HALİT ÇETİN'DEN: TEMEL DENEY YAPARSA!

Temel biyolog olmuş ve pireler üzerinde deney yapmaya başlamış. 



Pireye zıpla deyince pire zıplamış. İkinci deneyde pirenin bir bacağını koparmış ve tekrar zıpla demiş, pire yine zıplamış. Bu deneyi pirenin tüm bacaklarını koparana dek sürdürmüş. 



Son bacağı da kopardıktan sonra zıpla dediğinde pirenin zıplamadığını görünce, kendinden gayet emin deney sonucunu not almış:



"pireler tüm bacakları koparılınca duyamıyorlar."..!

HALİT ÇETİN'DEN: EN GEREKLİ ŞEY!

Biri bizim Temel, üç kişi cezaevine girmiş. Yanlarında tek bir şey götürme hakları varmış. Birinci suçlu saat götürmüş.

- "ne yapacaksın bunu?" diye sorduklarında:
- "saate bakar günümü hesaplarım" demiş.

İkincisi kitap götürmüş.

- "ne yapacaksın bunu?" dediklerinde:
- "okurum, vakit geçer" demiş.

Temel'in ne getirdiğini göremeyince sormuşlar:

- sen ne getirdin?
- "orkid..!"
- ne yapacaksın ki onu diye sorduklarında, Temel cevaplamış:
- "Ne bileyim üstünde ata binilir, bisiklete binilir, yüzülür yazıyordu..!!"

DÜRÜSTLÜK ABİDESİ


Geçen gün bir arkadaştan bahsediyoruz:

-Çok neşelidir o?

-Bilmem, ben onu hep dertli gördüm. Neşeli hali nasıldır bilemiyorum!

Düşündüm de; evet, insanlar bana hep dertlerini anlatıyor ve rahatlıyorlar. Bense onlardan aldığım negatif enerjiyle bir o yana bir bu yana dönüp duruyorum yatakta; ne olacak bu insanların hali?

Yıllar önce, eski işyerimde de öyleydi. Dertli insan gelir beni bulurdu. Bir arkadaşın yanında gördüm ilk defa onu. Arkadaşım da anlattı; ailevi sorunları yetmezmiş gibi işyerinde de amirlerinin yolsuzluklarına karşı savaşmaktan yorgun düşmüş biriydi.

Şöyle bir bakınca bunu yüzünden de görmek mümkündü bunu. Hayatın yorduğu ve yoğurduğu bir insan yüzü.  Daha sonraları da dinlemek bana düştü; teselli verdim, kafasını dağıtmasına yardımcı oldum, verdiği savaşta da moral verdim.

Bu böyle devam ederken, görevli gittiğim bir şehre onun da geleceğini öğrendim. Gurbette bir tanıdığa rastlamanın sevinciyle beklemeye başladım. Görevli gelecek olması dikkatimi çekse de üzerinde durmadım. Zira geleceği yerde onun görevini yapan biri zaten vardı, onun yerine gelmiş olamazdı. Yardıma geldi desem o kadar iş yoktu. Eğitim veya seminere gelecek desem o kadar birikimli biri değildi. Ancak fazla üzerinde durmadım, gelince öğreniriz nasılsa.

Aradan bir süre geçti, gelen-giden yok. Vazgeçti herhalde diye düşündüm. Veya izinli gelmiş (zira memleketiydi orası onun) işyerine uğramamış da olabilirdi. Öyle bile olsa benim olduğumu duyunca ziyaretime gelirdi. Sonunda dayanamadım sordum, yanıt şaşırtıcıydı:

-Beyim, her sene onu buraya görevli gönderirler. Buraya uğramaz, havaalanından köyüne gider, oradan da geri döner. Bize uğramaza. Görevlendirme yazısından anlarız gelip-gittiğini!

İnanmadım okudum yazıyı. Evet, on günlüğüne “görüşmelerde bulunmak üzere” görevlendirilmişti. Görevli gelmişti ancak görev yerine uğramamıştı.

Üzerinde durmadım. İşimi bitirip döndüm. Hala böyle bir şey olamayacağı inancıyla personel şefine sordum. Harcırah beyannamesini getirdi. Birlikte inceledik. Gördüklerim karşısında hayretler içinde kaldım. Bizim dürüstlük abidesi, benim bulunduğum sırada oraya geldiğini, on gün çalıştığını beyan ederek gidiş-dönüş uçak parası, havaalanından işyerine taksi ücreti ve kaldığı her gün için hak ettiği yevmiyeyi de almıştı. Kısacası, devlettin olanaklarıyla ana-babasının elini öpmüş, hasret gidermiş ve hayır dualarını almıştı. Ancak hakkını yememek lazım, dönüşte memleketten getirdiği tarhananın kargo parasını ödetmemişti devlete.

Gördüklerimden emin olunca çağırdım kendisini. Geldi ve her zamanki gibi söylenmeye başladı. Yorgundu, bu kadar hırsızın arasında dürüst bir insan olarak çalışmanın zorluğundan yakındı. Harcırah beyannamesini önüne koydum ve ekledim:

-O sırada ben de orada görevliydim. Maalesef göremedik sizi!

Şaşırdı, kızardı, ne diyeceğini bilemedi. Hakkını yemeyeyim; ne inkar etti ne de beni yanıltmaya çalıştı. En iyi bildiğini yaptı ve kendini acındırdı:

-Beyim yakma beni, çoluk-çocuğuma acı!