ETKİLİ CEZA YÖNTEMLERİ

Şöyle geriye baktığım zaman, yaşayan insan kadar kural koymak gerek neredeyse. İnsanların konulan kurallar ve ihlali halinde verilen cezalar karşısındaki tavırları değişik. Cezalar, bir kısmını caydırırken kimine hiç etki etmiyor. Sanıyorum kurallar konulurken ve ihlali halinde verilecek cezalar belirlenirken herkesin aynı tavrı göstermesi beklenmiyor, çoğunluğun ya da toplumun belli bir kısmının davranışları esas alınıyor.

Bunu farketmem küçük yaşlarda oldu. Benim bir davranışı yapmam halinde göze alamadığım cezanın başkaları için  bir anlamı olmadığını gördüm. Yatılı okulda etüt başkanı olan ağabey, bütün yaratıcı cezalarına rağmen sınıfı susturamıyordu. Cetvelle  eline vursa, kimi ağlıyor kimi kaçıyor. Kalem sıkıştırsa parmak arasına, yine kimi acıdan yerlere yatıyor kimi gülüyor.

Yıllar sonra Fransız Kültürdeki Hocamız Delphine, birinin adını tahtaya yazdı. Merak ettik sorduk:

- Neden yazdınız?

-Biz okurken hocamız konuşanı, dersi sabote edenin adını böyle tahtaya yazardı. Bu, tahtaya adı yazılan için o kadar kötü bir şeydir ki bir daha asla yapmaz.

-Hocam biz okul hayatımız boyunca ne cetveller ne fındık sopası ile dayaklar yemişiz. Sen istediğin kadar yaz adımızı tahtaya.

Hoca hala yazıyor mu tahtaya bilmem, gürültü yapanın adını.

İş hayatında da, örneğin işe geç gelenin korkusudur kırmızı kalemle konulmuş soru işareti. Kapıda kart basmanın olmadığı yerlerde personelin mesaisi imza defteri ile takip edilir. Geç gelen için tutanak yazılıp işlem yapsa amiri, etkisi olmaz. Ancak Amirin deftere hiç bir hukuki işlem doğurmayan bir soru işareti koyması daha caydırıcıdır. Sanırım diğer personele teşhir edildiği için.

Yine idari görevim sırasında personelin kurallar, cezalar ve söylediklerimden hiç etkilenmediğini gördüm. Tesadüfen, ben konuşurken sık sık arkaya baktıklarını farkettim. Benim söylediklerim umurlarında değildi. Anladığım, sekreterin duymasından çekiniyorlardı.

Bundan sonra kapım açık ve sesimi yükselterek konuştum. Onlar sekreter hanımın diline düşmektense her türlü cezaya razıydılar anlaşılan.

Bugüne kadar bir fiske vurmadığım oğlum da:

-Baba beni döv ama ne olur haftalığımı kesme, diyerek onu hangi cezanın caydırdığı hakkında fikir veriyordu.

Arzu ettiği kadını elde edemeyip ceza kanununda tecavüzün kaç yıldan başladığına bakıp vazgeçen insan biliyorum. Cezayı göze alan suçu işleyebilir sonuçta. 

Bir defasında ben de birilerine şiddetli bir hakaret etme arzusu duydum. Yiyeceğim cezayı öğrenmek istediğim avukat hanım hayretle:

-Şart mı, diye sormuştu.

Baktım ceza makul, ödeyeceğim tazminatı göze alıp suçu işlemeye karar vermiştim ki, bunu duyan karşı taraf beni kızdıran işlemden vazgeçti de kurtuldular hakaretimden.

Bir zamanlar başbakana hakaret ettiği için yüklü tazminat ödeyen işadamının demecini okumuştum:

-Bende para çok, bir daha yaparsa bir daha söverim, veririm parasını da!

En ilginç cezayı ise sürekli yalan söyleyerek beni ve evini satan adamı tongaya düşürmeye çalışan emlakcıya verdim. Hani derler ya ödül gibi ceza, diye. Bu tam tersi. Ceza gibi ödül. Ona hakettiğinden daha fazla para verdim. Hiç tereddütsüz, istemesine gerek kalmadan. Bu işi yapabildiğini sansın, diye.

Geçenlerde gördüm, dükkanı kapatmış, üst-baş perişan. Bu işi yapamadığını anlaması on yılını almış.

Hiç yorum yok: