ANLAŞMAK İÇİN DİL GEREKLİ Mİ?



Bazı şeyler sonradan öğrenilmez. Çocukluktan itibaren şekillenir. İnsan davranışı yetiştiği çevreye göre değişiklik gösterir. Doğu insanının insana davranışı, saygısı tartışma götürmez bir şekilde farklıdır, içtendir ve insanı anında etkiler. O nedenledir ki özellikle hizmet sektöründe doğu insanının yetişmiş eğitilmiş batı insanına göre tartışılmaz bir üstünlüğü vardır.

Bu, planlanarak isteyerek yapılmaz, alışkanlıktır. Ne demek istediğimi anlatmak için meclisin ilk açıldığında gerçekleşen Devlet Bahçeli-Ahmet Türk tokalaşmasına bakmak yeterlidir. Siyasi bakış ve dünya görüşü bakımından asla bir araya gelemeyecek insanların tokalaşmasındaki samimiyet saygı davranışı tamamen alışkanlık ve kültürle açıklanabilir.

Devam edecek olursak, saygı göstermek de bir başka kültürdür. İçeriye bir büyük girdiğinde ayağa kalkmak ya da bir başka bir şekilde saygısını, farkındalığını göstermek de bir alışkanlık ve bir kültürdür. Batıdan doğuya gidildikçe de artar.

Benim en hoşuma giden saygı davranışı ise Bursa’da cenazeye gösterilen saygıdır. Bir cenaze geçerken gören herkes ayağa kalkar ve ölen kişiye tanımasa bile saygısını gösterir. Bu bence hedef gözetilmeden, ölenin kimliği bilinmeden yapılan bir saygı gösterisi olduğu için en etkilisi, en içten olanıdır.

Efendim, güneydoğuda görevdeyiz. Uzun süredir oradayız. Kurban bayramını, yazın sıcağını hep orada geçirdik. Bamyasız, börülcesiz ve de kızartmasız bir yaz oldu. Ailemin otobüsle gönderdiği bamya ve börülcenin uzun yolculuktan sağlam kalanları ile tadımlık bir parti yaptıysak da  eksikliklerini hep hissettik. Bayramdaki gurbet acısını da.

Fabrika girişindeki bekçi kulübesinin üzerindeki iki odada kalıyoruz. Mesai dışındaki zamanımızı şehrin en serin yeri olması nedeniyle bahçedeki havuz başında ağaçların gölgesinde geçiriyoruz. 

Böyle olunca da sık sık bekçi kulübesi üzerindeki misafirhaneden havuz başına gidip-gelmemiz gerekiyor. Fakat her gidiş-gelişimizde kulübe önünde nöbet tutan bekçilerimizde yukarıda saydığımız sebepten ötürü aşırı bir telaş, bir saygı gösterisi görülüyor.

Benim gibi mesleğinin ikinci yılındaki genç bir insan için saygı görmek, varlığının farkında olunması hoş bir duygu olsa da bu günde defalarca tekrarlanınca çekilmez bir hal almaya başladı. “Gerek yok, oturun, rahatsız olmayın” şeklindeki sözlerimiz de durumu değiştirmiyordu. Esasen çoğu da Türkçe bilmiyordu zaten. Bir şey istediğimizde iyi Türkçe konuşan misafirhane personelimiz geliyor ne istediğimizi ona söylüyorduk:

-Beyim onlar Türkçeyi iyi konuşamıyorlar, bir yanlışlık olmasın bana söyleyin, diyordu görevlimiz.

Evet, bir tuvalete gitmek için bile kulübenin önünden geçerken personelin abartılı saygı gösterisi ve telaşına katlanmak zorunda kalıyorduk. Neyse ki çözümü bulmakta gecikmedim. Kulübenin arkasındaki bir metrelik duvarı atlayarak personele görünmeden havuz başına gitmenin yolunu buldum da rahatladım. Fakat bu benimle kendi aramda kaldı. Kimseye bir şey söylemedim.

Aradan yedi yıl geçti. Ben yine aynı şehirde görevliyim. Bu sefer şartlar daha iyi. Fabrika şehir dışına taşınmış. Her yere klima takılmış ve görevliler de değişmiş. Bir keresinde bir personeli çok telaşlı görünce, rahat olmasını bu kadar çekinecek bir şey olmadığı söyledim.

-Ben sizi biliyorum beyim, dedi.

-Nereden biliyorsun ki?

-Geçen eski fabrikaya gittim. Orada anlattılar. Siz bekçiler rahatsız olmasın diye kulübenin arkasındaki duvardan atlayarak havuz başına gidiyormuşsunuz.

Şimdi ne diyeyim ben buna? Kendi sırrımın açığa çıkmasına mı şaşırayım? Yoksa dilimi bilmedikleri, bu konuyu hiç konuşmadığımız halde; neyi neden yaptığımı çok iyi anlamalarına mı?

Bazı insanlara saatlerce konuştuğumuz halde anlatamadığımız bir şeyi, dilinizi bilmeyen insanların yedi yıl sonra bile hatırlayacak bir şekilde açık ve net olarak anlamaları neyi gösteriyor?

Ne dersiniz konuşmak, anlaşmak için gerçekten dil gerekli mi?





Hiç yorum yok: