SAHNE Mİ MUTFAK MI?

Günümüzde yazmak hem iyi hem kötü. Kötülüğü, eskisi gibi okuyan yok. İnsanların diyeceğini deme, derdini söyleme ihtiyacı tabi ki azalmadı ancak bunları yapabilecekleri yöntemler çoğaldı. Belki de en ilkeli, en sıkıcısı oldu yazı. 

İyi tarafı ise yazar yazdığını daha kolay ulaştırabiliyor insanlara. Tepkileri daha kısa sürede görebiliyor. Derdini anlatabildi mi insanlara, hiç olmazsa onu görebiliyor. Ne o eskiden, hem yazmak zor hem de insanlara ulaştırmak. Okuyucu tepkisini görebilmek için ise ömrü yetmeyen yazar çoktur bence.

Hep söylenir, tiyatronun büyüsü seyirciyle iç içe olmak, seyircinin tepkisini anında  almaktan kaynaklanır, diye. Ben aşçılık sanatını da tiyatroya benzetiyorum. Sanat mı evet, belki ondan da ileride. 

Öyle belirli günlerde değil günde üç defa. 

Provası da yok doğrudan seyirciye sunuluyor. 

Eğitimi yok, yapılarak öğreniliyor ve seyirci önünde öğreniliyor.

Senaristi yok, oyuncu yazıp oynuyor.

Genelde tek kişilik bir oyun. Ne yemek yapalım sorusunu cevaplayan yardımcı oyuncusu bile yok.

Kostüm serbest elbiseyi korumak için bir önlük belki de.

Oyuncu nasıl oynadığını kendisi bilemez göremez genelde. Seyirciden, yönetmenden eleştirmenlerden aldığı tepkiye göre yön verir kendine ya da başarıp başaramadığını anlar. Oysa aşçı kendisi yiyerek doğrudan anlayabilir yaptığı yemekteki başarısını.

Bana bunları düşündüren bir empati. Zorunlu bir empati belki de. Fakülte yıllarında evde sırayla yemek yapmıştık. Ancak hiç bir zaman iddialı olmadık. Bu geçici bir durumdu ve şartlar itibarıyla da amacımız karnımızı doyurmaktı. Lezzet kaygımız yoktu. Fakat çok güzel, çok lezzetli yemekler yapmıştık. Bazı tatları hala arıyorum. O günlere dair.

Sonraları da yemek yapmak durumunda kaldık. Yemek yapmak özellikle erkekler için kimseye muhtaç olmamanın, kendi ayakları üzerinde durmanın bu nedenle de kendine güvenin sembolüdür.

Ben de daha iyi seçeneğimin olmadığı zamanlarda hala yemek yaparım. Ama o konuda asla iddialı değilim ve yani canım şöyle bir yemek çekti yapayım da yiyeyim dediğim olmadı. Yıllar önce görevli gittiğim bir yerde, şartlar kendi yemeğimizi yapmamızı gerektirdi. Mutfağa girdim işe koyuldum. Yemek yapmasını bilmeyen arkadaşım ise mutfakta etrafımda dolanmaya başladı. 

İlk çıkarımım; mutfağın tek hakimi olur. Yemeği yapmıyorsan ortalıkta kalabalık etmeyeceksin.

Arkadaş baktım, yemeğin altını kıstı. Kısık ateşle daha iyi oluyormuş, gazetede okudum, dedi.

Çıkarım iki; yemek yapmak sanattır. Her şeyiyle sanatçının elinden çıkmalıdır. Sanatçıya karışılmaz. Yersin, beğenmezsen bir daha gelmezsin. Yoksa oyun sırasında tiyatrodan çıkıyor musun ya da sanatçıya akıl veriyor musun gazetede okuduklarınla?

Sonunda yemek pişti, servisi yaptık, yemeye başladık. Kendimi arkadaşa bakarken buldum. Sanatçı tiyatroda seyirci yokmuş gibi oynar ama kulağı alkıştadır. Aşçı belki ressama benzer bu aşamada. Yemeği yiyenin yüzünde bir renk bulmaya çalışır. O rengi elde edemezse üzülür, belki daha iyisini yapmaya çalışır bir dahaki sefere.

Hiç yorum yok: