AFYON KAYMAKLI DİYET

Ana-baba farkında değil, ne kadar etkilediğini çocuğunu. Amca, dayı, teyze ve hala da. Hesap sorma olanağı da yok zaten. Teşhis konulduğunda, suç ya zaman aşımına uğramış ya da suçlu ölmüş, dosya hakkında takipsizlik kararı verilmiş. Yani insan kendisini etkileyenin dayısı olduğunu anladığında çok geç oluyor ve dayıya sorulamıyor da; beni niye öyle etkiledin, diye.

Bir de genetik miras denen şey var ki ona yapacak bir şey yok zaten. Çaresiz çekeceksin, bil yeter.

Etrafıma baktığımda hemen göze çarpan biri. Değişik bir arkadaş. Babasını kırk beş yaşında kalp krizinden kaybettiğiden kendisinin aynı akıbete uğramaması için elinden geleni yapıyor. Sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve tempolu yürüyüş. Her şey düzenli, her şey bilinçli.

On yedi yaşından beri perhiz yapıyormuş. Bu konuda o kadar bilgili ve tecrübeli ki mutlaka insanlık yararlanmalı bu bilgi ve deneyimlerinden.

Normal şartlarda herkes yaşamını sürdürüyor, sizi etkilemiyor, bir zararı da dokunmuyor. Sonuçta her koyun kendi bacağından asılıyor, herkes kendi beslenme anlayışını uyguluyor ve kendi perhizini yapıyor. Fakat sürekli birlikte gittiğimiz görevlerde sıkıntı başladı.

-Kuru, pilav, cacık.

-Ben pilav istemiyorum, kuru fasulyenin de sadece tanelerinden koyun.

Bana dönerek:

-O pilavı yiyeceğine ağzına beş kaşık şeker at daha iyi. Fasulyenin suyundaki yağ sağlıksız, çok tehlikeli.

Bir başka gün lokanta sahibi pilavlarımızın (nasıl olduysa az pilav yiyordu o gün) üzerine kıyak olsun diye tas kebabının suyundan koyuyordu. Bunu gören arkadaşım bağırdı:

-Ne yapıyorsun sen, öldürecek misin beni?

Öldürmeye tam teşebbüs halinde yakalanan zavallı aşçı açıklamaya çalıştı:

-Pilavın üzerine et suyu güzel gider beyim.

-Sakın bir daha koyma.

Tamam, herkes zevkine göre yiyor, birbirine karışmıyor fakat üç öğün birlikte yiyoruz. Her öğünde ben yemekler konusunda bilgileniyor, yemekten zevk alıyorum. Fakat arkadaşın uyarıları ile kendimi yedikçe ölüme bir adım daha yaklaşan bir zavallı gibi hissetmeye başladım. Tadı tuzu kaçtı hayatımın.

Görev Adana’da, her hafta sonu İzmir’e gidip-dönüyoruz. Her hafta da otobüsümüz Pozantı’da mola veriyor. Biz yemeği Konya civarındaki mola yerinde yiyoruz. Pozantı’da sadece çay içip tur atıyoruz. Lokantanın da vitrininde baklavalar ve diğer tatlılar sergileniyor. Çok da güzel görünüyorlar.

-Birer baklava yesek mi?

-Ben sevmiyorum ama isterseniz yiyelim. Rejiminiz ne olacak?

-Haklısın yemeyelim, ondaki donmuş yağ çok zararlı. Fakat çok da güzel yapmışlar.

-Yiyelim.

-Hayır, zararlı. Fakat cevizli de yapmışlar yani.

Sonra Afyon Garajına giriyor otobüs. Arkadaşım, her hafta üç kilo Afyon Kaymağı alıyor.

-Çocuklar istedi.

-Bir haftada bitiriyorlar mı bu üç kiloyu.

-Bitirmezler mi, komşular da var.

Bir defasında otobüs hareket etti, arkadaş ortada yok. Durdurdum otobüsü. Arkadaş koşarak yetişti fakat konuşamıyor. Ağzı dolu. Öylesine dolu ki, ağzındakileri de çeviremiyor. Bir elinde peçete dolusu  lokum. Diğer elinde yine üç paket kaymak.

Anlaşıldı ki, arkadaşım bir hafta perhizini yapıyor. Benim karşısında yediğim güzel yemekleri de seyrediyor yutkunarak. Pozantı’daki baklavalara da dayanıyor. Fakat Afyon Garajında ben tuvalete gidince garaj esnafının her gelene yedirdikleri numuneleri yiyip üç kutu da alıyormuş. 

Hafta sonu kaymağı isteyen, yiyen hane halkının içinde arkadaşım da varmış anlaşılan.

Peki, benim hesaba ne dersiniz? Kalp krizi ve kanserin bir başka nedeni de stres değil mi? Yaptığın perhizden bir birim fayda sağlıyorsun. İstediğini yesen de stres yemesen de? Hangisi ağır basıyor?

Hiç yorum yok: