GİDİŞAT NEREYE HEMŞERİM?


Bir zamanlar bir gürültü kopmuştu Amerika'da. Gürültüsü buralara kadar da gelmişti. Efendim, bir küçük çocuk gizlice tekneyle annesi ile birlikte Amerika'ya gelirken tekne alabora olmuş, anne ölmüş çocuk kurtulmuştu. Geçici olarak da Amerika'da bulunan teyzesinin yanında kalmaktaydı.

Küçük yavrunun "özgürlüğe kaçarken" başına gelenler, Küba'dan neden kaçtıkları uzun uzun işlenmekteydi televizyonlarda gazetelerde. Çocuk şimdi ne olacaktı? Açlığın zulmün hüküm sürdüğü Küba'ya babasına mı gönderilecekti yoksa özgür dünyada teyzesinin yanında mı kalacaktı?

Aslında basit bir olay, bu düşüncelerle basit olmaktan çıkarılıp bir sistemler analizine dönüştürülmüştü. Nitekim ülkemizde de boşanmış ailenin iki kızını yabancı annelerine vermemek için milliyetçi unsurların mahkeme kapılarında zavallı anneyi kovaladıkları görülmüştü.

Oysa olay basit. Çocuğun annesi öldüğüne göre babasına iade edilmesi gerekiyordu. Mahkeme de öyle karar vermişti zaten. Fakat teyze direniyordu. Medya ordusu evi kuşatmış, çocuğun özgür dünyadan götürülmesine karşı kampanya yürütüyordu.

Sonunda haberlerde seyrettim. Özel kıyafetli, maskeli siyahlara bürünmüş özel silahlı birlikler evi kuşattı ve çocuğu götürdüler. Sonuçta çocuk babasına kavuştu.

Hep merak etmiştim; alt tarafı bir çocuk alınacak bir evden. Evde kararlı bir teyze,  evin etrafında da sesi çok çıkan ama silahsız bir kalabalık varken ne gerek vardı böyle maskeli, siyah elbiseli özel birimlerle evi basmaya?

Sonraları okuduğum kişisel gelişim kitapları ve diğer toplum mühendisliğine ilişkin kitaplarda buldum yanıtını. Evet, çocuk özgür dünyada daha iyi yaşayabilirdi. Teyzesi de ona çok iyi bakardı. Bunlar gerçekti. Fakat bütün bunlardan çok daha önemli bir gerçek vardı ki, çocuğun babasına iadesine ilişkin bir mahkeme kararı vardı ve ne pahasına olursa olsun bu karar uygulanacaktı.  Uygulanması için gerekirse devletin en seçkin birimleri seferber edilebilirdi. Kısacası hukukun üstünlüğü her şeyin üzerindeydi ve bu vatandaşın aklına yerleştirilmeliydi.

Peki, dünyada devlet geleneği en eski bir ulus olmamıza ve şu an dünyanın hakimi gösterilen,  ömrü bizim kurduğumuz son iki  devletin ömrüne yetişmeyen bir devletin bizden öğrendiklerini bizden iyi uygulamasına ne demeli?

Kargo uçaklarıyla makam arabalarını önden göndermeler, kalabalık konvoylar falan biraz tarih okumuş insanlar için sürpriz değildir ve nedeni de bellidir.

Peki, bir devlet yurttaşına güven aşılamaya, hukukun her şeyden üstün olduğunu anlatmaya çalışırken daha eski devlet geleneği olan uluslar ne alemde? 

Acınacak halde demek lazım. Tarihinden habersiz, bütün iyiliklerin kaynağını başkasında sanan, dilini yok etmeye çalışan kimliksiz bir gençlik. 

Başkaları iki kitap dağıttı diye dini elden gidecek korkusuyla cinayet işlenen bir ülke. 

Başbakana dilekçe vermeye çalışan iki türbanlı kızı engellemeye çalışan otuz polis.

Aranan biriyle kaza geçiren bir emniyet müdürü ile milletvekili.

Gazeteci katili ile fotoğraf çekilmek için sıraya girmiş polis ve askerler.

Suç işlemiş masum çocuklar için yasa çıkaran bir meclis.

Yasadan yararlanmış çocukların emniyet müdürü bıçakladığı mitingler.

Emniyet Müdürü bıçaklayan yasadan yararlanmış çocuklarla ilgili ağzını açmayan ancak bir gazeteci katili de yararlanınca feryadı koparan bir medya.

Toplumun ihtiyaçlarına göre çıkarılmış ve yıllarca uygulanacak yasalar yerine iki ayda yanlışlığı ortaya çıkan yasaları hazırlayan ileri görüşlü(!)  yöneticiler.

Evet, örnekleri çoğaltmak mümkün. Bir tarafta olduğundan fazla gösterişle vatandaşlarına güven aşılamaya çalışan bir devlet, diğerinde kendi ve toplumunun hafızasını silerek kendine güvenini yok etmeye çalışan bir devlet.

Gidişat nereye hemşerim?

1 yorum:

mahmutemin dedi ki...

Küçük bir olaydan...
Türkiye Manzaralarına.
Hatırladım.Bunlar Türkiye Manzaraları..