ISPANAK İKİ DEFA PİŞER

Her şey ihtiyaçtan doğar.
İhtiyaçlar değişmez, şekil değiştirir.
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.
Hiç bir şey göründüğü gibi değildir.
Küçük hataların büyük sonuçları olabilir.

Bir şey yazmaya karar verdim fakat kafamda dönüp duruyor bu cümleler. Bir mesaj vermek, bir sonuç çıkartmak gibi kaygım yok yazarken, fakat nedense kafamda dönüp duruyorlar. Ben de baştan yazıp kurtulayım şunlardan da yazacağımı rahat rahat yazayım, dedim. Benim insanlara anlatacaklarım var, hepsi bu. Diğer konular beni aşar. Öyle bir misyon görmüyorum kendimde.

Efendim, bu yemek kitapları ve tarifleri eskiden de vardı. Sonuçta yemek bir temel ihtiyaç, yapmak da zorunluluk olduğuna göre öğrenmek, kuşaktan kuşağa aktarmak da bazı insanlara düşüyor. Fakat ben nasıl mesaj vermekle görevli değilsem bu da öyle. Devamlılık zorunluluğundan. Şartların sonucu bir nevi.

Bu arada bana göre en yaratıcı insanlar ev kadınları, aşçılar. Üzüm yaprağı ile pirinç tarlasındaki pirinci bir araya getirmek fikri nasıl doğdu acaba? İşin ilginci, her şeyin tarihi var ama bunların yok. Bize en gerekli ve en çok işimize yarayan şeylerin tarihi yazılmadı. Belki yazmak da olanaksız. Çok eskilere gittiğinden olsa gerek. Bu konuya derinlemesine girmeyeyim ancak küçük bir detayı anlatayım.

Televizyondan öğrendiğim kadarıyla mübadeleyle gelenlerin getirdikleri bir maya yaklaşık seksen yıldır kadınlar tarafından her gün tazelenerek yok olması önleniyormuş Denizli civarında. Her şeyin yok olmakta olduğu bir dünyada kadınların bu çabası takdire değmez mi? Hangimizin bundan daha değerli yaptığı bir iş var insanlık için?

Yemek tariflerine eskiden de ihtiyaç vardı. Hele bizim gibi aniden ve hazırlıksız bir anda yemek yapma zorunluluğu ortaya çıkanlar için.

Hazırlıksızdık çünkü biz erkektik. Çocukluğumuzdan beri yemek yapma ihtiyacı ortaya çıkmadığından ve de ileride yapmayı da düşünmediğimizden hiç bu konuya kulak kabartmamıştık ve yemeğin sadece yemesinden anlıyorduk.

Aniden ortaya çıkmıştı, üniversite yıllarımızda yurt olmadığından evde kalmak zorunda kalınca yemek yapma zorunluluğu da ortaya çıkmıştı.

Bir eve dördüncü olarak girince, ev kanununun altıncı maddesine göre dört günde bir yemek yapmak zorundaydım ve ben yumurta kırmayı bile bilmiyordum. Pınar Altuğ da henüz yemek kitabını yazmamıştı. Yaşını bilmiyorum ama muhtemelen anaokulunda olmalıydı ve okuma yazma da bilmiyordu. Belki de ondan yazamamıştı.

Eve girdikten sonra bana ev eşyası getiren ağabeyim aynı zamanda tarhana bulgur gibi yiyecekler de getirmişti. Hepsinin içinde de küçük ablamın yazdığı tarifler vardı. Fakat tarifler nasıl yapılacağını anlatmaktaysa da kaç kişilik olduğu ve ölçü gibi temel bilgilerden yoksundu. Yaptığımız denemeler sonuç vermeyince çaresiz kendi tariflerimizle yapmak zorunda kaldık. 

Zaman ve zorunluluk en iyi öğreticiydi. Dört günde bir gelen yemek sırası, yemek yapma zorunluluğu ve  pala bıyıklı çatık kaşlı üst sınıf ev arkadaşları, öğrenmeyi hızlandırıyordu. Bunca zaman sonra geldiğim yer, yemeğin temel bilgiler dışında tarifle yapılamayacağı. Herkes genel bir bilgi alır gerisini artık el ayarı denen kendi tecrübe ve yorumuyla halleder. Bence iyi yemek yapmanın kesin geçerli bir reçetesi de yoktur. Ayrıca tarifler bazı kazalara da yol açıyordu.

Benim ilk kazam yağ çeşitlerini karıştırmamla oldu. Kimden duyduysam "yağı sesi kısılana dek kızdır sonra pişireceğin şeyi içine at" diye, attığım patatesler kömür olunca anladım yağları karıştırdığımı. Tereyağ veya sana yağını eritip sesi kısılınca pişirilecek şey içine atılacakken ben koyduğum zeytin yağının sesinin kısılmasını bekledim uzun süre. Ses bir türlü kesilmeyince de atmıştım patatesleri içine. Hepsi kömür olunca da hem yemeksiz kalmış, hem de içerideki dumanın dağılması için kış gününde camları uzun süre açık tutmak zorunda kalmıştık.

İkinci kaza ise evi için neredeyse canını verecek ev sahibinin gözü önünde spagetti makarnanın piştiğini anlamak için tavana atmamla oldu. Tarif öyleydi, tavana yapışırsa pişmiştir, ocağı söndürebilirsin. Makarna tavana yapışmıştı ama ev sahibim az daha kalpten gidiyordu. Kendisiyle bundan sonra yandaki fayanslara atmak üzere sözleştik de kurtuldu kadıncağız.

Her yemek yapan kendine göre bir tarz, bir ölçü geliştirdiği için hemen hemen pişiren sayısı kadar değişik yapılışı vardır yemeklerin. Yemek literatürüne katkısı da vardır herkesin. Çok kısa sürse de benim de var yemek literatürüne bir katkım. Kıymanın iki defa çekildiğini herkes bilir de aynı ıspanağı iki defa pişiren gördünüz-duydunuz mu? Ki şiirlere bile konu olmuştur bu; "nerede yemeklerin topraklı ıspanağın" diye.

Bir gün yemek sırası bende. Pişirecek bir tek ıspanak kalmış. Dolapta diyemiyorum zira yok buzdolabımız. Şimdiki gibi hazır yıkanmış ıspanak da satılmıyor. Pazarda satılan ıspanağı leğende yıkayarak pişiriyoruz. Ben de öyle yaptım. Bol bol ve bir kaç defa yıkayarak pişirdim. Arkadaşlarla sofraya oturduk ve yemeğe başladık. İlk lokmada anlaşıldı ki o kadar yıkamak ise yaramamış, ıspanak topraklı kalmış. 

Başka pişirecek bir şey yok. Zaman da yok. Bir sürü de sert bakışlı aç adam. Düşündüm de pişirmeden yıkadığımız ıspanağı bir kere daha yıkasak ne zararımız olur? Hemen tabaklardaki yemeğin suyunu süzdüm. Bir kaç defa daha yıkadım ve yağını salçasını koyarak tekrar pişirdim. Pişen yemeği de hep birlikte yedik. Arkadaşlar parmaklarını yedi demeyeceğim ama sonuç olarak o akşam karnımızı doyurduk ve bu yemek üzerine ev arkadaşımız bir şiir  bile yazdı.

Sonuç olarak ne kadar tarif ederseniz edin, herkesin bir yemek pişirme şekli var ve herkes  yemek yaparken kendi tarzını yaratır.

MERAKLISINA:

ERKAN'A

Sen gideli denklemler çözülmez oldu 
Kahkahalar dörde bölünmez oldu 
Sessiz sedasız oda, oniki sonrası 
Öyle ki X, Y sesleri duyulmaz oldu. 

Mutfak masasında yok senin tabağın 
Çay tepsisinden de eksildi bardağın 
Hani nerde yemeklerin, topraklı ıspanağın 
Nöbetler de bir gün erken gelir oldu. 

Tadı yok sensiz, ne okulun ne parkın 
Neşesi hiç kalmadı kalabalık akşamların 
Senden sonra hepsi gitti arkadaşların, 
Gel artık, Bursa hiç çekilmez oldu. 

Yaptığımız tek şey var: bekle babam bekle 
Gel de şu listene doksan dördüncüyü ekle 
Şiir de yazılmıyor gece boyu düşünmekle 
Gel de kavga et,garip şiir yazamaz oldu.

Dursun Yüksek
Bursa,1982

Hiç yorum yok: