GİR KOLUNA,GİR,GİR!

-Gir kocanın koluna, gir , gir!

Bu sözleri söyleyeni görmüyoruz. Televizyonda gördüğümüz bir adam, bir kadın ve de bir çocuk. Arkası dönük gidiyorlar. Haberden anladığımız kadarıyla adam karısını fena dövmüş, kadın hastanelik olmuş, hakkında dava açılmış, bu arada yaraları iyileşen kadın kocasını affetmiş, sığındığı devletin uğurlama töreniymiş bu:

-Gir kocanın koluna, gir, gir!

Toplum olarak bir hoşgörümüz vardır:

-Kocadır, döver de sever de!

Yıllar önce koca bile olmayan bir adam sevdiği kadının yüzüne kezzap atarak göstermişti sevgisini. Yıllarca kadının acılı şarkılarını dinledik, beğendik, rakı içtik şarkı eşliğinde. Sonra da adam hapisten çıktı, öldürdü kadını da sevgisinden, kurtulduk hep birlikte. Sonradan bir resmini gördüm gazetede; anıt-mezar yaptırmış, kadına sevgisini göstermek için. Allah sevgisinden korusun demek lazım bazılarının.

Ben erkeğin kadına uyguladığı şiddetin kaynağının yine kadınlar olduğuna inanıyorum. Erkeğe sevmeyi öğretemiyorlar, ayrıca sürekli gelinini kötüleyen kaynana ve görümceler var şiddetin bir yerinde. Hadi abarttık diyelim ama hiç olmazsa şiddet uygulayan oğluna, ağabeyine, kuzenine yeterli tepkiyi gösterse kadınlar, inanın önemli ölçüde azalır kadına uygulanan şiddet.

Bir başka yanlış ise hak görmektir, her şeyi kocaya. Yıllar önce sabah işe gidiyorum. Önde bir adam elinde bir kadın çantası, arkada bir kadın bağırıyor:

-Hırsız var, çantamı çaldı, yakalayın!

Tam iş saati, cadde kalabalık. Kadının feryadını duyan adamı yakalamaya çalışıyor fakat adam ne söylüyorsa vazgeçiyordu. Bir arkadaş, işyerinin güvenliğine talimat verdi, yakalayın, diye. Bizim güvenlik görevlileri adamın önüne geçtiler fakat adam geriye döndü ve tekrar koşmaya başladı. Güvenlikçilerden öğrendiğimiz kadarıyla adam kadının kocası olduğunu söylemiş. Ondanmış önüne geçenlerin yakalamaktan vazgeçmesi.

Olay açık ve netti. Adamın elinde kadının çantası, kadından zorla alınmış. Kocası olunca olabilir denilerek kimse kadının feryadına kulak asmıyordu. Sonunda bir baktım ki bir belediye temizlik görevlisi adama vurmaya başladı. Adam, temizlik görevlisinin elinden kurtulup tekrar kaçmaya başladı. Temizlik görevlisi de adam kendisine küfür ettiği için vurmuştu yoksa karısının çantasını zorla aldığı, belki de kadının temizliğe giderek kazandığı üç-beş kuruşu kumarda, içkide yemek istediği için değil. Ne de olsa hakkıydı kocanın, karısının parası ve karı-koca arasına da asla girilmezdi.

Bir de toplumumuzun bir uzlaştırma hastalığı vardır. Kim ne yaparsa yapsın illa ki barıştırılacak, uzlaştırılacak.

-Öpüşün de barışın!

Bunun en komik örneğini televizyonda gördüm. Eski karısı tarafından ihbar edildiği için hapse giren bir yöneticinin eski ve yeni karısına söylüyordu bir yaşlı teyze.

-Ne olur hatırım için!

Yolsuzluk yaptığı eski karısı tarafından (kendisine ödenen tazminatın devlet tarafından el konulması pahasına) ihbar edildiği için hapse düşmüş bir yöneticinin eski ve yeni eşlerinin barışması veya küsmesinin kime ne yararı vardı. En önemlisi de o yaşlı teyzeye ne oluyordu ki neden istiyordu iki kadını barıştırmayı? Tabi ki bu arada ona destek olan bir sürü kadına da.

Bir keresinde de trafik ışığında, ışık yanınca aniden en sağdaki arabası u dönüşü yapmaya çalışan arabaya çarpan en soldaki arabanın şoförüne de diyorlardı.

-Bir şey yok, barışın!

Adam, adeta çılgınlık yaparak canını tehlikeye atan, ışıkta u dönüşü yapan sürücüye de hoşgörü gösterecekti. Ki insanlar yanlışlarını yapmaya devam etsin. Televizyondaki polisin sesi de ondan zaten, barıştırma uzlaştırma hastalığından. Barıştıralım ve uzlaştıralım ki insanlar yanlışlarına devam etsinler.

Evet, devletin talimatıyla kocasının koluna giren kadın şimdi komada. Yediği dayağın şiddetinden ölümle pençeleşiyor.
-Evet devletim sıra sende. Tak kelepçeni o adama, gir koluna, çekinme, gir, gir!

Hiç yorum yok: