MUCİZELERE İNANIN VE BEKLEYİN!

Düğünler üzerine belki bir ansiklopedi yazabilirim. Ancak şimdilik sevmediğimi belirtmekle yetineyim. Araba kullanmayı da sevmiyorum. Şehir içinde kullanmayı ise hiç sevmiyorum. Hem şehir içinde, hem de bilmediğim bir yerde adres sorarak araba kullanmaktan ise nefret ederim.

Orhan Veli, güzel kadınları severim, işçi kadınları da severim, güzel işçi kadınları daha çok severim, demiş. Benimki tam tersi bir durum. Sevmediğim düğüne gitmek fiili, nefret ettiğim, bilmediğim bir semtte şehir içinde araba kullanmak fiili ile birleşince artık siz düşünün halimi.

Nasıl başardın bu işi, derseniz ben başarmadım. Eşimin işyerinden bir elemanı evleniyor ve düğün de bilmediğim bir semtte. Eş durumundan gitme zorunluluğu var ve düğüne de belediye otobüsü ile gitmek (sanıyorum düğünün yapılacağı yer şehrin biraz dışında, muhtemelen otobüs de çalışmıyor) mümkün olmadığından mecburuz arabayla gitmeye.

Daha yirmi gün var ve ben gitmemenin bin türlü yolunu denedim, olmadı. Robdöşambr alınmadığından nişanın bozulması umudum gerçekleşmedi. İşyerinden düğüne gideceklerle eşimi gönderme projem başarısızlığa uğradı. Sonunda o gün geldi çattı. Kurtuluş yok, akşam mesai bitimine yakın tarifini de aldım düğünün yapılacağı yerin. Eşim de telefonla takipte zaten:

-Sakın geç kalma, sekizde çıkmamız lazım. Ben kuaförde olacağım, çocukla hazır bekleyin beni!

Eve geldim, giyindim kuşandım, çocuğu da hazırladım, bekliyorum.

Hani derler ya, sen elinden geleni yap, gerisini Allaha bırak. Aynen o durumdayım, elimden gelen her şeyi yapmış, artık saat sekize gelmiş ve ben hala o düğüne gitmemek için bir mucize beklemekteyim.

Saat sekizi biraz geçe geldi eşim.

-Gitmiyoruz düğüne, dedi.

Önce duyduklarıma inanamadım. Rüya görüyorum sandım. Fakat gerçekti. Gitmiyorduk. Mucizeyi yaratan ise biraz kuaför, daha çok da oğlumun kendinden iki yaş küçük arkadaşı Hilmi. Komşunun oğlu. Yedi yaşında.

Yıllar önce Mavi Ay dizisinden unutamadığım bir sahne vardır. Kötü adam Bruce Willis’i balkonda sıkıştırır. Söktüğü televizyon anten direğini vurmak üzeredir. Bruce Willis’in ise balkonun köşesinde sıkıştığı ve çok yüksekte olduğu için kaçacak yeri yoktur. O nedenle tanrıya yalvarır, kurtar beni, diye. Kötü adam tam anten direğini vuracakken birden yıldırım düşer elindeki antene ve orada ölür.

Tanrım kurtar beni diye yalvaran Bruce Willis o zaman haykırır sevinçle:

-Tam isabeeeeeeeeeet!

Benim ki de öyle olmuştu adeta. Efendim olay şu; kuaför eşimin saçına değişik bir model yapayım derken iyice bozmuş. Eşim beğenmeyince biraz düzeltmeye, eski haline getirmeye çalışmış. Eşim kuaförden çıktığında saçını düğüne gidilebilir, idare eder, diye düşünüyormuş. Ne de olsa iş arkadaşı, mutlaka gidilmesi lazım düğüne. 

Fakat eve yaklaştığında yedi yaşındaki Hilmi, “ne oldu teyze saçına” diye sorunca vazgeçmiş düğüne gitmekten. Ben de bağırdım içimden:

-Tam isabeeeeeeeet!

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Demek ropdöşambr alınmadığı için düğün bozulduğu da oluyormuş haa? Çok yaşa sen Erkan..Hanımın saç tuvaleti yüzünden düğüne gitmekten vazgeçtiği konusu bana biraz bahane gibi geldi..Mutlaka kuaförde kadınlar arasında geçen bir tatsızlık yüzünden olmuştur diyorum.Neyse geçmiş zaman, deşme sen yine de...Ben Ümit Çini efendim..Saygılar..

Adsız dedi ki...

Bence de....

Erkan Gökçek dedi ki...

Bence de demiştim ama adım çıkmadı.Adsız olarak anılmak istemedim:)))

Adsız dedi ki...

Kesinlikle eşiniz saçını beğenmediği için gitmedi.Biz kadınlar böyleyiz maalesef özenir bezeniriz kuaföründen elbisesine kadar ama en ufak bir terslik olursa heleki bu güzellik ile alakalı ise bi hamlede vazgeçeriz.Tam hazırlanıp çıksak bile giydiğimiz kıyafetten herhangi bir huzursuzluk beğenmemezlik varsa içimizde yoldan bile geri döneriz.