BU YEREL SEÇİMLERDE BEN YOKUM!


On yaşımda ayrıldığım memleketimde onbeş yıl (üç dönem) aynı kişi belediye başkanlığı yaptı. Bu sürede dişe dokunur hizmet olarak bir tek mezarlık yaptı. Seçimleri kaybedince de ilk kendi gömüldü. Bundan da anlıyoruz ki bu tek hizmeti de kendisi için yapmış.

Hal böyle olunca ve de memleket hasreti ağır basınca belediye başkanı olmaya karar vermiştim. Kimseye söylemedim ancak bunun için ciddi ciddi hazırlandım. Projeler, konuşmalar vs. Göreve gittiğim her yere de baktım, memlekete yapabileceğim bir şey var mı diye.

Neticede bu düşüncem gerçek olmadı ve üç dönemden sonra başka biri başkan oldu. Ondan sonra da başka partiden başka biri.

Fakat her ikisi de öyle hizmetler yaptı ki içimden “iyi ki ben başkan olmamışım da memleketim bu hizmetleri kazanmış” dedim.

Hayır,” bu iki başkan çok iyi hizmetler yaptılar, en iyisi bunlar” demiyorum asla. Sadece “benden daha iyi hizmet yaptılar, benim aklıma gelmeyecek, hayal edemeyeceğim şeyler yaptılar” diyorum. Bir nevi “Germencik’i Allah korumuş” kısacası.

Ancak aynı şeyi ülkem için söyleyemiyorum maalesef; “Cumhurbaşkanlığı için şartlarım tutuyordu, beni seçmediniz, çok arayacaksınız” demekle yetiniyorum şimdilik.

DOKTORUMU DEĞİŞTİR ALLAHIM!


Geçen gidişimde, bir teyze, sağlık ocağının yardımcı hizmetler personeline sitem ediyordu:

-Bir türlü halletmedin işimi.

-Az sabret, öbür tarafa taşınalım, halledeceğim. Ekimde taşınıyoruz. Doktor sayısı üçe çıkacak. O zaman seni ötekine vereceğim.

-Aman aynısı olmasın da kim olursa olsun. Bir türlü değiştiremedim şunu. Her namazdan sonra dua ediyorum yaradanıma, “doktorumu değiştir Allahım” diye.

Ben teyzenin dileğini çok içten buldum ancak doktorunu değiştirmek için neden sağlık müdürlüğüne başvurmak yerine sağlık ocağının müstahdeminden medet umduğunu anlayamadım.

Bugün yine tansiyon ilacımı yazdırmak için sağlık ocağına gittim. Kimlik numaramı girmemle adımı ekranda görmem bir oldu. Hemen ilacımı yazdırıp çıktım. Anladım ki bekleme salonunu dolduranlar ve koridorda ayakta bekleyenler diğer doktorun hastaları. Eskiden de iki doktor için sıra bekleyen hastalar arasında bir fark vardı ancak bu kadar değildi.

Efendim, bizim sağlık ocağında iki doktor var. İkisi de kadın ve hemen hemen aynı yaştalar. Bizim doktor izinli olduğunda birkaç defa diğerine muayene olmuşluğum da var. Ellidört yıllık hayat ve hasta tecrübesi ile konuşursam, ikisi arasında bana göre hiçbir fark yok. Fakat neden insanlar diğerine muayene olmak için saatlerce sıra beklemeyi tercih ediyorlar ve hatta her namazdan sonra yaradana dua ediyorlar anlamıyorum.

Ha, anlamadığım bir de kendi tavrım; her gidişinde sıra beklemeden doktoruna muayeneni oluyorsun, diğeri ile arasında da bir fark görmüyorsun. O halde sana ne birader, milletin neden diğer doktorun önünde sıra beklediğinden?


ULAN PAPAZ YAKTIN BİZİ!


Pazar alışverişini bitirdikten sonra, çıkıştaki karpuzcuya yöneldim:

-Küçüklerinden olsun.

-Bu iyi mi?

-İyi, kaç para?

-Onüçbuçuk tuttu.

-Niye, kaç para ki kilosu?

-İki buçuk.

-Dün yetmişbeş kuruştu.

-Karpuz bitiyor abi.

-O zaman kalsın.

Uzun zamandan beri,  ilk defa tarttırdığım bir şeyi almadım. Bir yandan da söylendim:

-Ah ulan papaz, yaktın bizi!

MOTOSİKLETİ ARAÇ SAYMAYAN MOTORCULAR!


Motosiklet sürücüleri, sürekli olarak diğer araç sürücülerinin motorlarını “araç” saymadıklarından ve saygı göstermediklerinden şikâyet ederler.

Ben de bir yaya olarak, kaldırımda ardımdan gelen veya araç trafiğine kapalı caddelerde vızır vızır sağımdan solumdan geçen motosikletlerden şikâyetçiyim.

Son yıllarda hayatın her alanında, kendisi için kurallara uyulmasını talep eden ancak kendisi aynı kurallara uymaya yanaşmayan bir insan türü ortaya çıktı maalesef.

Ey motorcular, siz kendinizi araçtan saymıyorsunuz ki araç trafiğine kapalı caddelerden ve kaldırımlardan geçiyorsunuz.

Siz kendinizi araçtan saymıyorsanız başkası niye saysın ki?

DÜĞÜNLERDE HELİKOPTER DE DÜŞÜRÜLECEK Mİ?

Bayramda trafik kazalarını önlemek için çocuklara kırmızı düdük dağıtan devletimiz başarılı olabildi mi bilmiyoruz ancak şu an itibarıyla 145 ölü ve 600 yaralımız var.

Ülkemiz trafik kazalarında vatandaşlarını kaybetmeye devam ederken, düğünde havaya açılan ateş sonucu meydana gelen ölümler de devam ediyor.

Hatta düğünde havaya ateş açanlar işi ilerletti, yüksek gerilim hattını bile vurdular. Yakında düğünlerde doğal gaz borusu patlatma hatta helikopter düşürme haberi alırsak şaşırmayalım.

Peki, bunu önlemek için devletimiz ne yapıyor?

Düğüne gelenlere kapıda kolonya şekerin yanında kırmızı düdük dağıtmayı düşünmüyorlardır umarım.

Fakat haksızlık da yapmayalım. Okuduğum bir haberde, bir ilimizdeki emniyet müdürü, muhtarlardan yapılacak düğünlerin önceden emniyete bildirilmesini istiyor. Gerekçesi,  düğünlerde havaya ateş edenlerin sonradan bulunamaması. Eğer düğünleri önceden haber alırsak, ben önceden polis görevlendirerek havaya ateş edilmesini önleyebilirim, diyor müdür.

Bunu öğrendiğim gazete haberinin manşeti şöyleydi:

-Polis evlenenleri fişleyecek!

Açıklamayı yapan da muhalefet partilerinden birinin yöneticisi bir avukat. Emniyet Müdürünün düğünlerin kendilerine önceden bildirilmesi talebinin bir “fişleme” olduğunu ve bunu önlemek için her türlü hukuki yola başvurulacağını bildiriyor.

Yani, sen bildirmesen emniyet kimin evlendiğini, düğün yaptığını öğrenemeyecek. Ayrıca fişleyip de ne yapacak, üç çocuktan az yapanları mı tutuklayacak?

Bu haberden sonra bir kez daha anladım ki, bir toplum bir şeyi (ölüm bile olsa) sorun olarak görmüyorsa değil devlet hiçbir güç o sorunu çözemez.

Biz de kırmızı düdük öttürdüğümüzle kalırız.

KENDİ ÇÖPÜNDE BOĞUL TÜRKİYE!


Kuşadası’nın en merkezi yerindeki minibüs durağındayım. Yanı başımda dolmuş bekleyen  elli yaşlarında bir anne ile otuz yaşlarındaki kızı da var. İkisinin de saçları sarıya boyalı, şortlu, modern tipler. Hani Kürtaj Dedeye “sen önce dişini fırçala” diyecek tipteler.

Derken anne ağzındaki sigarayı yere attı. Kendisine bir metre solumdaki üzeri küllüklü çöp tenekesini gösterdim:

-Hanımefendi,  görmediniz galiba!

-Pardon, alacağım hemen, ama görüyorsunuz yalnız değilim, dedikten sonra yerdeki izmaritleri gösterdi. Ancak attığı izmariti almadığı gibi, “o ne karışıyor ki” diyen kızı da sigarasını yere attı. Ve ikisi de dolmuş beklemeye devam ettiler.

Bu olayda, çöpü görmeme, uyarılmama, yaptığını savunma yok ancak yerde söndürülmemiş iki izmarit var.

Günlerdir sahillerden, tatile gidememiş ancak yaşadığı şehrin sahilinde mangal yapanlardan, denizin içinden hep aynı görüntüler geliyor.

Kısacası toplumun her kesiminde çöpünü olduğu yere atma hususunda bir konsensüs oluşmuş görünüyor. Beyaz yakalısı da mavi yakalısı da, dar gelirlisi de zengini de muhafazakarı da moderni de bu konuda aynı görüşte ve aynı davranış biçimini gösteriyor.

“Çöp bırakmak hakkımız” diye yürüyüş düzenlemeseler de, “çöp atma özgürlüğü partisi(ÇÖPAP)” kurarak seçimlere girmeseler de gerçek bu.

O halde, mademki demokrasi bir çoğunluk rejimi ve mademki toplumun büyük bir kesimi aynı görüşte, o halde kimsenin çoğunluğa kendi fikirlerini dayatma hakkı yok.

Ne diyelim?

Kendi çöpünde boğul Türkiye!

ZEKÂT VEREN DİLENCİLER!


Ömrünü kedi, köpek hatta çevre için helak etmiş öğretmen arkadaşımın, her hafta pazar yerinde gördüğü, hasta bir kocası ve yatalak bir de kızı olan dilenci teyzeye kayıtsız kalması tabi ki olanaksız.


Derhal durumu büyükşehir belediyesine bildirdiği gibi, sayıları bir hayli fazla olan facebook arkadaşlarına ve öğrencilerine de bu teyzeye yardım için “hazır ol” talimatı veriyor.

Bir yandan da teyzenin oturduğu mahalleden birine de teyzenin vaziyetinin vahametini araştırma görevi veriyor.

Facebookta ise “biz hazırız hocam” mesajları birbirini takip ediyor. 

Derken dün arkadaşım, “teyzenin vaziyetinin vahameti” araştırmasının sonucunu paylaşmış:

-Dilenci teyzenin ailesi,  Kızı , eşi ve kendisi , üç bireylik bir ailedirler,

-Kızı özürlü maaşı, teyze de kızı için bakım parası , eşi de , ayağından bir problem yaşadığı için geçmişte ,
devletten aylık almaktadırlar, Yani evlerine , üç aylık girmektedir,

-Ayrıca  teyzenin eşi , 24 saat iş olan meyve sebze halinde çatır, çatır çalışmakta ve oradan da bir gelir elde etmektedir,

-Bu bilgileri bana ileten arkadaş , inanmıyorsam bunlara , durumu videoya çekip kanıtlayabileceğini de söyledi ...

Yani , aç, açık, muhtaç değildirler.

Ayrıca , Büyük Şehir Belediyesinin kendilerine sunduğu yemek yardımını da , yemekte kullanılan yağları beğenmedikleri için, reddetmişler.

Kısacası, sadaka, fitre ve zekat verilecek zannedilen kişinin neredeyse zekat vermesi farz olmuş. 

Ayrıca bakım parası aldığı kızını evde bırakarak dilenmesi için evde kendi yerine bir başkasını çalıştırması da olası. Sakat aylığı alan eşinin halde çalışması da ayrı bir araştırma konusu.

Hep diyorum, gerçekten ihtiyacı olan asla isteyemez. İsteyen varsa da ilgili makamlara yönlendirmek en iyisi. 

Yoksa her ay “nerede kaldı benim burs?” diye mesaj atan biri, son bursunu aldıktan sonra sizi engelledi diye dövünürsünüz!


SENİNKİ BEYİN BENİMKİ UYKULUK!


Her gün telefonla konuştuğum arkadaşım telefonunu yenilediğinden beri sesini net duyamaz oldum. Onun adına da üzüldüm; altı bin lira ver telefon al, sesin karşıya gitmesin.

Bugün kendisini uyardım:
-Sesini duyamıyorum.
-Şimdi iyi mi?
-İyi, ne oldu ki?
-Radyasyon almayayım diye telefonu ağzımdan uzakta tutuyordum, şimdi yaklaştırdım.

Biz burada seni duymak için telefonu kulağımıza yapıştırılalım, sen telefonu ağzından uzakta tut.
Kısacası, seninki beyin, benimki uykuluk.
Ne diyelim, zamane arkadaşlığı!

DÜĞÜNDE FOTOĞRAF MASRAFINDAN KURTULMAK!

Yaz gelince düğün sezonu başlıyor. Düğün ise hem yapan için hem de giden için bir maliyet unsuru. Fotoğraf düğün yapan için bir anı olması nedeniyle önemli ancak düğüne giden için fuzuli bir masraf.
Onu fuzuli yapan, çekilen fotoğrafların kısa sürede çekilmesi ve tesliminden kaynaklanan kalitesizliği. En kötü cep telefonu ile bile daha iyisini çekebileceğiniz bir fotoğrafa bir sürü para ödeme mecburiyeti.
Katıldığım bir düğünde, hepsi eski arkadaş olan bir kısım emekli, bir kısmı da işadamı bir masadayız. Emekli olan biri, masada toplu halde çekilmiş bir fotoğrafı satın aldı, bir hayli para ödeyerek.
İşadamı olan arkadaş ise cep telefonu ile bu fotoğrafın fotoğrafını çekti ve whatsapp’tan herkese gönderdi.
Kısacası, emekli olan arkadaşın bedelini ödediği fotoğrafa işadamı olan arkadaşlar beş kuruş vermeden sahip oldular. Emeklilere de nasıl fuzuli masraflardan kurtulabileceğini ve bu sayede nasıl zengin olunabileceğini gösterdiler!