UTANMA DUYGUSU DA İTHAL EDİLSİN


Eskiden kendine yeten dünyanın yedi ülkesinden biriydik. Şimdi, üretemeyince ithal ediyoruz. Ülke içinde arz talebi karşılamayınca fark ithal edilerek karşılanıyor. Neyimiz eksikse olandan alıyoruz. Buğday, arpa, tütün şimdilerde de hayvan.

Üretimimiz mi azaldı yoksa nüfusumuz mu artı bilmiyorum. Amacım bunları tartışmak değil. Madem ki üretilemeyen, üretimi azalan, talebi karşılamayan her şey  olandan ithal ediliyor; ben de azalan bazı değerlerin ithalatını istiyorum. Ayrıca madem ki devletimiz kömürü olmayana kömür, buzdolabı olmayana buzdolabı veriyor, bu değerleri de bizzat dağıtsın derim.

İthalini istediğim ilk şey hafıza. En kıt şey hafıza. Öyle şeyler öyle kısa sürede unutuluyor ki dibi delik kova gibi, bir türlü dolmak bilmiyor. Hafıza ithal edilirse bu utanmayı artıracağından belki utanma ithalatına gerek kalmayabilir.

Bir arkadaşım vardı, biraz aykırı bir insandı. Ben aykırı farklı insanı sevdiğim için pek kızmazdım ama çok kızan vardı bu arkadaşıma. Bir gün sordum, dışlanmaktan korkmuyor musun?

-Ben toplumun balık hafızasına güveniyorum, dedi.

Malum, balıkların hafızası üç saniyeymiş. Sonra unuturlarmış. Örneğin siz yem verdiğinizi unutursanız onlar zaten üç saniye önce yediklerini unutacaklarından aşırı yemekten ölebilirlermiş. Nitekim geçen sürede arkadaşa kızanlar neden kızdıklarını unuttular ve hatta şimdi en sevdikleri kişi oldu. Ben bu sözüne inanmamıştım ama madem ki sonuç onun dediği gibi oldu, doğru kabul etmek gerekiyor.

Eğer toplumun hafıza kapasitesi artırılabilirse utanma duygusu da artar. O zaman da bazıları her gün televizyona çıkıp ahkam kesemezler, insan içine çıkamazlar diye umuyorum. Böylece biraz kendi başlarına kalırlar biz de rahat ederiz.

Yıllar önce bir programda genelevi gösteriyorlardı. Orada çay dağıtmakta olan bir adam tepki gösterdi:

-Çekme kardeşim, çoluk-çocuğumuz var!

Adamcağız doğal olarak söyleyememiştir genelevde çaycılık yaptığını. Ya da kızı olmadık birine kaçtı diye oturduğu mahalleyi kasabayı terkedenleri bilirim kendi kusurları olmadığı halde.

Eskiden sanıyorum insanların paraları, arabaları, yazlıkları kredi kartları yoktu ama değerleri vardı, onurları vardı. Diyeceğim acaba para ile onur ters orantılı mı ama değil. Bir çok zengin ülkede bu değerler de var. İkisi bir arada olabiliyor demek ki. 

Şimdi, ilk kocası bir araziyi bir yardım sandığına fahiş fiyata satmaya çalışırken olayın bir gazeteye manşet olması üzerine kalp krizinden öldü. Ki kendisi de televizyonda, "alacağı komisyonla durumunu düzeltmeyi umuyordu" diye söyledi. Kardeşleri yine işler aldı. Oğlu televizyon dağıtacağım diye para topladı yapmadı, bir sürü insanı mağdur etti. Sonra ikinci kocası iktidar partisinden milletvekili oldu, geçenlerde de milleti kırk milyar dolar dolandırdığı için aranan biriyle Paris'te görüldü. 

Tabi ki suçlar bireyseldir ve cezasını yakınlarının çekmesi düşünülemez. Ancak etrafı bu kadar suçla birlikte anılan ve kamudan menfaatlenen birinin sürekli güçlüden yana olup ahkam kesmesi, başkalarını suçlaması neyle açıklanabilir?

Suçlar bireysel ama kızı olmadık birine kaçandaki ya da genelevde çaycılık yaptığı için televizyonda görünmekten çekinen adamdaki utancın bir kısmını da bu şahıstan beklemek hakkımız değil mi?

Yine yaptığı televizyon programı yüzünden birileri öldüğü ya da intihar ettiği halde bunu basın özgürlüğü ile açıklamaya çalışanlara da biraz utanç vermek gerekmez mi?

Daha iki gün önce bir gazete manşetinde intihar bombacısının "okuma-yazma bilmediği" ve "eylem emrini televizyondaki alt yazıdan aldığı" haberleri yanyanaydı. Yani yalanın uydurmanın da bu kadarı olur. Bu arkadaşlarda biraz utanma duygusunun kırıntısı olsa hiç olmazsa bir özür dilerlerdi ertesi günü.

İzlediğim, izledikçe utanç duyduğum daha binlerce örnek var. O nedenle diyorum ki acilen biraz hafıza biraz da utanma duygusu ithal edilsin ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılsın. Yoksa gidişat iyi değil.

Hiç yorum yok: