YAZMAK MI YAŞAMAK MI?

Çocukluğumda dinlediğim masallar daima “bundan sonra mutlu mesut bir hayat yaşamışlar” diye biterdi. Bir anlamda masallar mutlu bir hayata giden yolu anlatırlardı. Amaca ulaşıldığında da masal biterdi.

Daha sonra seyrettiğim “mutlu aile” filmleri de yine mutlu bir hayata ulaşmak için gösterilen çabaları, aşılan engelleri anlatır, hedefe varıldığında film de biterdi.

Düşünüldüğünde, yazmak ile “yaşamak” arasında ters bir ilişki var gibi geliyor insana.

“Şimdi nereden çıktı bu” diyecek olursanız, geçenlerde, ömrü boyunca aradığı aşkı yeni bulan bir arkadaşım yazamamaktan yakınıyordu. Ona dedim ki:


-Bunca zaman sonra ve bunca bedel ödedikten sonra aradığın aşkı bulmuşsun. Bir şömine karşısında yat sevdiğinin kucağına. O sana sevgi sözcükleri mırıldansın, şiirler okusun.Yazıpta ne yapacaksın?

ŞANGHAY YÖRESİ

İnsanlarda eskiye, orjinale bir özlem, olan bitene de tepki  duydukça, kapitalizm de bu ihtiyaçları karşılamaya yöneldi: organik ürünler, doğal yiyecekler ve tabi ki memleket hasretini gideren yöresel ürünler.

Bugünlerde dev alışveriş merkezlerinde, marketlerde ve hatta otobüs dinlenme tesislerinde koskocaman levhalar karşılıyor bizleri: Yöresel Ürünler.

Ben de gittiğim yerlerden oraya has şeyler almaya, oranın lezzetlerini tatmaya çalışırım. Bu nedenle geçen bir yerde koskocaman bir “Yöresel Ürünler” tabelası görünce hemen o tarafa yöneldim. Koskocaman “Yöresel Ürünler” yazılı standın raflarında Çin malı oyuncak ve hediyelik eşya dışında bırakın o yöreyi, ülkemize ait bir ürüne rastlamadım. O nedenle de görevliye merakla sordum:


-Yöresel ürünler derken Şanghay Yöresini kastettiniz herhalde…

PEKİ, VATANDAŞ ORGANİK Mİ?

Güneşli bir Pazar günü, hem biraz hava almak hem de organik doğal bazı şeyler almak üzere etrafımızdaki köylere doğru yollandık.

Yolda karşımıza çıkan “Yörük Çadırı Gözleme” yazısını görünce durduk. Gerçekten de yol kenarında bir Yörük çadırı ve bir yandan yufka açarken diğer yandan odun ateşinde gözleme pişiren köylü kadınlar. Daha ne olsun?

Hemen çadırın içinde yerimizi aldık ve gözleme-ayran ikilisine yumulduk. Fakat ayranın içindeki buz parçaları dikkatimizi çekti:

-Akşamdan dipfirize koymuştum ayranı çözülmedi daha, dedi köylü bacımız. Bir yandan da cebinden çıkardığı büyük cep telefonu ile oğlunu çağırdı.

Sohbet sırasında yediğimiz gözleme ve ayranın yapımında sadece pişirilen odunun organik olduğunu, kullanılan diğer malzemelerin ise tamamen market işi olduğunu öğrendik.

Bu arada kenarda bekleyen yumurtaları sorduk:

-Aha karşıda gezen tavukların yumurtası. Hem gezinmiş tavuk hem de organik yumurta, diye bilgilendirdi bizi. Yumurtaların üzerindeki “izler” en büyük deliliydi bunun.

Bunu duyan yan masadaki adam haykırdı:

-Abla, ne kadar varsa alayım ben!

Derken pazarlık başladı ve üç koli (yaklaşık yüz) yumurtayı aldı adam.

Birden şimşek çaktı kafamda. Gezinen tavuk sayısı yaklaşık on taneydi. Adam aldı yüz, biz aldık yirmi etti mi 120. Yani on tavuğun 12 günlük yumurtasını iki dakika içinde biz almıştık sadece. 

Böylesi taze, böylesi organik ve böylesi gezinmiş tavukların yumurtalarının 12 gündür satılmadan birikmesi olacak iş değildi.


Kısacası, ya yumurtalar organik değildi ya da satanlar.