LİKE (BEĞEN) BUTONU BAĞIMLILIĞI


"Sırbistan'ın Novi Sad kentinde sosyal paylaşım sitesi Facebook'un '' Like '' (beğen) butonuna bağımlı olanlar için rehabilitasyon kliniği açıldı.Güneydoğu Avrupa'nın Facebook bağımlılığına yönelik tedavi sunan ilk kliniği, dün Sırbistan'da bağımlıları kabul etmeye başladı. 



Dr. Stefanoviç,Facebook kullanıcılarından '' Like '' bağımlılığının günden güne ciddileştiğini ve böyle bir kliniğin açılmasının yardıma ihtiyaç duyanlar açısından önemli olduğunu vurguladı. 



Bu arada, Sırbistan kamuoyu '' Like '' bağımlılığı sorunuyla ilk defa üç ay önce karşılaştı. Yaklaşık 3 ay önce Facebook'taki bir iletisine 20 dakika boyunca kimse ''like'' göndermediği için genç bir kız bileklerini keserek intihar girişiminde bulunmuştu. Hastaneye kaldırılan genç kız, doktorların müdahalesi sonucu kurtarılmıştı. 

Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre '' Like '' butonu bağımlısı kategorisinde bulunanlardan yaklaşık 3 bini Sırbistan'da yaşıyor ve bu sayının önümüzdeki iki yıl içerisinde dört katına çıkabileceğine dikkat çekiliyor." 
                                                                ***
                                                                                                    ***
İlk defa medyada gördüğüm bir haberi abartılı bulmadım, aksine az bile buldum. Ben de bu camianın içinden biri olarak itiraf ediyorum ki; var böyle bir hastalık. Yirmi dakika hiç "beğen" gönderilmeyen kızın bileklerini kesmesi bile abartı değil. Bunu yapacak insanlar da olabilir bizde de. O nedenle Sırbistan Hükumetini tebrik ediyorum zamanında yaptıkları müdahale için. Darısı bizim hükumetlerin de başına.

Psikologların-psikiyatristlerin alanına girmek veya bu konuda ahkam kesmek niyetinde değilim ancak sanıyorum insanın doğasında var beğenilmek, onaylanmak, kabul görmek. Facebook türü uygulamaları yapanlar da pazar araştırması yaparken muhtemelen bundan yararlanıyorlar. Günümüz insanın yalnızlığından onaylanma kabul görme ihtiyacından.

Çocukta bunlar bilinir ve hoş görülür, ne de olsa çocuk. Bunun dışında sanatçı veya ünlü kişilerde olduğunu da biliyorduk. Hani derler ya sanatçının gıdası alkıştır. Çok gözlemim vardır, sanatçı sonuçta konseri için parasını alır alkış olsa ne olur diyebilirsiniz. Ancak alkış bol olursa morali güzel olur verdiği konser de bir başka olur. Yine filmlerde dizilerde çok kazanan sanatçıların tiyatro aşkı da bununla açıklanır. Tepkiyi alkışı anında almak, görmek.

Yakınımda çok ünlü biri olmadığı için bilemiyorum ama geçmişte karşılaştığım ünlü insanlarda hep soran gözler gördüm. Beni tanıyorlar mı benim farkındalar mı, diye. Bir defasında Tunceli'ye gidiyorum. 1994 Yılı aralık ayı. Ortam son derece gergin. Otobüste yanımda oturan kişiye sigara uzattığımda:

-Sizin sigaranız içilmez, demişti.

O kadar yani. Sırtımda spor kıyafetler ve bir kaç günlük sakal olmasına rağmen beni öteki yerine koymuştu yanımdaki esmer yanık adam.

Fena halde canım sıkılmıştı.Yol da bitmek bilmiyordu. Koridorun diğer tarafındaki adam biraz tanıdık geldi. Uzun düşünceler sonucunda adamı nereden hatırladığımı buldum. Çocukken bol miktarda seyrettiğim Cüneyt Arkın filmlerinde devamlı dayak yiyen figüranlardan biriydi.

Yanındaki elinde kamera tutan gence sordum:

-Siz sinemacı mısınız? Beyefendiyi hatırladım da.

-Onun gibi bir şeyiz, diye kestirip attı çocuk. 

Fakat yanındaki eski figüran çok memnun kalmıştı kendisini tanımamdan. İstanbul'dan yola çıkalı yirmi saat olmuş ve onu kimse tanımamıştı. Ben Elazığ'dan bindikten sonra tanıyınca çok hoşuna gitmişti. Ben de yalnızlığımdan kurtulmuştum bu sayede.

Eski figüranın da içinde olduğu bir heyet Tunceli'ye yardım götürüyormuş. Gıda, kıyafet vs. Yanlarındakiler de bir televizyon ekibiymiş. Kameramanın çekimser yanıtı da ondanmış. Ortam o kadar gergindi ki herkes kısık sesle konuşuyor, birbirine güvenmiyordu. Benim figüranı tanımamla sohbet açılmış, televizyon muhabirinin de fakülteden alt sınıftan olması sayesinde iyice koyulaşmıştı.

Otobüste bir televizyon ekibinin olduğunun duyulmasıyla birlikte, sigaramı kabul etmeyen yanımdaki adam başta olmak üzere herkes başımıza toplandı. Dertlerini anlattılar ve topluma aktarılmasını söylediler.

Şehrin girişinde hepimizin kimlikleri alındı. Televizyon ekibini ise polisler götürdüler. Bırakın duyduklarını anlatmayı, fakülte arkadaşımla bile görüşemedik. Bir kaç gün sonra İstanbul'a döndüklerini haberlerden öğrendim.

Efendim, diyeceğim o ki, like(beğen) hastalığı herkesin ağzını açmaya korktuğu, kimliğini açıklamak istemediği bir ortamda bile bütün korkuları yenecek, bütün ağızları  açacak kadar güçlü bir hastalık. İşte Facebook gibi programlar da alkışı, onaylanmayı sanatçı olmayanlara da sağlamaya başladı. Belki de ondan çok ilgi gördü. Şarkı, şiir, güzel söz, fotoğraf, video paylaş ve anında alkışını da al. Bundan daha zevkli bir şey olabilir mi? Bunun bağımlılık halini alması da normal ve bence ileri safhaya varmadan bizim hükumet da önlemi alınmalı.

Hiç yorum yok: