KİM KAZANACAK?


-İstanbul trafiğinin iyi tarafı nedir?

-Yol o kadar uzundur ki ya da işe veya eve gitmek o kadar uzun sürer ki, evdeki problemler işe, işteki problemler de eve taşınmaz.

-Oyun oynarken kızmak, bir kağıt oyunu veya tavla için kızmak kalp kırmak ayıp değil mi?

-Değil, bir oyunda kızmak oyunu kendini vererek oynamak, ciddiye almak demektir. Aşırısı tabi ki zararlıdır ancak kıvamında olursa İstanbul trafiğinin faydasını gösterir. Kendini vererek oynamak beyni temizler, dinlendirir. İşteki evdeki bütün problemleri unutturur.

Hatta daha ileri gideyim, bir çocuk bir saat oyun oynadıktan sonra ders başına oturursa okuduğunu daha iyi anlar.

Şimdi, bu sonuçlar nereden çıktı? Tabi ki hayat tecrübemden çıktı. Öğrenci evindeki bir arkadaşım çok güçlüydü ve asla güreşte yenmem mümkün değildi. Fakat problem varsa çözüm de mutlaka vardır. Düşündüm ve gördüm ki arkadaş güçlü olsa da sigara içiyor. Ben içmediğim için güreşi biraz uzatabilirsem arkadaş sigara nedeniyle nefes nefese kalınca bir hamleyle yeniyordum.

Bundan sonraki güreşlerimde aynı yöntemi denedim. Rakibim güçlü de olsa güreşi uzatabilirsem sigara içmemem sayesinde onu yenebiliyordum.

Bir başka arkadaşım ise bilardoda çok iyiydi. Ben iyi oynamıyorum diye oynamayacak mıyız yani? Kısa sürede onu da çözdüm. Arkadaş aynı benim gibi oyunda çok kızan biriydi. En çok kızdığı da bilardoda “balık sayı” denilen tesadüfen alınan sayılardı.

Ben de düşündüm ki arkadaşı yenebilmem için birkaç tesadüfi sayı almam ya da onu kızdırarak konsantrasyonunu bozmam gerekiyordu. Arkadaş normal oyununu oynarken ben balık sayı peşinde koşuyordum. Eğer bir-iki balık sayı alabilirsem arkadaşın kendine gelmesi oyunun sonunu buluyordu.

Oyunda yenilip hesap ödemeye gitmek ise adeta bir ölümdü ikimiz için de. Etraftan takılanlar falan. O nedenle bizim bilardo maçımız, belki de kahve tarihinin en kalabalık seyircili maçı olma özelliğini hala koruyor olabilir. Gece iddialaşıp sabah kahvenin açılmasını beklediğimiz çok olmuştur. Derse gitmek için uyanamayan bizler bilardo oynamak için saat kuruyorduk. Sabahın yedisinde herkes gazete okurken bizim bilardo oymamamız sıradan hale gelmişti kahvede.

-Bunlar yine iddialaşmış gece!

Hele bir maçımız var ki eminim hala hafızalardaki yerini muhafaza ediyordur.  Dört top oynuyoruz ve beş yüz çekiyoruz. Arkadaş 490 ben 460 sayıdayım. Normal gitsem yenileceğim. Ben de banttan attım sayıyı almak için. O da tesadüfen üç topa vurdu ve ben yirmi beş sayı aldım. Banttan attığım için iki katı elli sayı alarak oyunu kazandım.

Arkadaşım, bana yenilmek neyse de bir de balık sayı ile yenilmeyi hazmedemediğinden elindeki tebeşiri sinirle fırlattı ve masaya tükürdü. Kahvenin garsonu Cemil Abi, elinde ilk yardım çantası ile hemen yetişti  ve briç oynarken kafasına gelen tebeşirle yaralanan Fahir’e pansuman yaptı.

Bu maçımız bize gerçekten emek veren, bilen, eğitimli insan yerine emek vermeyenlerin kazanabileceği bir hayat dersini de verdi aynı zamanda. Ve de her zaman bilen, emek veren ve güçlü olanın kazanamayacağını da.

Evet, bütün bunları neden yazdım? Her zaman anlatmaktan bıkmadığım anılarımı anlatmak için mi? Hayat dersi vermek için mi?

Hayır, sadece bugünlerde etrafımızda ve ülkede benzer olaylar yaşandığı için. Benim gibi kendinden güçlü olanları güreşi uzatarak nefesini keserek yenmeye çalışanlar ya da oyunu bilmediği iyi oynayamadığı halde değişik taktiklerle (balık sayı alarak rakibin moralini bozmaya çalışarak)maçı kazanmaya çalışanlar.

Kimin kazanacağını hep birlikte göreceğiz.

Hiç yorum yok: