PARAN KADAR KONUŞ!


-Kanserin ilacı bu hastanenin bahçesinde!



Bunu diyen hastanede kanser araştırmaları da yapan bir doktor. Demesinin nedeni, kanserli hücre verilen iki fareden, içeride tutulan fare ölürken bahçede gezen farenin iyileşmesiymiş. Bahçede ne yiyor da iyileşiyor bu fare? Kimi uzman ise bahçede gezen farenin stresi olmadığından içeride tutulan farenin stresten öldüğünü iddia ediyorlarmış.



Konuya hastalıktan girsem de bu konu benim ilgi ve bilgi alanımda değil ve konuyu burada kapatıyorum. Demek istediğim, biz de iki ayrı nesil yetiştirelim. Atasözleri ile ya da hiç atasözü duymayan bir nesil. Bakalım hangisi daha iyi yetişecek. Bazı sorunların nedeni mi çözümü mü atasözleri, anlayalım.



Atasözleri bir anlamda insanlığın tecrübelerinden deneyimlerinden geçmiş, herkesin aynı şeyleri yaşayarak aynı sonuca varmalarını engelleyen insanlık için yararlı bir şey. Bazıları ise insanlığın gelişmesini davranışlarını engelleyen sözler. Örneğin, paran kadar konuş!



İnsanlık yüzyılda o ana kadar biriktirdiği kadar bilgi biriktirirse ve biz de bunun kırk beş yılına tanıklık etmişsek, “bizim zamanımızda” sözü de yetmez anlatacaklarımızı anlamaya.



Evet, bizim zamanımızda, bilgisayarlar da bankalarda yokken, başka şubede parası olan birisi para çekmek isterse, hesap cüzdanını göstermek yetmiyor aynı zamanda o şubeye telefonla sormak gerekiyordu. Buna da provizyon sormak deniyordu.



Yine o zamanlar borsa ve yatırım fonu gibi yatırım araçları yaygın olmadığından enflasyonun yüksek olması ve sık sık yaşanan devalüasyonlar nedeniyle herkes parasını dövize yatırırdı. Dolara ve marka. Evet, mark vardı o zamanlar Euro çıkmamıştı daha. Ben de naçizane döviz hesabımdan bir miktar çekmek üzere bankadayım ve nihayet sıra bana gelmiş. Numaratörler de yok, bankonun önünde dizilmişiz. Sıramızı da kendimiz takip ediyoruz.



Tam o sırada düzgün giyimli elli-altmış yaşlarında bir adam memura sordu:



-Ne bekliyoruz?



-Provizyonun sorduk onu bekliyoruz.



-Ben provizyon sorulacak adam mıyım? Al burada yüz bin dolar, bunda üç yüz bin mark, bunun birinde yüz elli bin dolar, ötekinde elli bin, on bin dolar için uğraştırmayın adamı.



Adam sinirle ceplerinden hesap cüzdanları çıkarıp memurun önüne atıyordu. Memur:



-Ne yapalım sormak zorundayız, emir böyle, dedikten sonra bana döndü, siz ne kadar çekecektiniz?



-Yüz mark, diyebildim cılız bir sesle.



Sonuçta, herkes parası kadar konuşuyordu.




Hiç yorum yok: