovu da olsun diye de düşünülebilir. Ya da “yiyorlar ama fakire de veriyorlar” diye teselli de bulabiliriz.

Bu arada gördüğüne inanan vatandaş da en hayırsever olanların şov yapanlar olduğuna inandığı için de gerçek hayırseverler gölgede kalır. Hatta bütün varlığını yetim çocuklar için kurduğu vakfa bırakan Aziz Nesin de kötü adam olarak yer alır zihinlerde…


YUNANİSTAN’IN (ÖĞRENİLMİŞ) ÇARESİZLİĞİ!

Gazetenin manşeti aynen şöyle:

-Ye-iç-yat dönemi bitti, çalış-öde-sat dönemi başladı!

Anladığımız kadarıyla, Yunanistan, şimdiye kadar yemiş,içmiş yatmış, bundan sonra çalışacak ödeyecek ve satacak böylelikle düze çıkacak. Çünkü öyle emrediliyor alacaklıları.

Peki, bu size tanıdık geliyor mu?

Şöyle etrafımıza ve biraz yakın geçmişe bakınca ne görüyoruz? Üretmek yerine tarımsal destekle ayakta duran köylümüz, ekonomik kriz nedeniyle satmak zorunda kaldığımız KİT’ler, bunun sonucu artan işsizlik size de tanıdık geldi mi?

Hayat bana yaptığım askerlikte ve fakülte sonrası yaşadığım işsizlik döneminde çaresizliği öğretti, yani öğrenilmiş çaresizliği. Yaşamımın bundan sonrası da hep aklımda oldu askerlikten kaçılamayacağı ve işsizliğin ne kadar kötü bir şey olduğu.

Yalnızca insanlara öğretilmiyor çaresizlik, ülkeler de bundan alıyor nasibini; AB üyesi de olsan, büyük devletlerin sana dayattığı şeyleri yapmak zorundasın. Onlara karşı gelecek partileri iktidara da getirsen, referandumda % 61’le isteklerini kabul etmiyorum da desen onlar öyle güçlüler ki istediklerini yapmazsan bankaların önünde 60 euro için kuyrukta beklersin, biraz daha diklenirsen aç kalırsın.

Nasıl Arap Baharının o ülke halkı için bahar olmadığı artık anlaşılmışsa Avrupa’daki sol isyanın da işe yaramayacağı anlaşılmıştır.Daha doğrusu Yunanistan üzerinden diğer ülke halklarına sopa gösterilmiştir.

“Ne yapmak lazım, isyan edilmeyecek mi?” diyecek olursanız, AB’ye girdik diye ya da İMF borç verdi diye alınan kaynakları tüketmek yerine üretime aktarmak, borç karşılığı 90 yılda kurulan büyük devlet işletmelerini on yılda satmak yerine onları iyileştirmek, devlet desteği alıyorum nasılsa diye tarlaları boş bırakmak yerine üretmek, dayatılan düşük kur nedeniyle ithal ürünlere  değil yerliye rağbet etmek gerekir kanımca.

Yoksa bir gün deniz biter ve “ye-iç-yat dönemi bitti çalış-öde-sat dönemi başladı” denir bize de.


Benden uyarması…

EFSANE OLMUŞ DİYET BAŞARILARI!

İnternette en sevdiğim şey bir sayfadan çıktığımda karşıma çıkan “başarıyla çıkış yaptınız” yazısı. Akşama kadar görüyorum bu yazıyı ve çok mutlu oluyorum. Neticede ellisinden sonra “başarı” kelimesi ile karşılaşmak çok da kolay bir şey değil.

Yine Milli Piyango çekiliş sonucuna bakmak da çok mutlu ediyor beni. Amorti bile kazansanız karşınıza kocaman yazılar çıkıyor: “Tebrikler kazandınız”. Bir yandan da ekran yanıp sönüyor. Sonuçta ödediğiniz parayı geri alsanız da tebrik edilmek, kutlanmak güzel bir şey.

Geçen gün de uzun zamandır haber alamadığım bir arkadaşın adını Google’da aradım. Efsane diyet başarılarının anlatıldığı bir sayfada adına rastladım. Baktım ad, soyad, boy, yaş ve kilo bilgileri doğru. Fakat arkadaşın bu diyet başarıları sitesinde yer almasını sağlayan “verdiği kilo” bilgisi çok ilginç: 0,19 KG vermiş arkadaşım. Yani 190 gram.

Eh, madem ortada bir başarı var ve marifet de iltifata tabi, derhal kendisini aradım:

-Tebrik ederim!

-Hayırdır?

-190 Gram vermişsin.

-Ne 190’ı, ne gramı?

-İnternette gördüm. Bu başarın sanal aleme de taşınmış.

Arkadaş kendisiyle dalga geçtiğimi sandı fakat dediğim yöntemle arayınca 190 gram verdiği için “efsane diyet başarıları” sitesinde yer aldığını gördü. Sonra hatırladı, meğer bir yakınının tavsiyesi ile bu siteye girmiş sonra  girdiğini de yazdığını da unutmuş.

Yukarıdaki örneklere bakınca, insanların ve özellikle de gençlerin neden bilgisayar ve telefonlarının ekranlarından başlarını kaldırmadıkları anlaşılıyor. Bizim gibi sürekli etrafını eleştiren, ne yapsanız memnun olmayan ve asla takdir etmeyen bir toplumda, insanların kendilerini başarılı gören ekranlara yönelmesi doğal.

Ayrıca zevkli de. Bütün icatları başka toplumlar yapsın sen kullan, bütün Nobelleri başkaları alsın ancak sen bir sayfadan çıkmak için “çıkış” ı tıkladığın için başarılı ol, amorti kazandığın için tebrikleri kabul et ve 190 gram verdiğin için de “efsane diyet başarıları” sitesinde adın geçsin.


Ne güzel…

DÜNYANIN EN ZALİM BALIKLARI!

Cumhurbaşkanı, Anadolu Ajansı, Çin ve Tayland  aksini söylese de ülkemizdeki “Uygur Türklerine uygulanan zulme” tepkiler sürüyor.

Zulmün hesabını sokaktaki çekik gözlü turistlerden sorma eylemleri devam ederken geçen akşam da sıra 200 Uygur Türkünü Çin’e iade edileceği söylenen Tayland Fahri Başkonsolosluğu da protestolardan nasibini almış.

Konsolosluktaki her şey kırılıp dökülmüş. Duvardaki Atatürk fotoğrafı ile bir akvaryum  da saldırıdan nasibini almış. Akvaryum kırılınca içindeki o güzelim  zavallı balıkların da hepsi ölmüş.

Yani ben bu işi anlamadım; Çin’de Uygur Türklerine eziyet ediliyor veya böyle bir iddia var ve bunun bedelini de sokaktaki çekik gözlü turistlerle akvaryumdaki balıklardan soruyorsunuz.

Ya Irak’ta ve Suriye’de boğazı kesilerek, yakılarak öldürülen Müslümanlar?

Onları öldürenler Müslüman diye mi tepkisizsiniz yoksa “Allahu ekber” diyerek yapılan her şey mubah mı size göre?

Ya da sadece akvaryumdaki zavallı balıklara mı yetiyor gücünüz?

FİBER HÜKÜMET!

Yunanistan’da seçimin ertesi günü başbakan hükümeti kurmakla görevlendirildi ve birkaç gün içinde de önceden koalisyon hükümeti kurularak işe başladı.

Bizde ise:

-Seçim sonuçlarının açıklanması 12 gün,

-Meclis başkanlığına adaylığını koymak 5 gün,

-Vekillerin hangi başkanı seçeceğini düşünmesi 5 gün,

-Başkanlık divanının oluşması 8 gün,

Sürdü.

Sonunda seçimlerin üzerinden 33 gün geçtikten sonra başbakan hükümeti kurmakla görevlendirildi.

Koalisyon görüşmelerinin kaç gün süreceği, parti başkanlarının bitmez-tükenmez “konuyu yetkili kurullara götürme” açıklamaları, protokol yazılması kaç gün sürecek bilemiyoruz.

Bildiğimiz, en iyimser tahminle hükümet kurulduktan sonra bilmem kaç tam gün geçince hükümet programının okunacağı ve yine bilmem tam kaç gün geçtikten sonra güven oylamasının yapılacağı.

Bu iyimser tahmin, hükümet kurulamaz da yeni bir seçime gidilirse vay halimize.

Kim kiminle hükümet kurar yok anlaşamazlarsa seçime mi gidilir bilemem ancak bildiğim, hükümet kurulur- kurulmaz ilk yapmaları gereken bu sistemi düzeltmeleri.

Vatandaşlarının fiber internete geçtiği, hızın çok önemli olduğu bir dönemde yönetenlerinin bu kadar lüzumsuz vakit kaybı yaratmayacak bir sistem kurmalarının vakti geldi bence.

Artık internetin olmadığı dönemden kalan yasalarla fiber internete geçen vatandaşların yönetilmesi mümkün değil.
Benden söylemesi…