İLERLEME Mİ, DEĞİŞİM Mİ, DÖNEKLİK Mİ?

Zaman her şeyin doğrusunu gösterir derler. Zaman her şeyin ilacı gibi sözlere ben de bir katkı yapayım. Zaman üçüncü boyutu da gösterir ama biraz beklemek gerekir.

Fakülte yıllarında oluşan doğrularımızdan bazılarının yıllar sonra nasıl yerle bir olduğuna tanıklık edince nasıl burnumuzun direği sızlamıştır. “Her duyduğunuza inanmayın, gençlikte keskin çizgileriniz olmasın” demeyeceğim. O zamanlardaki bir çok doğrumuz hala yerinde duruyor. “Bazı doğrularınız yıkılabilir, şaşırmayın“ denilebilir ancak.

Ne çok tartışırdık. Kadın-erkek ilişkileri üzerine. Bekaret önemli mi? Kadın çalışmalı mı? Kadın dövülmeli mi?

O zamanlar bir kadın yazarımız vardı ki tam bir feminist. Okuyan kızları çok etkiliyordu. Ben de kadınları anlayabilmek adına bütün kitaplarını okumuştum. Haklıydı çoğu zaman ancak kahramanları hep gerektiğinde çekip gidebiliyordu. Çoğu zaman da yurt dışına!

Bu gün o kuşağın evliliklerindeki problemlerin kaynağının o kadın yazar ile birazdan anlatacağım erkek yazar olduğunu düşünmüşümdür zaman zaman. Diyeceksiniz ki okuyanların hiç mi kafası yok, bir kitapla yaşamlarına yön veriyorlar. Kişilik erken yaşlarda oluşuyor ve kimse kolay kolay değişmiyor. Bazı doğrular zamanla yanlış çıksa da o saatten sonra doğrularını değiştirmek kolay değildir.

Fakültede kızları o kadın yazar nasıl etkiliyorsa erkekleri de o sıralar eşiyle yaşadığı sorunları ve boşanmasını dizi halde çıkardığı kitaplarında anlatan o erkek yazar etkilemekteydi. Unutamadığım olay ise boşanma sırasında eşi yazardan doğal olarak kitaplarının bir kısmının telifini istemekteydi. Mahkeme de bu talebi kabul etmişti. Yazarımız bu olayı kendi penceresinden koltuk değnekli roman kahramanı mahkeme salonunda hain kadına doğru gidiyordu, diye anlatmıştı.

Biz olayı biraz olsun hukuki yönünden değerlendirmek yerine, duygusal olarak çok sevdiğimiz roman kahramanının hain kadın tarafından ele geçirilmesi olarak değerlendirmiştik. Bugün hala o zamanki yanılgımızın suçunu duygusallığımızda değil, yazarın kaleminin keskinliğinde arıyorum!

Aradan yirmi yıla yakın bir zaman geçti. Açık oturumları pek sevmememe rağmen yanımdaki arkadaşın ısrarı ile boşanma konulu bir açık oturum seyrederken, konuşmacılardan birinin o çok sevdiğimiz yazar olduğunu görünce iyice kulak kabarttım konuşmalara. Boşanma üzerine bir çok kitap yazdığı, eşiyle gazetelerde de bu konuda karşılıklı atıştıkları için yazarımızı da konuk olarak çağırmışlardı. Ve fakat duyduklarıma inanamadım. Yazarımız kitaplarında olayın sıcaklığı ile duygusal davrandığını, şimdi ise boşandığı eşinin bazı kitaplarının telifini nafaka olarak almasının normal olduğunu söylemekteydi.

Yıllarca feminist kadın yazar ile roman kahramanlarını nafaka olarak eşine kaptıran yazarın taraftarları olarak öğrenci evlerinde kızlarla boşuna tartışmıştık.

Aslında aradan geçen yirmi yılda biraz hukuk bilgisi biraz mantık yürütmeyle, yazarın fabrikası, devlet memuru maaşı olmadığına göre nafaka olarak bazı kitaplarının telif hakkının verilmesinin doğal olduğunu anlayabilirdik. Ancak yazarın kaleminin kuvvetinden dolayı beynimize öyle nakşetmiştik ki tekrar sorgulama gereği duymamıştık.

Yazarın o kadar yıl beynimizde yer eden doğrularını inkar etmesiydi bizi asıl yıkan ve affedilmez olan.

***

Bundan birkaç yıl sonra ikinci yıkım da geldi. Bir panel vardı bir partinin düzenlediği gençlik konulu. Parti umurumuzda değildi. O günlerin efsane gazetecisi de vardı konuşmacılar arasında. Bütün arkadaşlar toplandık ve zor da olsa bulduk panelin yapıldığı düğün salonunu.

Yıllarca yazılarını okuduğumuz, kitaplarını adeta ezberlediğimiz gazeteci-yazar nihayet karşımızdaydı. Fakat diğer konuşmacıları dinleyen olmaz diye ünlü gazeteci en son konuşacaktı. 

Mecburen dinledik önden biri milletvekili diğeri sade partili iki konuşmacıyı. İyi ki de dinlemişiz. Öyle ateşli öyle güzel konuştular ki etkilenmemek olanaksızdı. Konu gençlikti. Biz konuşmacılardan gençtik ancak onlar bizden hararetliydi. O hararet üzerine gazeteciyi de dinleyince artık yaşam boyu bize rehberlik edecek kuvayımilliye ruhu ile donanmıştık üniversite yıllarımızın başında.

Aradan yılar geçti. Ben genç bir bürokrat, panelist milletvekili de bakan olmuştu. Yolsuzluk yaptığı tespit edilen bir memur hakkında istenen cezayı görüşmek üzere toplanacaktık yüksek disiplin kurulu olarak.

Toplantıya girmeden önce özel kalem müdürü olan arkadaşa uğradım. Arkadaş elime bir not tutuşturdu. Notta sayın bakan, seçim bölgesinde çalışan, yolsuzluk yaptığı için soruşturma geçiren memura ceza verilmemesini istemişti genel müdürden. Genel müdür de disiplin kurulu başkanı olan genel müdür yardımcısına not yazmıştı sayın bakanın ricasını.

Notu okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Bize kuvayımilliye ruhunu aşılayan sayın bakan, yıllar sonra adeta yolsuzluğa göz yumulmasını istiyordu. O ünlü yazarın bir bombalı saldırıda öldürülmüş olmasının bir etkisi var mıydı bu değişimde bilinmez. Ancak ben ne yapacağımı biliyordum.

Notu komisyon başkanına iletmedim. İstenilen ceza da komisyonca verildi. Toplantı çıkışı uğradığım arkadaş, cezanın çıktığını duyunca “ sen notu vermedin mi” diye sordu. Ben de iletmediğimi, sayın bakan bu konuda ararsa sorumlusu olarak benim adımı vermesini istedim.

Sayın bakana bir çift sözüm vardı çünkü..

Hiç yorum yok: