KIRMIZI HALIDA YÜRÜMEK


İnsanın doğayla savaşı devam etmekte. Belki insanoğlunun varlığından beri. Bütün canlılar da insan gibi varolma savaşında. Fakat hiç biri insan gibi hırslı değil. İnsana yaşama tutunmak, yaşamını devam ettirebilmek yetmiyor. Bitmek bilmez hırsı ve günden güne artan kibri ile saldırır doğaya. Doğa da arada hatırlatır kendini. Kendini yendiğini sanan insana iyi bir yanıt verir. Ona ne kadar aciz, şu dünyada ne kadar küçük olduğunu hatırlatır. Bu sadece deprem, sel, çığ gibi olaylarla değil yaşamın içindeki basit tekziplerle de gösterir kendini.

Yıllar önce bir yerde görevliyim. Akşam oturmuş televizyon seyrediyorum. Bir eleman ziyaretime geldi. Şimdi, dışarıda akşam olur herkes evine gider. Uzatır ayaklarını keyfine bakar. Sen ona gitmezsin. Zaten gündüz yeterince iş ortamı iş sohbeti sıkar insanı. 

Evet, sen de akşam olmuş kaldığın yere gitmişsin. Ayaklarını uzatacaksın, televizyon seyredeceksin,  kitap okuyacaksın. Kısacası yalnız kalmak, mümkünse de işi hatırlamak konuşmak da istemiyorsun. Sen evinde durana çat kapı gitmezsin ama o sana gelir. Evine misafir gelen, canı sıkılan ve hatta misafirini bile yanına alan gelir yanına.  

Gayet kibar, efendi, iyi niyetli (ona şüphe yok) bir merhaba, oturur. Böyle gelene de niye geldin denmez doğal olarak başlar muhabbet. O gün yine öyle başladı. Laf döndü dolandı (onun lafı, ben dinleyiciyim) icraatların sıralanmasına geldi. Yani iş ortamı olunca konu da mecburen oraya geliyor. (sadece bir defa tam bir hafta bir elemanın kaynana yakınmasını dinlemiştim)

Konu fareyle mücadele. Yoğun bir mücadele yapılmış. Her yöntem denenmiş. Bir yöntemi ise ilk orada duydum. Coşkuyla anlatıyordu eleman:

-Burada balina yağından yapılmış ilaç kullandık. Fareler çok severmiş balina yağını. Yedikten sonra da bulmamıza gerek kalmıyor, kendi kendine imha oluyor, buharlaşıyor. Çok şükür bir tane bile kalmadı.

Tam bu sırada gözüm kırmızı halının üzerindekine takıldı, gösterdim elemana:

-Şuraya bakın!

Hep derim ki bu dünyada çok ilginç, çok az insana nasip olacak şeyler gördüm ben. Evet, bu da onlardan biriydi. Şu dünyada kırmızı halıda yürüyen devlet büyüğü, devlet küçüğü, vatandaş görülmüştür de kırmızı halıda yürüyen fareyi kaç kişi görmüştür ki. 

Fare de ne fare yani. Sınıflandırmasını bilmiyorum ama öyle fındık faresi falan değil. Koskocaman bir şeydi. Şimdi, hep dikkat etmişimdir. Kırmızı halı insanın yürüyüşünü değiştirir. Nereye serilmiş olursa olsun. Adam normal yürür, kırmızı halıya gelince değişir yürüyüşü. Adeta bir bando eşlik etmektedir kendine ve tören kıtası da sağdadır. Cüsseli insan yürüyüşü de ezelden öyledir. Vücut dik, bakışlar karşıya bakar ve adımlar da sert. 

İnanın abartmıyorum; bu fare iri cüssesiyle merdivenlerden oturduğumuz salona kadar serili kırmızı halıda yürürken tam bir devlet büyüğü edasındaydı. Bize tören kıtasıymışız gibi şöyle bir baktı ve mutfağa girdi. Yani, insan bir selam bari verir. Mevkimizi saymıyorsun misafirliğimize hörmet et, bir "hoş geldin" de görgüsüz fare.

Eleman baktı ki saatlerdir anlattığı icraatları kırmızı halının üzerinde tekzip ediliyor hemen ayağa fırladı. Ya balina yağı bozuktu ya da başka bir yağı kakalamışlardı. 

Koştuk mutfağa, ki biz ona hoş geldin diyelim. Ne yaptıysak bulamadık. Çağırdığımız elemanlar da uzun uzun aradılar ama bulamadılar. 

Yattık çaresiz ama uyumak ne mümkün. Bilgi insana en zararlı şeymiş o gün anladım. Efendim, farelerin bir salgıları varmış. Yiyeceği yere önce salgısını püskürtür uyuştururmuş sonra da afiyetle yermiş. Yediğinin ruhu bile duymazmış. Sabah bir kalkıyorsun ki burun ve kulaklar yok.(Oraları çok severmiş) 

Bir ara sızmışım ama yorgun bir gece geçirdim. Sonrası mı? Tabi ki Erkan kaçar!

Hiç yorum yok: