BİZİMTELE


Yetmişli yılların başı. Çamurlu sokaklar, naylon ayakkabı, çoğu da yalın ayak.Su mahalle çeşmesinden, elektrik ise tek tük varlıklı evlere girmiş, diğerlerinin de ihtiyaç sırasının başında. Beyaz eşya şimdiki anlamını bulmamış, sadece yatak çarşafını tarif ediyor.

Mahalleye yeni yeni Bulgaristan’dan göçmenler gelmeye başlıyor mahaledeki akrabalarının yanına. Duyduğum kadarıyla gelirken para getirmelerine izin verilmiyor. Onlar da bütün varlıklarını satıp bisiklet, motosiklet gibi ev eşyasına çevirip kamyona doldurup geliyorlar.

Her kamyon geldiğinde ilgiyle izliyoruz eşyaları. Hemen hemen hepsi yeni şeyler bizim için. O nedenle her gelen kamyonun peşinden koşuyoruz ve taşıma bitene kadar oradan ayrılmıyoruz. Kısa kot şortu da bu sayede gördüm ilk defa, gelen bir çocuğun üzerinde.

Gelen göçmenler, kısa sürede getirdiklerini satarak yeni bir yaşam kuruyorlar. Tabi öncelikle vatan, vatansever, çalışkan gibi bir soyadı sahibi oluyorlar. Arkasından yeni gelenlere hoş geldin ziyareti başlıyor. Erkekler ise çoktan kahvede halletmişler o işi. Ailecek ev gezmesi pek yoktu o sıralar, bayramlar ve yatılı ziyaretler dışında.

Hoş geldin ziyaretlerinden birinden dönen annem, gelenlerin evlerinde büyük bir radyo gördüğünü, gelenlerin radyonun içinde konuşan insanların göründüğünü söylediklerini ancak kendisinin görmediğini söyledi. Babam da “olur mu öyle şey” demişti hatırlıyorum.

O zamanlar radyo bile lükstü. Çok yaygın olmasa da yine de vardı evlerde ve çatıdaki antenleriyle yayın alabiliyordu radyolar. O nedenle bilinirdi hangi evde radyo var yoksul mahallemizde. Radyosu olmayan bir baba-oğulu, radyolu bir evin camının altında o zamanki adıyla ajans dinlemelerine tanıklık etmişliğim vardır. Yayın da tek kanal olduğundan özellikle yaz aylarında sokakta yürürken bir şarkıyı kesintisiz dinlemeniz mümkündü.

Bazı evlerde pikap vardı ki, tek şarkılık plakları çalardı. İstediğiniz bir şarkıyı dinlemek için ya radyo istek programından isteyecektiniz ya da bir pikap sahibi komşunuz, akrabanız, arkadaşınız olacak. Gençlerin ellerinde kendi tek ya da iki şarkılık plaklarıyla pikap partisine gitmeleri modaydı.

Bir gün, içinde konuşan adamın göründüğü söylenen büyük radyonun belediyenin altındaki sahanlıkta kurulduğunu gördük. Meraklı kalabalığın en önündeki yerimizi aldık.

Belediye, bir kamu hizmeti olarak göçmenlerden satın almış, başına da bir zabıta memuru görevlendirmişti büyük radyonun. O kadar önemliydi yani. Sonunda yayın başladı. Yıllardır radyodan isimlerini ezbere bildiğimiz Fenerbahçe ve Galatasaraylı futbolcular karşımızdaydı. İlk defa içinde insan olan radyo görmenin şaşkınlığı, maç heyecanı ve coşku had safhadaydı. Maç da güzeldi.

Demeye kalmadı, efsanemiz Cemil Turan, hem de Galatasaray’a golünü attı. Öyle bir coşku ki anlatılmaz. Ahali haykırış, ıslık, zıplama her şeyiyle golü kutluyor, Galatasaraylıları kızdırıyor. Çıkan gürültünün huyunu-suyunu bilmediği radyoyu bozmasından korkan zabıta, bağırıp çağırmayla radyonun bozulacağını, kendi başının da derde gireceğini kalabalığa anlatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. O da çare olarak radyoyu kapattı. Bu sefer biz çocuklar yalvar-yakar, büyükler küfürlü tehdit, sonunda sessiz olma sözüyle tekrar açtırdık içinde insan görünen radyoyu.

Fakat Cemil Turan rahat durmuyor ki biz ne yapalım. Ardından bir gol daha. Yine coşku, bağırıp-çağırma zabıta ne yapsın tekrar kapattı. Yalvarmalar, küfür tehdit açtırdık ama ardından bir gol, yine aynı sahneler. Sonunda güç bela bitirdik maçı..O gün tanıştık televizyonla, Cemil Turan’la.

Hiç yorum yok: