GÖZ HAKKI


Her şeyin ilki unutulmaz. Geçen aklıma geldi. İstanbul’u ilk görmem fakülte yıllarımda hamal kadrosuyla oldu. Yani, bir arkadaşın Arap ülkelerinde yaşayan ağabeyi İstanbul’a inecekti. Daha sonra da memlekete geçecekti. Yedi valizle geliyordu ve onları taşımak üzere masrafları kendi tarafından karşılanmak üzere bir arkadaşını da getirmesini istemişti. Arkadaşım bana teklif edince düşünmeden kabul ettim. Bu sayede İstanbul’u görecektim.



Otobüsle İstanbul’a vardık. Kalabalığından hoşlanmasam da köprüden geçerken gördüğüm boğazı olağanüstü güzel bulmuştum. Otogardan havaalanına vardık. Uçaktan inen ağabeyi karşıladık. İki taksiye yüklediğimiz yedi valizle havaalanına gelen bir arkadaşının akrabasının evine yollandık.

Güzel yemekleri yedikten sonra çayımızı içerken valizler açıldı. Neler yoktu ki; o sırada ülkemizde olmayan ne varsa valizlerdeydi. Kot pantolonlar, çakmaklar, spor ayakkabılar, ayakkabıların içinde çakmakların gaz tüpleri, elektronik eşyalar vs.

Orada çalışanlar sırayla izne geliyormuş. Her gelen diğerlerinin hediyelerini de getiriyorlarmış. Güzel de bir sistem kurmuşlar. Arkadaşın ağabeyi, elindeki ajandaya göre valizleri sırayla açıyor ve hediye kime verilecekse bizzat teslim ediyordu. Yani gelinin hediyesi kaynanaya verilmiyordu. Evde üç-dört aileye mensup yaklaşık on beş kişi kadar vardı. Kadın ve çocuklar ağırlıktaydı. Benim hamal kadrosuyla gelmem isabet olmuştu, valizleri taşıyacak eşyaları teslim edecek yeterli eleman yoktu.

Dağıtım saatlerce sürdü sanki. Dağıtım bitince arkadaşla ben okuduğumuz şehre, ağabeyi de memlekete gidecekti.

-Evet, parfüm Ayşe yengeye!

-Kot Ali’ye!

-Çakmakların ikisi amcaya, üçü Şenol’a!

Zaman geçtikçe salonda bulunanların kucakları dolmaya başladı. Bu arada arkadaşıma da epey hediye gelmişti. Ajandaya bakılırsa, kalan iki valizdeki eşyalar da memleketteki akrabalara dağıtılacaktı.

Salonda bir eli boş bir ben kaldım. Diğerlerinin aldıkları hediyelerin coşkusuyla ve yakınlarından gelen haberler nedeniyle beni düşünecek halleri yoktu. Fakat yüzüme mi yansıdı ne, ağabey bana baktı, kalan iki valizden eşya bakmaya başladı. Fakat el attığı her eşyanın ajandadan bir sahibi çıkmaktaydı.
Kot pantolon, çakmak, çakmak gazı, walkman, spor ayakkabısı, neye el atsa ajandadan sahibi çıkıyordu:

-Kot, amcaoğlunun.

-Çakmaklar, yetmeyecek bile, ne yapacağız bilmem.

-Ayakkabıları dayıoğlunun.

Ağabey uzun arayışlardan sonra bana döndü:

-Yeğenim kusura kalma, ancak bunu verebiliyorum, güle güle kullan!

Elinde bir slip tutuyordu.

Hiç yorum yok: