KART AÇILIMI

Doğu illerinden birinde görevliyim. Mahrumiyet. Zaten aramızın iyi olmadığı amirimiz de bunu düşünerek vermiş o görevi. Eziyet çekelim ki bir daha yaramazlık yapmayalım. Üstüste verdiği görevlerden sonra bu sefer kesin teslim olacağım inancı hakim demek.

Algılama farkı mıdır bu?Yaşama bakış açısı mı? Birinin kötü dediği, diğerine iyi gelmese de o kadar kötü değil en azından.

Her yıl ıslah olayım diye başkalarının gitmek istemeyeceği, gitmemek için her şeyi yapacağı yerlere gönderildiğim halde güzel anılarla dönmekteydim. Bu sefer de öyle oldu.

İlk güzellik varışımda oldu. Uçaktan indim yürüyerek gittim görev yerime. Havaalanının yanındaydı ki aylarca oturduğumuz söğüt gölgesinin altında manzaramız çok güzeldi.Giden yolcu tabelası.

Bu benzerlerini bir Amerikan üssünde gördüğüm uygulama değildi. Orada ülkelerinden ayrı kalan askerlere moral olsun diye tabelalar asılmıştı. Miami plajı, Newyork city gibi. Buradaki tamamen bir tesadüftü. Koca havaalanının terminal binası benim akşamları oturacağım söğüt ağacına göre yapılacak değildi ki zaten bizim devlet geleneğimizde yoktu böyle bir uygulama. Ama iyi bir tesadüftü. Görev yaptığım aylar boyu giden yolcu tabelası hep bir dönüşün umudun simgesi oldu.

Aslına bakarsanız öyle her gün tabelaya bakılacak bir durumum yoktu. Evet hava çok sıcaktı. Ama bahçıvanımız ağaçları hortumla ıslatarak doğal klima etkisi yaratıyordu. Su devamlı açık ve hortum benim ayaklarımın arasındaydı. Çalışma ve yatak odalarında da klima vardı. Ve fakat bütün bunlara rağmen yine de sıcaktı.

Evet her gün biri tifoya yakalandığından lokantaya gidemiyordum, yemekleri kendim pişiriyordum. Arada bir çölde bir vaha gibi buranın sürprizi işkembeciye de gidemiyorduk, bir akşamüzeri öldürülmüştü Ömer Ustamız.

Sürekli ilave işler geliyordu ki giden yolcu tabelası her gelen işle biraz daha uzaklaşıyordu sanki. Bir sabah bir telefon; bir ilçede görevli personelimiz saldırıya uğramıştı. Beni ilgilendiren bir durum yoktu aslında ancak müdür ve yardımcılarının ricasını kıramadım ben de gittim. Tabi ki boş gitmedim. Aslında boş gelmiştim. Aylardır çekmecemde duran silahımı da getirmiştim gelirken ama mermi yoktu. Müdürden ödünç mermi alıp koydum şarjöre.

Şoför hariç dört kişiyiz. Öne oturmamı istediler, rahat edersiniz dediler. Nezaket mi bir saldırıda ilk hedef olmak mı anlayamadım.

İlçeye yaklaştığımızda bir siyah reno bekliyordu bizi. Selektör yaptılar. Bir anlam veremedik ama takip ettik. Bizim gideceğimiz yere gidiyordu reno biz de peşlerinden gittik.

Vardığımızda kalabalık bir avlu bekliyordu bizi. Asker, polis, korucu, vatandaş. İğne atsan yere düşmezdi. Siyah renodan inen eli silahlı sivil kişiler, emniyet müdürünün talimatı olduğunu bizi ortaya alarak koruyacaklarını söylediler. Önümüzde iki yanlarda birer ve arkada iki kişi bizi çembere aldılar. Korudukları belli olsun diye merdivenlerde ve koridorda gördüklerini personel de dahil olmak üzere “açılın” diye bağırarak dipçiklediler.

Açılmış yoldan korumalarla gitmek nasıl bir şey görme fırsatımız oldu. Sol elimin cebime gittiğini fark ettim gayri ihtiyari. Başım karşıya bakıyor ve vücudum da dik bir vaziyetteydi. Demek böyle oluyordu insan.

Evet, sıcak, tifo, şiddet, sürekli uzayan görev; iyileştirmeye çalıştığımız şartlar buydu. Öncelikle en çok gördüğüm adam bir on boyunda güler yüzlü yaşlı bir personelimizdi. Daha önceleri çayı ona söylüyordunuz başkaları getiriyordu. Meğer eleman ağaymış. Siparişi alıyor, kendisiyle birlikte işe giren marabaları getiriyormuş. Güneydoğuda gözlediğim bir şey var. Ağalar kendilerini ya da çocuklarını mutlaka devlette bir işe yerleştiriyorlar. Sosyal güvence için mi yoksa “iyi ne varsa bizimdir” ilkesinden mi çok personel gördüm ağa, ağa çocuğu. Nereden bildin derseniz lüks arabaları kuşku yarattığı için.

Bizim küçük ağa çok güzel gülüyordu. Her sabah güler yüzle karşılıyordu beni. Güzel güldüğü için ben de devamlı espriyle takılıyordum. Bu böyle devam etti hep.

Müdür ve muavin tam bir haftadır berbere gidiyor fakat tıraş olamadan geri dönüyorlardı. Nedeni kalabalık. Ben de gideceğim ama hiç gözüm kesmiyor berberde beklemeyi. Bir gün şoförümüz “ben askerde orduevinde berberdim, müdür beyler bana güvenmiyor ” deyince anladım ki çare yakınımda.

Şoförümüzün iki karısı ona yakın çocuğu vardı. Hepsini berbere götürsem batarım, ben tıraş ediyorum, deyince itimadım daha da arttı. Ben de ertesi günü takımlarını getirmesini ve saçlarımı kesmesini söyledim.

Ertesi gün nihayet tıraş olmayı başarmış müdür ve müdür yardımcısı havuz başına geldiklerinde beni boynumda masa örtüsü dolanmış, şoföre tıraş olurken buldular. Söğüdün altında havuz başında çok güzel tıraş oldum sıra beklemeden.Bu arada çocukluğunda berber çıraklığı yapmış olan müdür yardımcısı da sık sık tıraşı kontrol etti.

Tıraş sırasında sormuştum şoföre iki karı on çocuğa nasıl baktığını. Çuvalla un ve diğer ihtiyaçlarını da çokça bakkaldan veresiye alıyormuş. Aybaşında da faiziyle birlikte ödüyormuş bakkala. Ödediği faiz korkunçtu. Dedi ne yapayım, peşin alamam ödemek zorundayım.
Ben de kredi kartın var mı? Diye sordum, o da ne, dedi. Dedim ki bir ay boyunca kartla bir şeyler alıyorsun, maaşınla hepsini ödersen faiz ödemiyorsun. Canına minnetti, hem o bakkala mecbur olmayacak hem de faiz ödemeyecek. İkna olmadı.

Benim de ikna olmadığım konu, televizyonların gazetelerin ve bilumum yayın araçlarının o kadar reklam anonslarına rağmen bu konu ilgilerini çekmemiş, kendilerine söylenmediğini düşünmüşlerdi. Diğerleri de öyle. Diğerleri, şoförün benden duyduklarını anlattığı biron elemanımız ve sekreterimizdi. Söylenenleri üzerine alınmamış, kendilerine hitap eden bir şey olduğunu düşünmemişlerdi kredi kartının.

Bir gün bir banka müdürünü işyerine yemeğe davet ettim. Müdürün dışarıda yemek teklifini tifo nedeniyle kabul etmedim.

Akşamları yaptığı efsane tavuk kanat ve diğer ızgaralar, domates yaprağından gül, tuza döktüğü alkolle alevli estetik beceriler sahibi aşçımız Salih’e de tembih ettim.

Güzel bir yemek yediğimiz banka müdürüne de durumu anlattım. Havada kaptığı yetmezmiş gibi o da hayret etti. Üçyüz tane kapı gibi sağlam kamu işçisini nasıl atlamışlardı. Getirdiği formları en yakınımda hizmet edenlerden başlamak üzere verecekti kredi kartlarını.

Bir haftaya kadar geldi kurmay heyetinin kredi kartları. Ama tembih ettim. Ekstrenin tamamını ödeyeceklerdi. Para çekerlerse veya harcamalarını taksitlendirip krize girerlerse de bana sövmeyeceklerdi. Ben de onlara trafocu gibi söveceğimi söyledim.

Trafocu hikayesi şuydu; bir şehrin trafo merkezine gitmiştim. Görevli mühendis anlattı. Bakıyormuş güç yetmiyor, birazdan elektrik kesilecek hemen o bütün şehre peşinen sövüyormuş, “ben de sizin” diye. Çünkü diyor birazdan bütün şehir bana sövecek.

Hiç yorum yok: