KELEPÇELİ BEYİNLER



Fenerbahçe’yi bırakmama neden olan başkanı, purosundan derin bir nefes çektikten sonra çok önemli açıklama yapma pozu aldı:

-Fenerbahçe’ye gelecek futbolcuyu açıklıyorum; Eduardo!

O gece televizyonlarda ve ertesi günü sabahı gazetelerde bol miktarda ve geniş geniş verildi haber. Eduardo, şöyle iyi futbolcu, feneri kurtaracak adam vs. bir sürü yorum-haber.

Akşamına da klasik manzara, büyük bir bölümü bırakın uçağa binmek, birini uğurlamak için bile daha önce adım atmadıkları havaalanına doluşmuş bir kalabalık; Eduardo'yu bekliyorlar. 


Birazdan da Eduardo omuzlarda, karşılayan seyircilerdeki coşku had safhada. Güvenlik kuvvetleri, sağ salim arabaya bindirme telaşında Eduardo’yu. Fakat yüzünden ne olduğunu anlayamadığı görünse de şaşkınlığın esas nedeni ertesi akşama belli olacaktı. Ne yalan söyleyeyim ben Eduardo’nun yüz ifadesinden, onun futbolcu olsa bile en azından bu ilginin binde birini hak etmediğinin şaşkınlığını gördüm.


Daha ertesi günü gerçekten de Eduardo’nun istenen nitelikte çıkmadığı, daha kurtarıcı bir futbolcu alınacağını öğrendik, spor basınından. Fakat Eduardo’nun nasıl uğurlandığını öğrenemedik. Belki hala gidememiş de olabilir, yol parasını kazanmak için kaçak çalışıyor da olabilir.


O zamanlar bindirilmiş kıtalar teriminden haberimiz yok. Çok düşünmüşümdür, ne hissetti tanımadığı futbolcuyu sırtına alanlar. Başkanları söyledi diye tapındıkları adamın mahalle maçında bile oynamadığını öğrendiklerinde.

Sonradan öğrendik bindirilmiş kıtalar oluşturulduğunu. Bedeli mukabili, program izlendiğini, yorum yapıldığını, havaalanında futbolcu karşılandığını, hatta kendi bayramlarını eski solcu patronlarının verdikleri yevmiye ile kutlayan işçileri, parayla pankart tutucularını, tezahüratçıları, parti gurubu basanları.

Öğrenince daha anlayabildim bu insanları. Hiç olmazsa var bir açıklaması. En kötü ihtimalle ekmek parası. Eski solcu patronlarının parasıyla bir mayıs kutlayanlar ile mimarlar odası pankartını ücreti mukabili taşımak için mitinge katılanlar bence en şanslıları.

Eskiden günlerce, sabahlara kadar açık oturumları izlerdim. Belki de yeni olduğundan, ilk olduğundan en önemlisi de konuşanın kendi özgün fikrini söylediğini düşündüğümden. İzleye izleye, eski ve yeni konuşmalar arasındaki fark ve çelişkileri gördüğümden artık izlemiyorum.

Artık öğrendik; mesleği sürekli güçlüden yana olanlar var. Eskiden haklıdan yana olduğunu sandıklarımızın da kendi fikirleri yerine tarafı oldukları gücün fikrini söylediklerini biliyoruz. O halde neden izleyeyim ki. Yoksa bu farklı fikirlere tahammülsüzlük değil.

Mecliste elleri havada genel kurul salonuna giren vekilleri görüyoruz. Hatta bir defasında yanlışlıkla havaya kalkmıştı eller. Vekilleri de anlayabiliriz. Parti disiplini, bir daha seçilmeme korkusu vs.

Bağımsız, kendi fikirlerini söylediklerini iddia eden birçoğu akademik unvanlı, ünlü gazeteci ve yazarları bindirilmiş kıta konumuna getiren ne? Para mı, ün mü, şöhret mi? Öğreniriz bir gün.

Savaşta geri çekilen ordular geri çekilmeyi güvence altına almak, kovalayan orduyu geciktirmek için ağır makinalı tüfeğin başına asker bırakır, onu da kelepçeyle oraya sabitlerlermiş. Askerin binde bir de olsa yaşayabilmesi için silahı iyi kullanarak gelen orduyu oyalamaktan başka çaresi kalmazmış.

Tek başına kalmış neden kaçmıyor da ateş ediyor diye dikkatli bakarsanız, kelepçeli olduğunu görürsünüz.Artık televizyonda açık oturum seyretmemekle birlikte arada takılırsam, gözlerim hemen konuşanların kelepçelerini aramaya başlıyor.
 

Hiç yorum yok: