AT YARIŞI: BİR YAŞAM BİÇİMİ


Yaşamda bir sürü şey var. Her şeyi aynı şekilde bilmemiz anlamamız mümkün değil tabi ki. Aslında çok yakınımızda, belki her gün duyduğumuz gördüğümüz bir şey, ancak algı sınırlarımız içinde değil. Benim de bu arkadaşlarla tanışmam tesadüfen oldu.



Yıllar önce görevli gittiğim şehirde bir aile dostumuzun oğlunu buldum. Çok sevindi, bir Pazar sabahı ısrarla evine kahvaltıya götürdü. Orada adetmiş, kahvaltıda pide yemek. Gerçekten de çok güzeldi. Güzel de sohbet ettik, ailesini tanıdım. Sonra dedi ki, hadi kahveye gidelim.

Kahveye varınca iki kişinin oturduğu bir masaya vardık. Masadakilerle tanıştırıldım. Daha sonra herkes arka cebinden bülten çıkardı, hadi çalışalım, dediler. Bu arada aile dostumuzun oğlu kısa bir açıklama da yaptı.

-Vakit geçirmek için arkadaşlarla küçük bir kupon yapıyoruz.

Böylelikle bu alemin ilk deyimleriyle de tanışmış oldum: hadi çalışalım, kupon yapmak. Ben ise her zaman görüp duymama rağmen ilk defa içine girdiğim bu alemi hayretle izlemekteydim. İzin isteyip gitmememin tek nedeni belki de yaşamın yeni gördüğüm bu yüzüyle ilgili merakımdı.

Masadakiler hararetli bir tartışmaya girdiler. Şu atı yazalım, yok bunu yazalım. Bunlar söylenirken de kesinlikle boş konuşulmuyordu. İddia sahibi, delillerle iddiasını desteklemekteydi. Ben ise bu kadar bilgi birikimi olmasına şaşırmıştım insanların.

Derken guruptan biraz ilerideki birahaneye giden biri geri döndü.

-Birahanede aynen sizin gibi düşünenler var. Birlikte kupon yaparsanız bu iş tamamdır.

Toplanıp hep birlikte birahaneye yollandık. Bu arada ben:

-Abi sizin işiniz var ben daha fazla meşgul etmeyeyim.

-Olur mu canım kırk yılda bir gelmişsin.

Masadakilerin de koluma girmesiyle kahveden çıktık. Birahanedeki aynı düşünceye sahip kişilerle tanıştık. Anladığım kadarıyla daha önceden tanışıklıkları yoktu, göz aşinalığı belki. Bazı kısa tartışmalar çıksa da kısa sürede fikirler ve paralar birleştirilerek bir kupon yapıldı ve birisi gidip yatırdı. Bu arada masa donatıldı, bira, çerez, mezeler, uzun bir Pazar gününe hazırdık artık televizyon karşısında.

Her yarışta bütün birahanede bir tezahürat, birbirine takılma, her yarış sonrası yırtılan kuponlar, “ben sana o atı yazma demedim mi”ler. Sonunda sadece bizim masa kaldı kuponu yatmayan. Bu süre zarfında başka hiçbir şey de konuşulmadı masada. O nedenle ben aynı masada oturduklarımın kimler olduğunu, hangi meslekten, nereli oldukları gibi hiçbir bilgiye sahip olamadım.

Sonunda bizim masa kazandı. Yani manzarayı görmek lazımdı. Zafer naraları, akşama kadar emek verip karşılığını almanın hazzı, aynı fikirdeki iki gurubu birleştiren kişiye minnet duyguları. Sonunda birine kupon verildi, parayı aldı geldi. Para geldiğinde de birahanede bir dalgalanma daha oldu. Bizim masadakiler, diğerlerine gösterdiler, “enayi parası bu” diye bağırarak. Ve hesap geldi ardından. Anlaşıldı ki bu kadar gürültüyle kazanılan para hesabı ödemeye yetmemişti. Biraz daha ceplerden takviye yapılarak hesap ödendi.

Anladım ki bu kadar emek, uğraşı, para asla zengin olmak için değildi. Bir ara bir arkadaşın koleksiyonundan da bakmıştım. En çok kazanılan para diğer şans oyunlarından kazanılan kadardı ki o da kırk yılda bir. Olsa olsa bir yaşam biçimiydi bu.

***

Aileye bir at yarışı meraklısının girmesiyle benim merakım yine alevlendi. Şimdi bu akrabamız sürekli at yarışı konuşan, hayatı ondan oluşan biri değildi. Sormazsan anlatmazdı. Ama yaşamında yarışların bir ağırlığı da hissediliyordu.

Çocukluktan gelen bir şey belki de, ya da hipodromun olduğu bir semtte, sürekli yarışların gündemde olduğu bir yerde oturunca belki de doğaldı bu ilgi. Bu arkadaşınki biraz fazla denilebilirdi belki. İşyerinde başka bir semte tayin edildiğinde yorumu şu olmuştu:

-Düşünebiliyor musun, işyerinde televizyon var ve ganyan bayiine yüz metre, daha ne olsun abi!

Yeni yerine iki aktarma gitmesi o kadar önemli değildi onun için. Evine gittiğimizde arşivinden bazı parçalar gösteriyordu söz açıldıkça. Uzun yıllara ait bültenleri biriktirdiğini söylemiş, bütün yarış sonuçlarını yapıştırdığı bir ajandayı göstermişti bir defasında. Hatta beşte kalmış kupon kolleksiyonu bile vardı. O zaman anladım zaten at yarışının çok para kazandıran bir şey olmadığını. Dağıtılacak para, kazanan sayısına bölündüğünden bazen yatırdığın parayı alamadığın da olabilirdi. Herkesin yaptığını yapan herkesin yazdığı atı yazan para kazanamazdı bu alemde.

Daha fazla para kazandıran şans oyunları varken ki onlar çok daha zahmetsizdi at yarışı oynanmasının nedeni bence yaşamı doldurma çabası. Harcanan emeği, biriktirilen bilgiyi gördükçe başka şeye yoramıyor insan. Aynı zamanda tutku da denilebilir.

Bir defasında daha önce çalıştığım kurumun iki numarasını sosyal tesisin şef garsonundan fırça yerken bulmuştum.

-Ama Hasan Bey ben size dedim o atı yazmayalım diye, dinletemedik ki!

-Öyle de ben şey için şeytmiştim.

Meğer Hasan Bey kurumun iki numarası olmasına rağmen şef garson cılız memet, at yarışı tahminlerinin bir numarasıymış. Sık sık tutturduğu için herkes onunla ortak olmak için peşindeymiş.

Neyse bir akşam yukarıda bahsettiğim akrabalara çat kapı ziyarete gittik. Baktım hısım çok kötü.
Yüzünden düşen bin parça.

-Sorma, milleti zengin ettik bugün!

Şimdi bizim hısım, yine küçük bir kupon yapmış, dördüncü yarışta çok büyük bir sürpriz yakalamış. Çok büyük bir para kazanacağını hissederek işyerinden izin alarak hipodroma gitmiş. Beşinci yarışa yetişebilmek için de taksiyle gitmiş.

Hipodromda bazı usuller varmış. Tutması muhtemel kuponların belli bir oranı satışa çıkarılıyormuş isteyen de bedelini ödeyerek kuponun bir miktarını alabiliyorlarmış. Bir anlamda oynayan riskini dağıtıyor, alan da kazanma olasılığını satın alıyormuş. Bu işleri organize eden kişiler varmış, kuponların değer tespitini ve satış işlemini bir komisyon karşılığı bu kişiler yapıyormuş.

Bizim hısımın kuponunu gören bu kişiler bir değer tespit etmişler. Herkes almak için atılmış, hele beşinci yarış da tutunca kuponun değeri daha da artmış ve millet birbirini ezmiş almak için. Altıncı yarış zaten garanti gibiymiş.

Hısımın on liraya oynadığı kuponun tamamı altı yüz liraya satılmış. Kuponun hepsi tutunca on sekiz bin lira kazanmışlar.

Burada anormal olan ise şu; on liraya oynadığı kuponun sürpriz yakaladığı için büyük para kazanacağını hisseden, bu nedenle işyerinden taksi tutarak hipodroma giden hısım, altı yüz liraya hepsini sattığı için kuponun yüzde onunu alanlar bile bin sekiz yüz lira kazanmış. Hısım, işyerinden ayrılmasa on sekiz bin, hipodromda yarısını satsa dokuz bin üç yüz kazanacakken kırk yılda eline geçen fırsatı kaybettiklerinin bir kısmını garantiye alabilmek adına harcamış. Evet, kendi eliyle milleti zengin etmiş.

Hiç yorum yok: