KEPÇE KAPANIN, YEMEK DAĞITANIN

Bu nostalji toplantılarının cazibesi nedir?
-Eski dostlara özlem mi?
-Eski günlere özlem mi?
-Arkadaşların bugünkü hallerini merak mı?
-Okuldan sonraki yaşamda o günlerdeki gibi arkadaşlık bulamamaktan mı?
-Geçen sürede neler başardığını arkadaşlarına göstermek mi?
-Eski günlerini bilenlerin kısa pantalonlu günlerini unutup-unutmadıklarına olan merak mı?

Diğer şıklar genelde bellidir de son ihtimale açıklık getirelim. İnsanoğlunun öyle olaylar karşısında öyle davranışları olur ki, kendi bile şaşar. Önceden söylense asla kabul etmeyeceği bir şeyi yeri geldiğinde yapar, kendisi bile şaşırır yaptığına. O nedenle asla iddialı konuşmam ve konuşanları da ciddiye almam. 

Efendim askerdeyiz. Fakat herkes gibi değiliz. Yani yaş yirmi sekiz, otuz beş olunca ne askere uğurlanmamız, ne asker yemeğimiz, ne tertip geceleri hiç birini yaşamadık. Herkes yaşını başını almış, mesleğinin belli aşamasında zorunlu hizmetini yapacak. O nedenle de kısa dönemi tercih etmişiz ki bir an önce bitirelim yarım kalmış hayatımıza dönelim. 

Gitmeden dense ki "kepçe savaşı yapacaksınız" asla inanmazdık. Fakat insanlığın dili ortak onu biliyorduk, haksızlığa karşı tavır aynı.

Askerliğin ilk yirmi günü yoğun bir eğitim var, dışarıya çıkmak da yasak. Çarşı izni yok, kantin kalabalık, süre az.  Yoğun da bir eğitim var. Bedensel hareket yoğun olunca yemek saatini zor ediyoruz ve ilk günlerde asla yenilemez bulduğumuz yemekleri silip-süpürüyoruz.

Yemek bulabilirsek tabi ki. Bilmeyenler için açıklayayım. Askerde herkesin yatacağı yer, yemek yiyeceği masa  vs. bellidir. Yemekler her masaya karavana denilen tencere veya tepsilerde bırakılır. Masadaki birisi de yemeği dağıtır masadakilere.

Dediğim gibi  yemek saatine zor yetişiyoruz.Yaptığımız yoğun eğitimden acıkıyoruz. Kantinden  "bana bisküvi al" denilecek arkadaşlıklar da kurulamamış henüz. Masada ne yedik öbür öğüne kadar onunla idare ediyoruz. Fakat bir süre sonra yemeği her öğünde aynı kişinin dağıttığı ve dağıtımı da hiç adil yapmadığı anlaşıldı. 

Makine Mühendisi olan arkadaş, her öğün nasıl beceriyorsa yemeği dağıtacak sandalyeye oturuyor ve kendi tabağını tepeleme dolduruyor, kalanını bize paylaştırıyordu. Yavaş yavaş mırıldanmalar başladı.

-Arkadaşım, herkese adil dağıtalım.

-Her öğün aynı kişi dağıtmasın, dönüşümlü dağıtalım.

Arkadaş hiç oralı değildi, bildiğini okuyordu. Fakat aklımda kalan, "askerlik iyi ya, hiç olmazsa yemek var burada" sözüydü arkadaşın.

Biri hakkında konuşmak, yeni tanıştığın insan hakkında konuşmak ayıptı. Hele hele belli yaşa gelmiş meslek sahibi insanların normalde dönüp bakmayacakları taze fasulye için birbiri hakkında konuşması affedilir şey değildi. Fakat haksızlık her yerde haksızlıktı. Sonraları öğreneceğim üzere insanın en güçlü duygusu adalet duygusuydu. İhlali hangi şart altında olursa olsun tepki çekerdi.

Kısa sürede masadaki herkesin dağıtımcı arkadaşa karşı tepkili olduğu anlaşıldı. Yemeği başkasının dağıtması kararlaştırıldı. Bunun için de derhal harekete geçildi. Tam hatırlamasam da bir kişiye karşı dokuz kişiydik. Yemekhaneye girerken olabildiğince hızlı hareket ediyorduk ki dağıtımcı sandalyesine oturabilelim, adaleti tesis edelim. 

Belki inanmayacaksınız ama tam bir hafta dokuz kişi hücum ediyoruz fakat arkadaştan önce masaya oturamıyoruz. Bu herkeste bir strese yol açtı. Yemeğin azlığı, açlık bile unutuldu. Başarısızlık kaldı geriye. Başarmadıkça da artan kızgınlık. Fakat arkadaşla asla konuşulmuyordu bu konu. İlan edilmemiş bir savaştı bizimki. 

Sonunda bir gün  yine arkadaş tam o sandalye de ayakta. Her şey onun kontrolü altında. Kepçe hariç. Bir arkadaşım anlatırdı. Cam kenarındaki yatağı kapmak için herkes koşarmış. O ise çantayı atarmış cam kenarındaki yatağa. Yatağın üzerindeki çantayı gören hemen başka yatağa yönelirmiş. 

Baktım sandalye de arkadaş var ancak kepçe boşta. Hemen aldım elime. Yemeği dağıtmak için o sandalyede oturmak şart değildi. Sandalyeyi kaptırmıştık ancak kepçe bizdeydi. Yemeği de kepçe elinde olan yapacaktı doğal olarak:

-Önce kendimize bolca alalııııııımmm, sonra da arkadaşlara.

Yemeğin hepsini dağıttıktan sonra arkadaşa bir parça patates verdim.

-Kusura bakma sana bu kaldı. Acemilik ne de olsa, adil dağıtamadım.

Diğer yemekleri de aynı şekilde ve yorumlayarak dağıttım. Masada bir kahkaha tufanı, zafer çığlıkları. Arkadaşın yüzünde mağlubiyetin şaşkınlığı ya da kendisine tepkinin bu kadar olduğunu öğrenme hali, bilemiyorum.

O günden sonra arkadaş o gün aç kalkmanın etkisiyle haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu öğrendiğinden mi, yaptığının farkına varmasından mı bilinmez bir daha yemek dağıtılacak sandalyeye oturmadı. Bir daha da kepçe savaşı yaşanmadı.

Bir kısmıyla görüşsek de genel bir askerlik nostaljisi toplantımız olmadı. Olsa eminim ki muhtemelen şu an bir şirketin genel müdürü arkadaş da gelir toplantıya. Tek amaçla bence; kepçe savaşını hatırlayan var mı?

Hiç yorum yok: