NE ÇEKERSEN DİLİNDEN

Ne çektiyse dilinden çekti. Çok eski arkadaşım. Benim aksime dilinin kemiği yoktur. Diline geleni söyler. Şu zaman bunu mu söylesem? Burada bu denir mi hiç? Böyle dertleri yoktur. Belki kendine güveninden, belki de lüzumsuz yerde lüzumsuz konulara kafa yormak istemediğinden. Bu tavrı onu özgün biri yaptı, mesleğinin de en iyilerinden. Enerjisini önemli işlere harcadığından. Bazı iletişim kazaları dışında.

İlk kaza lisede oldu. Din dersindeyiz ve din bilgisi öğretmeni olmadığından matematik hocamız geliyor. Konu abdest almak. Hocamız abdest alırken yüzün saç bitiminden itibaren yıkanması gerektiğini söyledi. Arkadaşım hemen el kaldırdı.

-Hocam saçı olmayanlar nereden itibaren yıkayacak yüzünü, diye sordu.

Hoca, oğlum saçı olmayanların da saç hizası bellidir, derken bir yandan da elini kaşından itibaren saç hizasına götürmeye çalıştı. Fakat epey yol kat etmesi gerekti. Zira hocamızın saç hizası ensesinin beş-altı santim üzerindeydi. Eh hocamızın eli kaşından ensesine doğru saç ararken yol bir hayli uzun olduğundan sorunun ne amaçla sorulduğunu fark etmekte gecikmedi.

-O ne biçim soru öyle, diye hiddetle haykırdı. Bütün sınıf gülmeye başlayınca konuyu uzatmadı, arkadaşı da dövmedi abdest almanın başka şartlarını anlatmaya devam etti.

İkinci kaza da fakültede meydana geldi. Arkadaşımla fakültede de beraberiz ve aynı evde kalıyoruz. Paralar suyu çekmiş, midemize iki-üç gündür sıcak bir şey girmemiş, içtiğimiz su da soğuk olduğundan ağzımızdan itibaren nereden nereye gittiğini haber veriyor, bedava anatomi dersi adeta.

Evde odun da olmadığından battaniyeye sarılıp kitap okuyoruz, kahveye gidecek para da yok. Derken aklımıza geldi ve iki kız arkadaşın evlerine gidip çay içmeye karar verdik. Sıcak ve çay içilebilir bir ortam cennetti bizim için.

O zamanlar kadın-erkek ilişkileri üzerine yazılan kitapların çokluğundan mıdır yoksa ülkenin darbe sonrası a-politik ortamından mıdır nedir sürekli kadın-erkek ilişkileri tartışılıyor.

O gün de konu “kadın dövülmeli mi” ye nasıl geldi hatırlamıyorum. Esasen bizim derdimiz sıcak ve çay içilebilir bir ortamda biraz oturmak. O nedenle böyle tehlikeli bir konuyu biz açmış olamayız. Kaldı ki çok önemli ve acil bir konu da değildi bizim için, dayağı yiyecek olan biz değildik sonuçta.

Herkes fikrini söyledi. Kızlar ve ben kadın dövülmemeli derken, arkadaşım gerekirse dövülebilir, dedi. Kızın biri de “burada dört kişiyiz, üçü dayağa karşı, demek yanlış düşünüyorsun” dedi.

Bu arada biraz ısınmış ve ilk çayının şekerini karıştırmakta olan arkadaşım, ne olacak ki ikisi kız zaten, dedi. Arkadaşım, dayağa karşı olanların ikisinin dayağı yiyecek kişiler olması nedeniyle karşı olmalarının normal olduğunu anlatmak isterken, kız arkadaşımız iki kadının oyu değersiz anlamında söylendiğini sanarak, “derhal bu evi terk et, ne demek ikisi kız” dedi. Çayını karıştırıp henüz bir yudum alamamış arkadaşım hışımla evi terk etti.

Ben bir yandan çayımı içerken bir yandan da kız arkadaşa yaptığı haksızlığı anlattım. Öbür kız arkadaşın da desteğiyle iki-bir haksızlık tescil edildikten sonra arkadaşımın peşinden kahveye gittim. Arkadaşlara sordum, şimdi gitti, dediler.

Eve vardığımda arkadaşımı kızgın bir şekilde battaniyeye sarılmış halde buldum. Meğer evden sonra daha önce defalarca çay ısmarladığı kahvedeki arkadaşların yanına gitmiş.”Oyundan bir çay söyleyin” dediğinde, kendi deyimiyle hastir üzeri dört almış ve çay içemeden eve dönmüş.

Hiç yorum yok: