ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN


Çocukluğumda evde yalnız olduğum bir gün saati elime aldım. Söküp nasıl çalıştığını öğrenecektim. O nedenle her söktüğüm vidayı sıraladım divanın üzerine. Annemler gelmeden tekrar takabilmek için. Fakat zembereği tutan vidayı sökünce olanlar oldu. Hem saatin içinde ne varsa ortalığa döküldü hem de sıraladıklarım birbirine karıştı. Artık tekrar takmam mümkün değildi. Çaresiz bütün parçaları bir poşete koydum ve annemlere de suçumu itiraf ettim. Saatçi, saati tekrar eski haline döndürmüştü. Ben ise hem saatin nasıl çalıştığını öğrenememiş hem de annemlere yakalanmıştım.

Şimdilerde içini gösteren saatler var. Ayrıca duydum ki sanayi müzelerinde de makinaların nasıl çalıştığını gösteren şeffaf makinalar varmış. Çocukların nasıl çalıştığını öğrenmek için ailesinden saklı işler çevirmesine gerek kalmamış.

Keşke sosyal bilimlerde de böyle olsa. Şeffaflık gelse de meraklarımızı giderebilsek:

-Ben dış güçlere hizmet ediyorum. Ülkeyi satıyorum uygun fiyata.

-Bizim oğlan, yabancı bir gizli servise girdi. Onlara hizmet edecek, ne yapsın, parası iyi sigortası da var.

-Geçen patlayan bomba kocamın eseri. Provokasyon işinde çalışıyor.  

Her şey apaçık ortada olmayınca sapla saman birbirine karışıyor ve herkes birbirine şüpheyle bakıyor:

-Bu karar Türk Tütününü bitirir!

-Hadi oradan, geri kafalı. Gelişmeye engel olma!

O nedenle yaşandığı dönemde neyin doğru neyin yanlış olduğunu ya da insanların gerçekten ne yapmak istediklerini ya da neye hizmet ettiklerini anlamak zor. Anlasanız da insanları inandırmanız veya onları yaptıklarından vazgeçirmeniz olanaksız. O nedenle bir hain vatansever muamelesi görebilirken vatansever de hain damgası yiyebilir kolaylıkla.

Aradan otuz-kırk yıl geçtikten sonra, o döneme ait daha aydınlatıcı kitaplar yazıldıktan sonra doğrunun silueti yavaş yavaş belirir ki o saatten sonra yapılacak şey yoktur.

Bizim neslin bir gazetesi bir de mizah dergisi vardı. Gerçekten o dönemde çok etkiliydiler. Hepimiz, “keşke para kazanmaya başlasak da her gün alabilsek “derdik. O gazetenin kadrosunu saysak yeni nesle, bütün bu isimlerin aynı anda aynı gazetede çalıştıklarına asla inanmazlar. Zamanla birçok insanın fikirleri ve değerleri değiştiği için şaşırmaları normal. Ben bile şaşırıyorum o gazeteden “eşeğe kenetlenen adam” programı yapan bir gazeteci çıktığına. O kadar yani.

Mizah dergimiz için ise izaha gerek yok, dünyanın üçüncü büyük tirajına sahip bir dergiydi. Dört gözle beklerdik cumaları.

Efendim, daha o zamanlar önce gazete dağıldı, bölündü, parçalandı. Kavgalarla şimdilerde küçücük bir gazete haline geldi. Eski ağırlığından misyonundan eser kalmadı. Bir genel yayın yönetmeni yetti gazeteye. Çok sonraları ,”ben çok sevmiştim” diye kitap yazdıysa da herkes biliyor neyin ne olduğunu.

Mizah dergimiz ise daha basit nedenden dağılmıştı, daha doğrusu bize öyle söylenmişti. Bu gün bile aklımdadır o söz:

-Mizahı Aral Biraderlerin tekelinden kurtaracağız!

Ne ulvi bir amaç. Yani “parayı bulduk gidiyoruz” değil amaçları. Mizah dergimizin en çok okunan en beğenilen çizerleri, basına yeni giren bir zenginin kurduğu dergiye geçtiler. Öyle olunca dergi ağır yara aldı. Yeni çıkan dergi de eksik kaldı. Sonuçta sanıyorum o dergi kapandı. Bizim dergi de asla belini doğrultamadı. Aral Biraderler ise büyük bir gazetede çizmeye devam ettiler. Çok üzülseler de dergilerinin birinin kapanmasına diğerinin de isim hakkının satılmasına engel olamadılar.

Aradan otuz yıl geçti. Artık ne o tirajda bir mizah dergisi ne de o ağırlıkta bir gazete kaldı. Olaya şimdiden baktığımızda, hala bilinmiyor;  o gazetemize ve mizah dergimize ne olduğu. Ne yapıldı, neden yapıldı ve kime hizmet etti? Bilinen tek şey, o zaman bu yıkımı gerçekleştirenlerin iddialarının ve söyledikleri ulvi amaçlarının asla doğru olmadığı. 

Hiç yorum yok: