MIŞ GİBİ






Bir türlü not alma alışkanlığı edinemedim. Kafamda tutmaya çalışınca da bilgileri me güvenemiyorum. O nedenle hep söze "galiba" diye başlıyorum. Evet, galiba bir yerde okudum. İkinci galiba da Çince olması lazım. Harf yokmuş bizdeki gibi. Sembollerle gösteriliyormuş kelimeler. Kuş denecek bir kuş resmi. Ama serçe ile kumru nasıl ayrılacak o kısmını okumadım.


Sembol kısmı yeterli şimdilik. Hayat da bir nevi öyle. Semboller üzerine kurulu. Yatılı okulda grip olmuştum. Öğleden sonra hocaya müracaat edenler çoğalınca ve müracaat edenlerin neredeyse tamamı yatılı öğrenci olunca anlaşıldı ki salgın var. Nitekim ertesi günü on iki kişilik yatakhaneden on kişi yataktayız. Yüz elli kişilik pansiyondan da yaklaşık doksan kişi. Sağ olsun yatakhanemizde hasta olmayan iki arkadaş yemek taşıdılar bize. Ne veriliyorsa, ilaç, ıhlamur hepsini taşıdılar. Yaşasın yatılı okul kardeşliği.


Diyeceksiniz doktor nerede? Doktor zaten okuduğumuz kasabada bir tane var. Okula tahsis etmek haksızlık olur. Kapı arasından şöyle bir gördük. O hepimizi görmedi. İçimizden birini gördü. Yatakhanemize sağında kaymakam, solunda okul müdürü ile girdi. Girişteki ilk ranzanın alt katında yatmakta olan arkadaşın alnına dokundu.

-Nasılsın yavrum, ateşin var ama geçecek.

Sonradan öğrendik ki yatılı okulda okuduğumuzu hatırlatan ve annemizin yanında olsak bol bol duyacağımız "nasılsın yavrum" sözünü her koğuşun sağdaki ilk ranzasının alt katında yatan arkadaşlarımız duyabilmişler.

Ömrümde gördüğüm ilk "mış gibi" eylem bu oldu. Kaymakam, okulun müdürü ve ilçenin tek doktoru, teker teker koğuşları dolaştılar, ilgilendiler, yeter. Allah devletimize zeval vermesin. Gerisini, dağıtılan hap, çorba, ıhlamur ve grip menüsü yemekler halletti ve bir kaç gün içinde hepimiz ayağa kalktık.

Yaşamımın bundan sonraki kısmında da her karşılaştığım olayda bu hastalığımı hatırlarım. Nitekim Doğan CÜCELOĞLU, buna "mış gibi" yaşamak diyor.

Örneğin deprem olmuş, madende patlama olmuş, uçak düşmüş fark etmez. Her olayda bir sembol bulunuyor. Onun macerası işleniyor devamlı. Küçük Ayşe, kurtarılıyor, hastaneye kaldırıldı, Ayşe'nin dramı. Enkaz altında kalanlar mı, allah kurtarsın.

Bu sembol işi o kadar yayıldı ki; her şeyde, her yerde sembol.  Gerçek ancak detaylarda. Örneğin yardım toplayan kuruluşun bir açıklaması sırasında öğreniyoruz ki yardım paraları ile üniversite açılmaya çalışılmış ya da amaca hizmet eden televizyon kanalı alınmış. Peki para toplanmasına esas teşkil eden yardım. Evet, sembolik olarak yapılmış biraz, ihtiyaç sahiplerine.

Aslında, benim keşfettiğim gerçekler değil bunlar. Yardımı veren de alan da biliyor gerçek amacı. Fakat kamufle ediyorlar. "Bosnalı çocuklara yapılıyor"-muş gibi yapılıyor yardımlar. O nedenle alan memnun satan memnun. Gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan adli makamlara da kimse şikayette bulunmuyor. Ama görüntü "mış" gibi.

Şimdi, hayatta düz insanlar vardır. Cetvel gibidirler. Eveleyip gevelemezler. Mış gibi de yapmazlar doğrudan diyeceklerini derler, yapacaklarını yaparlar. Tanıdığım bir kız vardı otuz yaşlarında, iddialı değil, mütevaziydi. Gerçekçi ve doğu sözlüydü.

-Şu dünyada bir kocam, bir de çocuğum olsun başka bir şey istemem.

Hepsi bu kadar. Liseyi bitirmişti, devlet memuruydu ve uzakta bir ağabeyi dışında kimi kimsesi de yoktu. Bir kaç yıl sonra gördüm. Evlenmiş, çocuğu olmamış. Fizyolojik olarak olamayacağı anlaşılınca hiç zaman kaybetmemiş, yetiştirme yurdundan bir bebek almış, yasal işlemleri tamamlamış. 

Şimdi çok sevdiği kızı ve kocasıyla yaşamın tadını çıkarıyor. Diyebilirsiniz ki ne kadar basit bir amaç, ne kadar basit bir insan. Şöyle bakın etrafınıza, ne aradığını bilmeyen okumuşlar, kendiyle bedeniyle kavgalı iddialı tipler. Çocuk istediği halde gerçeklerle yüzleşemeyenler, evlenmek isteyip de evliliğe karşıymış gibi yapanlar. Hangisi mutlu, hangisi amacını gerçekleştirebilmiş?

Bir arkadaşım var. O da bu kız gibi yaşama çok dik ve basit bakıyor. Gerçeklerle doğrudan yüzleşiyor. Şimdi, arkadaşım bir takımın hasta taraftarı, öğrenci parasına kıymış takımın düzenlediği piyango biletinden almış. Çekilişler o zamanlar en büyük gelir kapısı düzenleyen kurumlar için. Öyle noter, milli piyangonun denetimi falan da yok. O nedenle uyardım:

-Sana çıkmaz bu.

-Vallahi ben çıksın diye almıyorum zaten. Ben taraftar olarak Erdal'a bir pavyon parası veremiyorsam yazıklar olsun bana.

Evet, bu kadar. Arkadaş bilet alacak, takım çekilişten kazandığı parayı futbolcusuna verecek. Futbolcu da bu parayla bar pavyon gezecek ve gazetelerde resmi çıkacak gece aleminde, diye. Arkadaşım da bir taraftar olarak görevini yapmış olmanın gururunu yaşayacak.

Arkadaşım parayı bilerek ve isteyerek vermişti bilete ancak çekilişi bekleyenleri tam bir hayal kırıklığı bekliyordu. Çekilişin büyük ikramiyesi olan otobüs Kızılay'a çıkmıştı. Anlaşılan ya Kızılay topladığı yardım paralarının bir kısmıyla millete yardım edeceğine piyango bileti almıştı. Ya da "mış gibi"nin bu kadarına da pes yani.




Fotoğraf: cuceloglu.net adresinden alınmıştır.


Hiç yorum yok: