BAYRAM GİBİ BAYRAM





Çocukken ya da gençlikte her şey yeni, her şey heyecanlı ve cazip. Dört gözle beklersin yılbaşını, bayramları. Sonra büyüdükçe azalır cazibe. Büyüyünce bayram harçlığı verilmez örneğin. Kutlanan şey arttıkça yeni olma, heyecan yaratma özelliğini de cazibesini de kaybeder.


Ulusal bayramlar ise çocukken de cazip değildir. O zamanlar da sıkıcıdır. Hele taşrada her bayramda törene katılma zorunluluğu vardır. Yılda bir kaç defa  düzenli yürüyüş provaları, okul bandosunun çaldığı beşi geçmeyen müzikler, biraz folklor belki az da on dokuz mayıstaki yine zorunlu hareketler. 

Bitmek bilmeyen provalar, aynı konuşmalar, radyoda televizyonda aynı haber metinleri, aynı demeçler. Çelenk koyma, saygı duruşu, günün anlam  ve önemini belirten konuşmalar, şiirlerin okunması, folklor gösterisi, fener alayı...

Son yıllarda tek yenilik televizyonların bir köşesinde yayınlanan bayrak ve Atatürk resimleri. Kırk yıldır aynı. Aklımda kalan bir ellinci yıl kutlaması vardır biraz. Kendi marşı vardı ve uzun süre ezberletmeye çalışmışlardı bize. Bir de geçit resminde geçenler biraz fazlaydı. Yetmiş beşinci yılda ise marş da bulunamamış onuncu yıl marşını modernize etmişlerdi.

Son bir kaç yıldır İstanbul Boğazındaki havai fişek gösterisini saymazsak, bayramlar televizyonda küçük bayrakların gösterildiği, birbirinin aynı resmi geçitlerin yayınlandığı günler oldu. Mahallindeki kutlamalar ise artık sadece çocuğunu görmeye giden velilerle bazı meraklıların gittiği törenler haline geldi. 

Hep demişimdir; bir tane kutlayalım onu da adam gibi kutlayalım. Bu fikrim fakültede yaz tatilinde bir turistik otelde on dört temmuzu kutlayan Fransızları görünce oluştu. Yanlış anlaşılmasın ve haddimi aşmış olmak da istemem. Ayağı dışarıya çıkmamış biri olarak Paris'te on dört temmuzda bulunmuş olanlar beni affetsin ama inanın gördüklerim bana yetti.

Bir defa dillerini anlamasak da konuşmasak da hepimiz anladık ki, o gün onların bayramı ve de çok mutlular. O gece özel menü hazırlandı. Her zamankinden daha fazla şarap verildi.(Her öğün yarım şişe verilirdi) Hep birlikte gece yarısına kadar da eğlendiler. Dikkatimi çeken masalarındaki küçük bayraklar, rehberlerin onlar için hazırlamış oldukları süslemeler ve kokteyl. 

Aklımdan çıkmayan ve asla unutamayacağım şey ise bunların hiç biri değil. O zamanlar FM Radyo, İnternet, uydu   anten yok. Akşam yemeğinde en şık kıyafetleri ile masaya oturmuş olan Fransızlar,  rehberlerinin kısa dalgadan bulduğu bir kanaldan sanıyorum cumhurbaşkanı ya da başbakanlarının bayram konuşmalarını büyük bir dikkatle dinledikten sonra yemeklerini yediler. Beni şoke eden buydu.

Düşündüm de bizim de tatile dışarıya giden yurttaşlarımız eminim dinleyebilmişlerse onuncu yıl marşını, bir küçük bayrak sallayarak marşa eşlik etmişlerdir. Ama asla kısa dalga bir radyodan devlet büyüğümüzün bayram kutlamasını dinlememişlerdir. Zira devlet büyüklerimizin konuşmasını dinlemeseler de ne diyeceğini hemen hemen bilirler.

Evet, imrendiğim ve gıpta ettiğim:

-Bayram mesajı bütün ulusca beklenen bir başbakan ya da cumhurbaşkanı,

-Belki her gün konuşmadığı için konuşması dikkatle ve sessizce dinlenen bir devlet büyüğü,

-Ülkesinden binlerce kilometre uzakta, kısa dalga radyonun cızırtısına rağmen devlet büyüklerini dikkatle dinleyen bir millet.

Ne diyelim darısı başımıza. Cumhuriyet Bayramımız Kutlu olsun.

Hiç yorum yok: