YAŞASIN KOKTEYL BOYKOTUMUZ!


Bir gün iki aile bir arabada gidiyoruz. Vakit gece yarısı. Yol dar ve önümüzdeki tırı sollayamadığımızdan  uzun süredir  takip ediyoruz. Derken tırın flaşörleri yandı ve yoluna öyle devam etti. Herkes olayı anlamaya çalışırken arabadaki eşimin arkadaşı:

-Uzunlar yanıyor mu? Bence ışıktan rahatsız olduğu için yaktı flaşörleri.

Gerçekten de bizim arabanın uzun farları açık kalmış, uzun farları söndürüp kısaları yakınca tırın da flaşörleri söndü.

Evet, arkanızdaki arabanın uzun farları yanıyorsa rahatsız olduğunuzu (tabi anlayan olursa) bir şekilde anlatabiliyorsunuz. Anlatmanın türlü yolları var kısacası. Bizim de var bir anlatma yöntemimiz; kokteyl boykotu.

Bir başka yazımda da anlattım. İşe girmişiz, sözleşmeli statüde. Herkes sözleşmeli olunca maaşı neredeyse üçe katlanmış, çift harcırah almaya başlamış. Biz ise hem kadrolu maaşın beşte ikisini alıyoruz hem de harcırah sadece bir buçuk katı. Diğer meslektaşlar için belirlenen maaş da düşük ama onların seçme şansı var. Kadrolu maaşlarını alıyorlar hiç olmazsa. Sözleşme ücretleri belirlenirken kurulda bulunanlar bazı mesleklere karşı kin ve nefretlerini kusmuşlar anlaşılan.

Derdimizi anlattığımız herkes hak vermekle birlikte yapılacak bir şey yok. İşe yeni girmişiz. Daha iş hayatını, memuriyeti öğrenememişiz. O nedenle bilemiyoruz başka ne yapalım, hakkımızı nasıl arayalım.

Yılda bir yapılan toplantıda dile getirmeye çalıştıysak da pek sonuç çıkmadı. Maaşları belirleyenler birkaç sözle sıyrılmasını bildiler bu durumdan. Yetmiş kişilik toplulukta yedi kişinin sorunu ne kadar yer tutabilirdi ki?

Bir araya gelince hepimizin morali bozulmuştu. Durum umutsuzdu. Asıl canımızı sıkan bireysel olarak bize hak veren meslektaşlarımızın toplantıda sorunumuza değinmemeleri oldu.

Daha ne yapabiliriz diye düşündük. Grev yapamazdık çünkü işimiz yoktu. Yardımcıydık ve işi öğreniyorduk. O nedenle işi bırakmamız bir şeyi değiştirmezdi. Dilekçe yazmak sorunumuzu çözmediği gibi başımıza iş açabilirdi. Ama bir şey yapmak da istiyorduk. Düşündük taşındık ve sonuçta her toplantı akşamı geleneksel olarak yapılan kokteyli boykot etmeye karar verdik.

Toplantıya gitmek zorunluydu ancak kimse bize kokteyle gitmediğimiz için ceza veremezdi, kızamazdı. Kararımızı verdik ve bir başka yere yemeğe gittik hep birlikte. Ertesi günü anlattılar. Kokteylde bizi göremeyenler meraklanmışlar. Derdimizi bir kaç cümle de olsa konuşmuşlar.

Birkaç ay sonra, ülke çapında örgütlü meslek örgütümüzün başkanının bir gazetede demecini okuduk bizimle ilgili. Yönetim Kurulundaki iki meslektaşımız da bizim için çok çaba gösterdiler. Sonunda maaşlarımız dört kat arttı, harcırahlarımız da iki kat olarak belirlendi.


Boykotumuzun buna ne kadar etkisi oldu bilmiyorum ama bir ilki gerçekleştirmiş olduk kokteyl boykotuyla. Türkiye’de toplu bir kokteyl boykotunu gerçekleştiren ilk biz değiliz belki ama kurumumuzda ilk oldu bildiğim kadarıyla.

Ne diyelim, insanın derdini anlatmasının bir yolu mutlaka vardır. Mesele o yolu bulabilmek.

1 yorum:

izkarakulak dedi ki...

Herşey örgütlü olmaktan ve etkili olabilmenin yöntemini bilmekten geçiyor. Korku ve çıkar toplumunun bireyi insanlar çoğu zaman önünüze set koymaya, dedikodu yapmaya çalışsalarda demokratik kurallar içinde "biz de varız" diyebilmek bir cesaret işi değil, sadece bir hak arama özgürlüğünün somut göstergesidir. Harika bir yazı yazmışsın eline sağlık.. Keşke o gazetenin bir küpürü de olsa idi.. Arşivimde varsa sana ileteceğim..