BU YARBAY ORDUDAN ATILIR MI?

Bu ülke çok değişti. Yıllar önce Bosna’da gönüllü olarak savaşırken ölen asker arkadaşımın annesi televizyonda Bosna’lı bir diplomatı ekranlarda tokatlamış ve haykırmıştı:

-Benim oğlum sizin için savaşırken siz burada oturuyorsunuz!

Hareket hoş olmasa da kimse o anneyi “Sırp” ilan etmemişti en azından.

Oysa bugün kardeşinin şehit olmasına isyan eden bir yarbay “üniformalı Demirtaş” ilan edilebiliyor. Bunun faturasını ne şekilde ödeyecek bilemiyoruz. Bildiğimiz artık bu ülkede “yok canım olur mu öyle şey” diyemediğimiz.

Çünkü bu ülkede:

-Parası olana üniforma yüzü görmeden tezkere verilirken olmayan şehit oluyor.

-Şehit haberi ailesine koca koca adamlar tarafından kameralar eşliğinde veriliyor. Acılı aileler en şaşkın en acılı halleriyle teşhir ediliyor.(Giderken ambulans götürüyorlar o kadar da haksızlık etmeyelim)

-Ardından “ağlayarak terörün ekmeğine yağ sürmedi” haberleri ile şehit ailelerine baskı yapılıyor. Sessizce yanlarında duran ön saftaki yetkililerle birlikte poz vermeleri isteniyor.

-Hatta bir müftü “şehidin arkasından çok ağlarsanız şehidiniz cennete gidemez” diye fetva veriyor.(Bu nasıl iş anlayamadım, şehit oluyorsun ama annen arkandan fazla ağladı diye cehenneme gidiyorsun.Oysa günah ve sevaplar bireysel diye biliyorum ben)

-Bunlar da  işe yaramaz ve yine de tepki gösteren olursa da hain ilan ediliyorlar hatta hedef gösteriliyorlar.

Bütün bunlara baktığımda her şeyin kötü bir rüya olduğuna inanmak istiyorum. İnşallah bir sabah uyanacağız ve bu akıl tutulmasının bittiğini, kabusun yaşadığımız kabusun sona erdiğini göreceğiz inşallah.

İSTİKŞAFİ BAMYA ÇORBASI

Ben her yaşadığı olaydan ders çıkaran birisiyim. Her seferinde sorarım kendime, “bundan ne kazandım, ne kaybettim” diye.

Şu an itibarıyla AKP ve CHP arasındaki görüşmeler sona ermiş ve ilk gelen bilgilere göre de olumsuz sonuçlanmış.

Ben iyimser biri olduğum için hemen düşündüm, ülke kaybetmiş olabilir ancak ben bundan ne kazandım?

İlk kazancım ilk defa duyduğum “istikşafi” kelimesi. Hani heyetler arası toplam 35 saat süren görüşmelere verilen ad..

İkinci kazancım ise bamya çorbası. Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu arasında 4 saat 20 dakika süren görüşmede içilen çorba.

Ben bugüne kadar bamyanın bir çorbası olduğunu bilmiyordum ve bu sayede öğrenmiş oldum. Görüşme sonrası liderler tarifini verseler biz de içsek iyi olurdu ya neyse.

Evet, seçimlerden bu yana geçen yaklaşık iki ay boşa geçmiş, ülke de çok şey kaybetmiş olabilir ancak enseyi karartmamak lazım.

Sonuçta iki şey öğrendik, istikşafi ve bamya çorbası.


Az şey mi bu?

GÖÇMENLER AVRUPA’YA DEMOKRASİ GÖTÜRÜYOR!

Toplumsal hafızamız zayıf, yaşadıklarımızı analiz etmeyi de başkalarına bırakmışız. Bize söyleniyor biz de inanıyoruz. Sonrasını sorgulamıyoruz. Bize hep söylenen, “bir isteyenler var bir de iztemezükçüler”. Biz isteyenlerin yanındayız hep.

Özal, sigara ithalatını serbest bıraktığında isteyenler alkışladı, istemezükçüler “Türk tütünü biter” dediler. Aradan bunca yıl geçti, kaldı mı Türk Tütünü?

Özelleştirmeler başladığında, isteyenler alkışladı, istemezükçüler tu kaka oldu. Aradan bunca yıl geçti, bir muhasebesi yapıldı mı, işsizliğin artması, tarım ve hayvancılığın geldiği durumda ne kadar katkısı var özelleştirmenin?

İlk Körfez krizinde “Dünya liderimiz” can havliyle ABD’ye destek olurken, savaşa karşı çıkan ve bir Kürt devleti tehlikesine dikkat çeken iztemezükçüler “Saddamcı” oldular. Irak işgal edildikten, fiilen üçe bölündükten ve de işgal gerekçesi “kimyasal silahların” olmadığı anlaşıldıktan sonra ne düşünüyorlar acaba “dünya lideri”nin peşindekiler?

Derken Arap Baharı geldi çattı; yine oralara bahar geldi, demokrasi geldi diye bayram edenler ve dışarıdan müdahale ile demokrasi götürülemeyeceğini iddia eden Esedci istemezükçüler.

Evet, şimdi medyada, sanal alemde, etrafımızda bir sürü yerinden yurdundan edilmiş, onar onar ölmedikçe haber dahi olmayan yersiz yurtsuz insanlar oryaya çıktılar. Herkesi özellikle de batı medyasını bir telaş sarmış durumda. Binlerce insan gemiyle, botla ne bulduysa huzur içindeki Avrupa’ya doğru yola çıkmış durumda.

Korkmayın ey Avrupalılar, bu insanlar demokrasi götürdüğünüz Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Mısır ve Yemen’in insanları. Size iadeye geliyorlar.


Ne de olsa komşunun tabağı boş geri verilmez!

BU ÜLKE AKLINI YİTİRMİŞ OLMALI!

Bir yere kaçacağım ama nereye kaçsam bilemiyorum.Bunun için  epeydir gazete alıp okumuyorum, televizyonda tartışma (tartışma da kalmadı ya) programı seyretmiyorum. Neredeyse bir aydır televizyon haberlerini de seyretmiyorum. Geriye kalıyor internet siteleri. 
Onların da hepsini değil birazcık aklı başında olduğunu düşündüklerime bakıyorum. Ta ki bu sabaha kadar.Bu sabah okuduğum bir haberden sonra onu da bırakacağım mecburen.

Efendim, okuduğum bir habere göre, kuvvet komutanlığına atanan bir komutan veda mesajı yayınlamış ve mesajında da İzmir’e veda ederken Ankara’da “evinin, işyerinin ve gönlünün” İzmirlilere açık olduğunu belirtmiş.

Vay sen misin bunu diyen; “Yeni Komutanın ifadesi şaşırttı” başlıklı habere göre bu ifade çok yanlışmış. Bir komutan çalıştığı yere işyeri derse şehitlere de iş kazasında öldüler demek anlamı çıkarmış.

Buyurun buradan yakın; toplumu bilgilendirme ve aydınlatma görevi ifa ettiğini iddia eden medyanın geldiği yere bakın.

Bir başka habere göre ise Şırnak’ın demokratik özerklik ilan ettiği belirtilerek, “Kentteki devletin tüm kurumları bizim için meşruiyetini kaybetmiştir. Halk olarak özyönetimimizi esas alarak, demokratik temelde yaşamımızı inşa edeceğiz” denilmiş.

Peki, “meclise gönderdiğiniz vekiller ne işe yarayacak” diye soracak olursanız onun çaresini de bir öğretim üyesi bulmuş:

-Her şehide karşılık bir HDP’l vekil indirilmeli!


Allah'ım, ülkenin aklı başından gitmiş bari sen benimkini koru! 

ŞARJÖR MÜ ŞEREFSİZ Mİ?

Kavga her zaman vardır ancak küfür ve şiddet sözün bittiği yerde başlar.

Söz söylemek ise bir sanattır.

Siyaset de bir söz söyleme sanatıdır.

İnsanlar gündelik hayatta sürekli olarak küfür ve şiddete tanık olmalarına karşın, televizyonda sadece filmlerde şiddet sahnesi görürler belki bir maç yayınında da küfür.

Tabi ki bütün bunlar eskidendi.

Efendim, son günlerde bir “şerefsiz” lafı aldı başını gidiyor. Bu söz bana seçimler öncesi Yılmaz Özdil’in “kalaşnikofa şarjör olmayın” sözünü hatırlattı.

Hayır, amacım bu laflara muhatap olanları tartışmak değil. Sadece “şerefsiz” ve “şarjör” sözlerinin aynı insanlara söylendiği halde aradaki söyleniş ve nezaket farkına dikkat çekmek istiyorum.

Biri insanların kahve sohbetlerinde her zaman duyabileceği bir söz iken diğeri sadece söz söyleme yeteneği olanlara mahsus.

Biri yıllarca akılda kalabilecek, diğeri iki gün sonra unutulup gidecek bir söz.

Demem o ki, insanlar kahvede, sokakta ve otobüste her zaman duyabileceği bir söze önem vermez. Söyleyenin değerini ölçer sadece.

Bir de “şerefsize şerefsiz denir” diyerek bu sözü savunmaya çalışan yorumcular var ki bunlar hangi söz söyleme yeteneği ile ekranları meşgul ediyor izaha muhtaç bir durum.

Ve hala bana soruyorsanız “şarjör mü şerefsiz mi?” diye, Laz fıkrasındaki gibi cevap vereyim:

-Şart midur?


ERKEN SEÇİMDEN KAÇANLARA SIĞINAK!

Sizi bilmem de benim yeniden 14 kanalda yayınlanan miting konuşmalarını, boş vaatleri ve incir çekirdeğini doldurmayacak polemikleri bir daha dinleyecek halim kalmadı. Sokaklardaki bayrak ve akşama kadar bangır bangır bağıran seçim otobüs/minibüslerini de tekrar görmek istemiyorum.

Bir seçmen olarak 7 Haziranın yorgunluğunu henüz atabilmiş değilim. Bir dört yıl daha bunlara tahammül edeceğimi sanmıyorum.

O nedenle bir seçmen olarak erken seçim istemiyorum. Çünkü 7 Hazirandaki seçmen tavrımı değiştirecek herhangi bir şey de olmadı bu geçen sürede.

Ayrıca, her cenaze geldikten sonra yapılan anketleri de iğrenç buluyorum.

Bütün bunlar ışığında, yetkililerden ve erken seçim kararı alacaklardan bir ricam olacak. Madem demokrasi seçenekler rejimi, ben ve benim gibi seçimden bıkanlar  için güvenli alanlar oluşturulsun; propaganda yapılmayan ve siyasetçinin görünmediği/konuşmadığı tv ve radyo kanalları oluşturulsun, parti afişi görülmeyen ve seçim şarkıları çalınmayan “siyasetten arındırılmış” bölgeler oluşturulsun ve biz seçime kadar o alanlarda kalalım. (Geçici olarak kiralanacak bir Yunan Adası da kabulümüzdür)

Seçimden bir gün önce de sığınaklarımızdan çıkarak seçim günü oyumuzu kullanalım.

Ey ben ve benim gibi düşünenler; ya erken seçime mani olalım ya da kendimize güvenli alanlar oluşturulması için yöneticilerimize baskı yapalım.


Haydi, eller klavyeye!

BİR SU BİLE İÇMEYENLERİ TEBRİK EDİYORUM!

Bir tarihte dört buçuk yıl başbakan yardımcılığı yapan birini şikayet ederken görünce şaşırmıştım; o bile şikayet ediyorsa biz ne yapalım?

Dün de TUROB Başkanı Timur Bayındır’ın,“İlk 6 ayda İstanbul havalimanlarından geçen yaklaşık 6.4 milyon transit dış hat yolcusu, bir şişe su dahi içmeden havalimanlarımızdan başka ülkelere gitti” dediğini okuyunca anladım ki biz icraatı değil şikayeti seviyoruz.

Şikayet ediyorsun sorumluluktan kurtuluyorsun, problemleri kim çözecek o belli değil.
Bodrum’da 80 liraya lahmacun yiyenler sorusu bugün açıklığa kavuştu çok şükür de havaalanlarında 4 liraya küçük su içenlerin kim oldukları açıklığa kavuşamadı. Sadece kim içmiyor o açıklığa kavuştu.

Şimdi, Bodrum’da 80 liraya lahmacun varmış ama genelde 7 liraymış. Yani bir seçeneğiniz var. Oysa havaalanlarında bir küçük su fiyatı 4 lira ve daha ucuzunu alma seçeneğiniz ve hemen hemen içmeme şansınız da yok.


Bu nedenle havaalanında su içmemeyi başaran 6,4 milyon turisti tebrik ediyorum.  Ve yetkilileri de toptancıda tanesi 21 kuruşa alınabilen ve sokakta/markette/ kafede fiyatı 50 kuruşla 1,5 lira arasında değişen bir şişe küçük suyun havaalanlarında 4 liraya satılmaması için önlem almaya çağırıyorum.