JETONU GEÇ DÜŞMEK-DANK ETMEK


Tiyatro deyince Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosunun üzerine tanımam. Bu görüş, herhangi bir teknik ve sanatsal bir temele değil benim güzel anılarıma dayanıyor. Hiç bir tiyatro beni o kadar etkilememiştir. Hiç birinde de orası kadar güzel anılarım yoktur.

Hala öyle mi bilmem, o zamanlar yer göstericilerin çok güzel kıyafetleri vardı. Gösterişli kıyafetleri, aristokrat hareketleri vardı. Bir keresinde en arkaya düşmüştük. Oyun boyunca yanımızda ayakta durdular. Bir ara arkadaşım Laz Bülent kulağıma eğildi:

-Oyuna ilgi çok fazla, baksana koskoca general bile ayakta kalmış!

Evet, tiyatronun generalleri ayakta izlerdi oyunu. Bir başka gün ise oyunda bir espri yapıldı, herkes güldü. Gülmelerin kesilmesinden kısa bir süre sonra tam yeniden sessizliğin sağlandığı, herkesin oyuna konsantre olduğu anda yanımda oturan arkadaşım kendine has kahkahasını koyverdi:

-Hıhhhhhhhhhhhhhhhh!

Sessizlikte, tiyatronun en ücra köşesine kadar da ulaştı arkadaşın kahkahası. Bu sefer tiyatro tekrar ve eskisinden daha şiddetli bir gülme seansına kapıldı. Sessizliğin sağlanması uzun sürdü. Oyuncular, arkadaşımın rol çalmasına ve kendilerinden daha çok güldürmesine bozuldular ya da  seyirciye gülemediklerine hayıflandılar.

Arkadaşım yapılan espriyi ancak anlayabilmişti ve gülmesi çok samimi, içten ve özgündü.

Evet, jetonu ancak düşmüştü. Bir de dank etmek var, deyim olarak. Biraz farklı. Geç anlamak ancak anlayabilmek anlamında. İnsanın bir olayı duyması, görmesi ile anlaması, kabullenmesi arasında fark var.

Baba olduğumu, hemşirenin söylemesinden on gün sonra anladım. Sarılık olduğu için fototerapi için ışığın altında yatan ve sık sık gözündeki banttı açmaya çalışan oğlumun başucunda sabaha kadar beklediğim gece. Gözündeki bantı açarsa ışıktan gözleri kör olmasın, diye.

Annemin yaşlandığını da kendinin söylemesinden çok sonra anlayabildim. Oğlumun  büyüdüğünü de. Bunun görev nedeniyle onları sık görememekten kaynaklandığını düşünüyordum fakat öyle değilmiş.

Annemin öldüğünü bir kabak yemeği sırasında fark ettim:

-Bir daha asla öyle kabak kıstırması yiyemeyeceğim!

Öylesine içim burkuldu ki;  nihayet anlamıştım. Evet, annemi kaybetmiştim ve bir daha asla göremeyeceğim, pişirdiği yemekleri de yiyemeyeceğim. Yok artık, dönmemek üzere gitti. 

Kabak kıstırması, imambayıldının kabak versiyonu diyebileceğimiz bir yemek. Ne annemin en güzel yemeği ne de benim en sevdiğim yemek. Esasen annem ömrünün son üç yılını alzheimer hastası olarak geçirdiği için yemek yapamamıştı. Bütün bunlara rağmen bu yemek ikna etti beni annemin bir daha gelmemek üzere gittiğine.

Evet, üç eylülde annemi kaybedeli yedi yıl oldu, yaptığı kabak kıstırmasını yemeyeli de on yıl oldu. Benim bunu anlamam kabullenmem ise çok sonraları ancak bir kabak yemeğini görünce oldu.

Bayrama bir hafta kaldı. Babamı kaybedeli de yedi ay oldu ama galiba yeni yeni anlıyorum. Altı gün sonra ilk defa gidecek bir baba ocağım yok. Her bayram aksatmadan ziyarete gelenler için de zor olacak evimizin önünden geçmek. Belki de yanlışlıkla gelenler de olacak. 

Bazen çok karışık yazdığımı söylüyorlar. Ne yapayım hayat böyle. Acı-tatlı, üzüntülü-neşeli hepsi bir arada. Dediğim, hala kabak kıstırması yapanınız varsa yiyin, bayramda gidecek baba ocağınız varsa gidin. Yoksa bir gün gelecek ve bunları yapamayacaksınız. Her şey için geç olacak. İyi bayramlar.  

Hiç yorum yok: