GÜCÜNÜZ VAR YETKİNİZ VAR MI?


Televizyonda bir sahne; dört polis yerde yatan birine vuruyor. Amir:

-Yeter!

Polisler bırakıyor vurmayı. Polisin önleme veya yakalama amacıyla güç kullanma yetkisi var.  Yerde yatanı götürmeyip amirlerinin yeter demesiyle bıraktıklarına göre amaç cezalandırmak. 

Oysa cezayı adalet veriyor, yasada yazan miktar kadar. Amirin yeterli gördüğü kadar değil..

***
Gazetelerde okumuştum. Mahkeme salonunda sanık hakimi uyarıyor:

-Bana sen diyemezsiniz!

Ne kibar adammış bu ya da nerede yaşıyor ki? Yolu mahkemeye düşenler için "sen" denmesi o kadar lüks bir sorun ki. Binlerce gazete haberi okursunuz "hakim azarladı, salondan dışarı attı" gibi. Ben de bunları yaşamış biriyim.

Uzmanlarca da kabul edilen şey, bağırmanın, azarlanmanın bir sözel şiddet olduğu ve dolayısıyla bir cezalandırma metodu olduğu.

Cezayı adaletin verdiği doğrudur da sözel şiddet diye bir ceza olduğundan şüpheliyim. Olsa bile söylenmeli cezanın bu olduğu.

Yoksa adalet, adaleti çiğneyerek sağlanmamalı. Ya da kanunda yazılı olmayan bir ceza, adaleti sağlayan tarafından verilmemeli en azından.

***
-Merhumu nasıl bilirsiniz diye soruyorlar. Görmedik ki hiç buralarda , nasıl bilelim?

Espri çok güzel. Duyunca ben de çok güldüm. Fakat sonradan düştü jeton. Bunu söyleyen bir din adamı olduğuna göre, bilinç altında mümkünse kendisinden bir referans alınması isteği var. Keşke öyle bir yetkisi olsa keşke herkesi önce ona sorsalar. 

Eh, bunun az ilerisi cennete bilet kesmek, orta çağdaki gibi.

***
Cami avlusunda kocaman bir pankart:

-Abdestsiz cenaze namazı kılınmaz!

Anlaşılan, cenaze namazı kılanların bir kısmı caminin içine girip normal namazı kılmadıkları, sadece avludaki cenaze namazını kıldıkları için bir tereddüt oluşmuş. Bunlar abdest alıyor mu acaba?

Evet, abdestsiz cenaze namazı kılınmaz, diğerler namazlar kılınabiliyor mu ki? Ya da yaradanın her şeyi gördüğü namaza katılanlar tarafından kabul edildiğine göre bunu sormak, yargılamak yetki aşımı değil mi?

***

Bir komşumuzun cenazesi. Namaz sonrası nedense imamlar mezarlığa genelde benim arabamla gider. Hep öyle denk gelir. Bu sefer de öyle oldu. Beni tanımaya çalışan imam ev sahibimi sordu ben tarif ettim, çıkaramadı. Dönüşte yine benim arabama düştü. Ev sahibi olan amcayı da aldım arabama bu sefer. İmama da:

-Ev sahibim bu amca.

-Amca seni çıkaramadım, gelmiyor musun camiye?

-Ben evde kılıyorum sadece cumaları geliyorum. Kalabalıktan görmemiş olabilirsiniz.

-Ne demek cumaları? Koskoca adamsın, gelsene camiye.

Ev sahibimiz eşiyle oğluma bakıyorlardı. Eşi yemesi-içmesine bakıyor, altını değiştiriyordu. Amca da kalan sürede oğlumu günde iki defadan az olmamak üzere parka götürüyordu. O nedenle gidemiyordu camiye. Ama söylemek istemedi. Ben ise bunu bildiğim için üzerine vazife olmadığı halde sorgu meleği görevine de soyunan ve amcaya saygısızca davranan imama kızmıştım. 

İmam, bir yandan da cemaatinin azlığından yakınıyordu. Yolda bir şey söylemedim, çekindiğimden değil de yol onun yanlışlarını anlatacak kadar uzun olmadığından. İnerken söylemeden de duramadım:

-Bir şeyden şikayet ediyorsanız kusuru başkalarında değil kendinizde arayın!

***
Bir aile dostumuz bir ajanda vermişti çocukken. Yatılı okulda etütlerde her gün yazıyordum günlüğümü. Hem de neler neler. Çok esprili, şamata şeyler. Sadece sevdiğim kızı şifrelemiştim. O kadar bana ait ve o kadar dert ortağımdı ki günlüğüm,  her akşam ilk işim ona yazmaktı.

Bir gün öğretmenimiz etüt yaptığımız sınıfa girdi. Sıranın altına panikle sakladığım günlüğümü buldu. Sonra tepemde hepsini okudu. Hem okudu hem güldü, hem okudu hem güldü. Sonra bir şey demeden bana verdi. Kızmadı, ceza vermedi hatta teşvik edici şeyler bile söyledi. Fakat benim için o gün bitmişti günlük yazma işi. O artık sadece bana ait değildi. Benim sırdaşım değildi. Gerektiğinde başkaları açıp okuyabilirdi.

O gün son oldu, bir daha da yazmadım günlük.

Hiç yorum yok: