BLOG YAZMAK KOLAY DA FOTOĞRAF BULMAK ZOR!

Çağımız görsellik çağı, kabul. İnsanlar okur değil bakar hale geldi, bu da bir gerçek. Hatta bu o kadar öyle ki televizyonculukta bir kural varmış: görüntü yoksa haber de yok.

Doğal olarak Blog da öyle. Nedenlerini bilmiyorum ama blogunuza fotoğraf eklemezseniz yayınlandığı sitede ana sayfada yer alamıyor yazınız. Blog sayfasında da üstteki manşetler arasında yer bulamıyor, yan tarafta yer alıyor. Hatta editörün önerileri arasına bile giremiyor fotoğrafsız bir yazı.

Birkaç defa fotoğrafı onaylanmayan yazımdan biliyorum ki, fotoğraf koyduğunuz yazınızla fotoğraf olmayan yazınız arasında okuyucuya ulaşması bakımından çok fark var. Fotoğrafsız blog yazmak, yeni doğmuş çocuğunuzu cami avlusuna bırakmak gibi bir şey.

Yazınızı yazdınız, peki fotoğrafı nereden bulacaksınız? Sürekli fotoğraf çeken, arşivinde binlerce fotoğraf bulunan biri olarak söyleyeyim ki, hem yazmak hem de ona uygun fotoğraf çekmek aynı anda  mümkün değil. Kaldı ki siyaset, dizi veya magazinle ilgili bir yazı yazdığınızda konuyla ilgili fotoğrafı çekmeniz neredeyse olanaksız.

Ne kalıyor geriye, sanıyorum herkesin yaptığı gibi internetten yazıya uygun fotoğraf indirmek.

Peki, bu yasal mı, ondan önemlisi ahlaki mi? Sonuçta fotoğraf bir emek ve siz birinin emeğini ondan izinsiz kullanıyorsunuz. Bizim yazılarımıza aynı muamele yapılsa razı mıyız?

İnternetten indirilen fotoğrafın kaynağını göstermek bir çözüm olabilir (ki bazı arkadaşlar yazıdaki görselin internetten alındığını belirtiyor) ancak bildiğim kadarıyla fotoğrafın indirildiği yer her zaman o fotoğrafın gerçek sahibini göstermiyor. Bazen koyduğum görsel tıklandığında kendi yazımın çıktığına kaç defa tanık oldum.

Fotoğrafı kullanma izni veren kurum veya siteler var mı onu da bilmiyorum. Fakat olsa bile bunun nasıl ve ne şekilde mümkün olabileceği hakkında bir fikrim yok.

Kısacası, bin bir emek vererek yazı yazan ve bunu bir amatör ruhla yapan blog yazarları vicdanlarıyla baş başa kalıyor. Örneğin, tanık olduğu haksızlığa isyan eden bir yazar, kendisi bir başkasının emeğini izinsiz kullanmanın vicdan azabını çekiyor.

Ne yapmak lazım? Aklıma şöyle bir çözüm geldi geçen gün. Sonuçta bizler birer amatörüz. Yazdığımız yazıdan bir gelir elde etmiyoruz. Fakat sanıyorum blog yayınlayan sitenin az da olsa bir geliri var veya blog yazılarının ona bir katkısı vardır.

O halde madem yazılarımızda görsellik şart ve madem ki yazanlar için bir zorluk var görsel temininde, o halde bloglarımızda (sadece yayınlandığı sitedeki blogda kullanılmak üzere) yayınlayan kuruma ait arşivden faydalanma olanağı verilsin. Ve bunun da usulleri  de blog yazarlarına duyurulsun.

Tabi ki zaman zaman benim de yazılarımda yayınlayan kuruma ait görselleri kullandığım oluyor ve buna editörlerden bir itiraz da gelmiyor. Ancak bunu izinli olarak yapmanın yukarıda saydığım vicdani sorumluluğu ortadan kaldıracağı kanısındayım.

Benden önermesi.

Blog ailesine yazı dolu günler dilerim…


BLOGDA NEFSİ MÜDAFAA YAPMAK

Ekranda çok ünlü, cilt cilt tuğla gibi kitapları olan bir akademisyen yazarımızı magazin konuşurken görünce şaşırmıştım. Kitaplarında da vardı magazinle ilgili konular ama böyle ekranda doğrudan konuşurken görmek şaşırtmıştı ve içimden de söylenmiştim:

-Koskoca profesörün yaptığına bak, memleketin o kadar sorunu dururken…

Fakat kendisini çok beğendiğim ve kitaplarını hemen hemen okuduğum için hoş görmüştüm. Fakat bir ara yine ekranlarda  kitaplarında görselliğe yer vermesi ve konular arasına başka parantezler açmasının nedenini açıklarken şöyle diyordu:

-Ben televizyonla rekabet ediyorum, televizyon insanların okumasını engelliyor ben de bunları yaparak okumayı cazip hale getirmeye çalışıyorum!

Yaptığı, ekranlardaki meşhur doksan saniye kuralının kitaba uyarlanmış haliydi. Gerçekten de onun tuğla gibi kitaplarını okumak çok zevkliydi. Demek bundanmış.

Bu konuyla ilgili düşünürken birden aklıma geldi. Yıllarca geniş halk kitlelerine hitap eden magazin, spor gibi konularda yazılar yazıldı ve programlar yapıldı. Bu program ve yazıların eleştirileri ise başka gazete ve dergilerde yapıldı. Ekranlardan ise hiçbir zaman yapılamadı.

Olayı şöyle somutlaştıralım: insanlara Tan gibi Gazetelerde bazı şeyler empoze edildi, toplum yönlendirildi. Aynı şey spor basını aracılığıyla yapıldı. Bunlara cevap ise Cumhuriyet Gazetesi veya sanat dergilerinde verildi. Doğal olarak okuyanın iki fikri de karşılaştırma olanağı olmadı. Tan okuyan zaten sanat dergisi okumadığı için yapılan eleştiriler güme gitti ve bir şey de değişmedi.

Blog yazılarının kategorilere ayrılması işte bu bakımdan çok önemli. Gördüğünüz yanlışı, yaptığınız eleştiriyi yanlışa muhatap olana ulaştırabiliyorsunuz. Hatta bazen haberin altında bile yanıtınızı okuyucuya ulaştırabiliyorsunuz. Okuyan da farklı görüşleri okuyarak doğruyu bulma olanağına kavuşuyor.  

Magazinde bir yanlış görmüşseniz magazin kategorisinde yazarak, sporda, siyasette ve diğer konularda yazdıklarınız da aynı şekilde doğrudan hedef kitlesine ulaşmış oluyor, tabi ki ulaşabildiği kadar.

Hayır, bu asla magazin, spor ve diğer konularda yazmamın nedenini açıklayan bir yazı değil. Zira ben mesleğimi yaparken de yazı yazarken de Erman Toroğlu’nun “iyi hakem gördüğü pozisyona düdük çalan hakemdir, büyük takım küçük takım demeden, penaltı ofsayt gibi pozisyon ayrımı yapmadan ve korkmadan düdüğü öttürebilen hakemdir, tabi ki görebildiği pozisyona” cümlesini kendine rehber edinmiş bir insanım.

Dolayısıyla bir konuda diyeceğim varsa demeye çalışırım. Konunun ne olduğunun bir önemi yoktur. Önemli olan diyeceğini duyması gerekenlere ulaştırabilmektir. Blog uygulamalarının eleştirdiğim bir çok yönü vardır ancak sesimizi hedef kitlesine ulaştıran kategori uygulamasını da takdir etmek lazım.

İyi ki varsın Blog.

KADIN ÇANTALARINA DA YÖN LEVHASI VE KROKİ (!)

Bir kadının otobüse binerken çantasındaki kentkartını bulamamasından ötürü arkada biriken otobüsler nedeniyle trafiğin tıkandığını daha önce yazmıştım. Kifayet etmemiş olacak ki kadının çantadan bir şey bulabilme çabası ve çantayla savaşı hala devam ediyor.

Benim anlamadığım, yaklaşık 20 yıldır ben de çanta taşırım ancak içinden bir şey bulmam hiç de uzun sürmez. Hatta gözüm kapalı içindekilerin yerini bile söyleyebilirim. Fakat ne hikmetse kadınlar çantalarındaki her şeyi her zaman arıyorlar.

Önce bunun nedenini erkek çantalarının bölmeli, kadın çantalarının bölmesiz olabileceğinde aradım. Hiç üşenmedim, adetim olmadığı halde eşimin çantalarını tek tek inceledim. Baktım, onlarda da bölme var.

Sonra kadın çantalarında çok şey olduğu için bir şey bulunamadığı ihtimali güçlendi. Fakat çantalar boy boy, içindekilerin de şartlara göre değiştiği halde arama süresinin aynı olması bu ihtimali de zayıflattı.

Dün pazardan eve dönüşte, iki elim dolu halde yarım saat kapının önünde eşimin anahtar aramasını bekleyince soruna köklü bir çözüm bulmaya karar verdim ve aradığımı da sabaha karşı buldum.

Efendim, madem kadınlar çantadan bir şey bulmakta zorlanıyor o halde gündelik hayatımızda bulmayı kolaylaştıran ne var diye soralım. Tabi ki yön levhaları ve krokiler.

Peki,  neden bu yöntemi kadın çantalarında da uygulamayalım? Kadın elindeki krokiden aradığının yerini bulur ya da çantanın içindeki yön levhalarından yararlanır:

-Anahtara gider!

-Cep telefonu sesin geldiği yerde!

-Ruj için sağa dönünüz!

-Cüzdan ön bölmede!


Listeyi uzatmak mümkün ancak levhaların bulma süresini kısaltacağından kesinlikle eminim. Hatta daha ileri giderek kadın çantalarına uyarı sistemi bile kurmak mümkün olur:

-Kadının eli kredi kartına gittiğinde bir elektro şok verilir ve el karttan hemen uzaklaşır.

-Kadın kentkartını bulamayıp otobüsü beklettiğinde bir sesli uyarı alır: şoför şimdi seni dövecek!

-Kadın pazar dönüşü evin anahtarını ararken bir dost ses: kocan elindeki yükle beklemekten yoruldu, yarın bu konuda bir yazı yazar, aman ha!


HATIRA DEFTERİ ŞİİRLERİ


Bizim zamanımızda Hatıra Defteri vardı. Bir defter alırsın ve sevdiklerinden kendin için bir şeyler yazmalarını rica edersin. Böylece gerçekten çok güzel bir defterin olur ve arada bakarsın. 
Benim Hatıra Defterim de 1978 tarihli ve İnebolu Lisesi Pansiyonunda olduğum sırada arkadaşlarıma yazdırdığım bir defter.
Defter deyip geçmeyin. Onu da “El işi” dersinde kendimiz yaptık. Ciltli ve üzerinde de adım yazıyor. 
Bu defterde yazılı adresler sayesinde Facebook’un olmadığı dönemde bir çok arkadaşımı buldum. Buluştuğumuzda eski fotoğrafların yanı sıra bu defterlere de bakarız.
Geçen gün yine defterime bakarken aklıma geldi. Yazılan şiirlerin orada öyle durmasına gönlüm elvermedi. Madem iletişim çağındayız paylaşayım da belki yeni nesile örnek olur diye düşündüm. Buyrun, birlikte okuyalım:

Ey gemici gemici
Nerden aldın pirinci
Arkadaşların içinde 
Erkan Sezgin birinci
***
Karşıdan doğan güneş bağrına doğsun
Bu azıcık hatıram sende kalsın
Hatıra diyemem belki unutursun
Altında bir de imza bulunsun
***
Dünya bir gemidir 
Yoktur yelkeni
Bu yazıları okuyunca
Hatırlarsın beni
***
Kıymetli, değerli 
Sağlam ciğerli,
Fareden değerli Arkadaşım…

Bunu yazdım yaz idi
Kalemim beyaz idi
Daha da yazacaktım
Mürekkebim az idi
***
Sepet sepet yumurta
Sakın beni unutma
Unutursan beni
Unuturum seni
***
Sayfaları karıştırırsın
Resmimi yapıştırırsın
Beni herhalde hatırlarsın
***
Bahçelerde kestane
Kestane tane tane
Benin sevgili kardeşim
Bir tanedir bir tane
***
Dünya bir gemidir yoktur yelkeni
Unutmazsan beni unutmam arkadaşım seni
***
Ben bir öğrenciyim yoktur kederim
Dünya fanidir belki giderim
Sakla bu hatıramı rica ederim
***
Hatıra hatıra dedin
Başımın etini yedin
İşte sana hatıra
Okudukça Serpil Ablanı hatırla
***
Bunu yazdım kış idi
Kalemim gümüş idi
Daha da yazacaktım
Ellerim üşüdü
***
Şair değilim şiir yazsam
Ressam değilim resim yapsam
Bari şuraya bir imza atsam
***
Bu şiirler sanırım anonimdi ve genelde bütün defterlerde vardı. Fakat ablamın bir arkadaşı, Fatma Özel’in yazdığı aşağıdaki şiir ise sadece bana yazılmış olması ve ilk kıtasındaki ilk harflerde adımın yer alması bakımından ben de ayrı bir yeri olan bir şiirdir.

Evrenye denilen bu diyardan bir gün
Rüzgar gibi geçip gideceksin
Konup göçtüğün o uzaklarda
Acaba bizleri hatırlayabilecek misin?
Ne kadar hatırlarsan o kadar sevineceğimizi bilebilecek misin?
***
Sabah Güneşi gibi parlak
Tüm başarılar senin olsun
Hayatta kendine çizdiğin yollar
Bir cetvel gibi düzgün olsun
Şu çığırından çıkmış dünyada
Yaşadıkça dürüstlük dilinden düşmez olsun
Hayatta erkeklerde dürüstlük arayan
Senin de dürüst olmanı dileyen
Fatoş Ablanın sana bu yazıları
İster birer nasihat ister bir hatıra olsun!
Yıllar sonra yüzümde bir gülümseme yaratan arkadaşlarımı, dostlarımı sevgiyle anıyorum…