LÜTFEN BANA ÇAY ISMARLAMAYIN!





-Nişanlıma ertesi akşam Karaköy İskelesinde randevu vermiştim. Randevu saatinde ben Erzurum'daydım!

Bunu söyleyen, mesleğimizin duayyenlerinden biriydi. Eğitim seminerinde bize meslekte program yapmamayı öğretiyordu. Zamanla biz de öğrendik. Yaptığımız bütün planlar, bir faks ya da bir sarı zarfla darmadağın oluyordu çünkü.

Dil kursu, ehliyet kursu, diş tedavisi gibi bir kaç ay gerektiren işlerimiz de hep yarım kalma tehlikesi atlatmıştır. Bir şekilde atlatabildik tehlikeleri, bir kısmı da kaldı artık.

Görevin uzun süreceğini, bunun bir fırsat olduğunu düşündüğümden Edirne'de yazıldım ehliyet kursuna. Bir kaç hafta gitmiştim ki bu sefer Balıkesir'e gitmem gerekti acilen. Dönüşte de sanıyorunm hafta sonu gurubuna alarak çözdüler devamsızlık problemimi.

Toplam iki aylık kursu iki gurupla gördüm. Bu nedenle zaten yabancı olduğum bu şehirde arkadaş hele hele kurs arkadaşı edinme niyetinde değildim. Nitekim öyle de oldu. Bir kaç merhabalaşma hepsi bu. Fakat direksiyon hocam hala aklımdadır ve unutulmazlarım arasındandır.

Şimdi, şartlar bu. Bir amaç var ve bir an önce bir sarı zarf, bir faks gelmeden ehliyet problemini halletmek niyetindeyim. Arkadaş da istemiyorum, sorun da, sıkıntı da. Fakat sorun ve sıkıntının hiç haberli geldiğini görmediğim için umulmadık bir zamanda geldi. Asla sıkıntı yaratmak niyetim olmadığı halde.

-Bundan iki tane mi alıyoruz?

Kursta, teneffüste çay içmişiz. Oturduğum koltuğun yanındaki sehpadan boşları alıyor çaycı. Aynı sehpada olunca çay boşları sorması doğal, uzattığım parayı alırken.

Diğer çay boşunun sahibiyle gözgöze geldik. Alma, bir tane al desem kabalık olacak, al dersem de sanki çay ısmarlayarak arkadaş edinmeye çalışıyor görüntüsü oluşacak. Teneffüslerde tek başına oturan bir ben vardım çünkü. Hem şehirde yabancı olduğumdan hem de bu guruba kursun ortasında katıldığımdan.

-Evet, iki tane al!

Sonunda kibarlığım ağır bastı ve çayı ısmarladım. Adam da biraz şaşkın itiraz etmeye çalıştıysa da çaycının bizimle uğraşacak zamanı yoktu. Adam, teşekkür ederek yanındaki arkadaşlarla sohbetine devam etti.

Hepsi, iki kursiyerden biri diğerinin çay parasını ödemiş, ikisi de erkek yani kötüye yoracak bir şey yok. Ne var bunda?

Evet, ne var bunda?

Sonraki teneffüslerde, salondaki koltuklarda herkes gelişigüzel oturduğundan o adamla yanyana ve aynı sehpada çay boşlarını bir araya getiremedik. Gelmedi daha doğrusu ve benim açımdan da gelmesi gerekmiyordu. Fakat diğer adam için öyle değildi. Bir iki günde benim biriyle muhabbet kurmak için çay ısmarlamadığım da anlaşılınca adamda illa ki bana iade yapma çabasını gördüm.

Boşuna dememişler "veren el alan elden üstündür", diye. Adam çabalıyor fakat ya bir araya gelemiyoruz ya da çaycı gelmiyor o anda ya da sehpa denk gelmiyor. Ki adam da çaktırmadan aynı şekilde iade edebilsin çay borcunu.

Çaycıya "iki tane al" derken hiç düşünememiştim böyle olacağını. Adamı sıkıntıya sokacağımı. Küçük dediğimiz şeylerin bir başkası için büyük problem olabileceğini veya iyilik olsun diye yaptığınız bir şeyin karşıyı sıkıntıya sokabileceğini de. 

Artık kursun sonuna doğru bir teneffüste adamın yanına oturabildim. Adamın nasıl bir istekle çaycıya iki çay söylediği, ödemeyi yaptıktan sonraki rahatlığı hala gözümün önündedir.

Bir defasında Kuşadası'nda iki yaşlı turist kadın kendilerine yardımcı olmaya çalışan bir arkadaşa şiddetle karşı koydular:

-Lütfen bize yardımcı olmayın!

O zaman çok yadırgamıştım bu tavırlarını. Bizde olsa kibarlık olsun diye asla yardım talebi geri çevrilmez. Çay ikramı da. Bu olaydan sonra galiba bize de lazım böyle bir şey:

-Lütfen bana çay ısmarlamayın! 

Hiç yorum yok: