LÜTFEN ANNENİZİ ALMAYIN


Hayal kurmayı severim. Gerçekleştirmeyi de. Eskiden oğlumla kurardık hayali, şimdi o başkalarıyla kuruyor. Duyduğum en güzel cümle de onundur:


-Baba, hayallerimi senden başka dinleyen ve ciddiye alan yok!

Nitekim kelebekler vadisine gitmek için bindiğimiz yatın kaptanı hava şartlarından gidemeyebiliriz, deyince patladım:

-Derhal iniyorum, bütün hayalim kelebekler vadisini görmek!

Evet öyleydi, kelebekler vadisinin güzel bir fotoğrafı üç yıldır buzdolabının kapağında duruyordu. Her gün resme bakarak besliyordum hayali. Yatın kaptanı, vadi dönüşü yanıma geldi:

-Gerçek oldu mu hayaliniz, diye sordu. Başka hayal kuracak bir şey bulamadın mı havasında.

Bir bayram tatilinde de sırada Afrodisyas hayalim vardı. Hemen klasik bir Türk kadını cümlesi duyuldu:

-Annemi de alalım.

Daha önce Farid Farjad konserinde de olmuştu.

-Annemi de alalım, sever!

-Hiç duymadım, ben daha çok Bedia AKARTÜRK sever biliyordum, hani elmaların yongası, ammanın Amman.

-Hayır, bunu da sever.

-Ama biletler altmış lira.

-Aşk olsun.

Şimdi de kaynanamın arkeoloji merakını öğreniyordum. Ağzından hiç duymamıştım oysa:

-Rahmetli Kenan ERİM, bütün yaşamını buraya adadı.

-Afrodisyas, Afrodit adına kurulmuş dokuz şehirden biridir.

-Geyre Köyü, kazılar için kanunla bir başka yere taşınmıştır.

Zaten bu “annemi de alalım” sloganı, anneler düşünülerek söylenmiş değildir. Öyle olsaydı erkekler de söylerdi. Nitekim erkeklerin sloganı genelde:

-Ne işin var senin orada? 

Anneler burada en masum olandır. Onlar çocukları ne isterse onu yapmaya eğilimlidir. Bu nedenle erkek anaları genelde oturdukları yerde otururken kız anaları gezmekten bitap düşmüş haldedir. Her iki cins de annelerini severler. Erkekler koruma içgüdüsü ile annelerini evde oturturken, kadınlar annelerinin kendileriyle birlikte olmalarını ister.

Neyse, gezi ekibimiz bir hayal uğruna yola çıktı. İki arabayla gittik. Hayalime giderken yolun bir türlü bitmemesi, duyduğum heyecan arabadakileri görmeme, düşünmeme engel oluyordu.

Afrodisyas, gördüğüm antik şehirler içinde en olduğu gibi kalmışı, en güzeli bence. Hemen oğlumla önden gezmeye başladık. Anfi tiyatroda dövüşen hayvanlar için yapılan kafeslere girmeye çalışan oğlumu da hemen uyardım:

-Aman oğlum, şeytan doldurur!

Bir zamanlar orada yırtıcı hayvanların tutulduğunu bilmek heyecan vericiydi. Nitekim kralın oturduğu seyirci koltuğunda da bir fotoğraf çektirdim, yanımda maiyetim.

Daha sonra etrafımıza baktık. Bir gurup ve kimsenin dinlemediği rehberleri. Tur programa koymuş ama tura katılanlar “nereden çıktı bu, bunun için mi geldik” havasında kendi hallerinde muhabbetteler. Rehber kız da bu havada görevini yapmaya çalışıyor. Kendini dinleyen iki yaşlı erkeğe. Fakülte yıllarında yemek kuyruğuna çok kaynak yapmadım ama burada yapasım geldi. Rehber kıza:

-Biz de dinleyebilir miyiz? Diye sordum. Çok memnun oldu.

Bu sayede şehri rehber eşliğinde bilerek öğrenerek gezdik. Çok da zevk aldık.

Bir ara baktım eşim ve kaynanam çok gerilerde, sıcaktan bunalmış, kan-ter içinde geliyorlar. Yoruldukları belli de, çözüm yok. Gözlerim taksi aradıysa da bulamadı. İnsan antik çağ görüntüsü altında bir fayton bari koyar. Ne yapalım, yapacak bir şey yoktu.

Sonuçta, ben hayalimi gerçekleştirmiş, oğlum da ilk antik şehir gezisini yapmışken eşim ve kaynanam işkence çekmişlerdi. Nitekim daha sonra kaynanam bir daha böyle gezilerimize katılmadı. Ama slogan devam ediyordu

-Annemi de alalım!

Bir defasında da baldızımın zorla götürdüğü kamptan otobüsle geri gelerek kurtulmuştu kaynanam. Ama şimdi anlatacağım olayı görünce, kaynanamın bu sloganı çok ucuz atlattığını anladım. Duysa haline şükrederdi.

Tatildeyiz. Çok odalı, çok yıldızlı yerleri sevmem. Dinlenemem. İnsan asansöre binerse iş ortamından uzaklaşamamış demektir. Daha ziyade küçük otel, motel öyle yerleri severim. 

Tam da aradığım gibi bir yerdeyim. Motel. Odalar kumun üzerinde. Bir kısım müşteri balkondan girip çıkıyor odasına. Gece de dalga sesi ile uyuyorsun. Ama uyuyamayanlar da var. Daha doğrusu uyumaya çalışan.

Her gece restoranında yemek sonrası içmeye devam edenler, oyun oynayanlar kalıyor motelin. Bir de başörtülü, uzun kollu, uzun etekli bir yaşlı teyze. Teyze, her akşam saat gece bir-iki bir sandalyeye yaslanmış, kolunun üzerinde uyumaya çalışıyor. Garson, bir şey içer misin teyze, diye sormayalı saatler olmuş. Teyzemin içecek hali de yok zaten.

Bir sabah saat altıda eşim:

-Teyze şimdi de şezlongda uyuyor, dedi.

Baktım, kadıncağız bir şezlongda uyuyor. Üzerine de havlu örtmüş. Yine kolunu yastık yapmış.

Bu birkaç gün devam edince merakımız iyice arttı. Eh, merak artarsa da çözüm belliydi. Bir akşam teyze uykuya geçmeden eşim yanına gitti. Sonunda gerçek ortaya çıktı.

-Kışın kızım ve damadımla oturuyorum. Kendi evim de var ama torunuma bakıyorum. Bana ihtiyaçları var. Tatile gelirken de çok ısrar ettiler. Paraları olmadığı için de aynı odada kalıyoruz. Ne yapayım, ben anlayışlı bir anneyim. Rahat etsinler diye, gece geç vakte kadar restoranda oturuyorum, sabah da erkenden şezlonga gelip uyuyorum.

Bizim neslin kızları, artık “annemi de alalım” cümlesindeki anne kıvamına geldiniz. Benden uyarması, sakın her davete icabet etmeyin. Bir şezlongda uyurken bulursunuz kendinizi.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Erkan öyle güzel anlatmışsın ki, kıkır kıkır okudum vallahi..Hayallerimizin duvara toslaması hangimizin yaşamadığı bir şey ki?Kalemin daim olsun..