BAGAJDAKİ DUŞ SUYU

-Yirmi birinci yüzyılın savaşı, yemeyen çocuklarla yedirmeye çalışan annelerin savaşıdır!


Ondokuzuncu yüzyıl, sınıf savaşları yüzyılıydı. Detayına girmeyeyim ama daha yoksul, daha sert bir yüzyıldı. Ekmek, aş derdindeki insanların kilo, obezite gibi lüks sorunları yoktu. Yokluklar yüzyılıydı hemen hemen. İnternet yok, bilgisayar yok, televizyon yok, yok da yok. İnsanlar çok şeyden mahrum yetiştiklerinden olsa gerek yirmibirinci yüzyıldaki çocuklarına yokluk çektirmemekle kararlılar. O nedenle depiyorlar ağzına çocuklarının yiyecekleri.

Bir defasında okul yönetiminin okul bahçesini yasakladığı için bahçe demirlerinin arasından teneffüsteki kızına meyce suyu kek yedirmeye çalışan anne gördüm. Esasen, okul karşısındaki kafeler bu işe yarıyordu. Anneler de vakitlerinin büyük kısmını okul civarında geçiriyordu. Sınıf annesi veya anneler çayı veya günü çocuk okula başladıktan sonra oluşan sosyal aktiviteydi.

Bu yüzyılın ebeveyni, geçen yüzyılda yiyemediğini çocuğuna yedirecek, alınmayan oyuncağı alacak, yapamadığını çocuğu onun yerine yapacaktı.

Bir defasında yedi tane kursa giden kız gördüm. Sekizincisine zaman kalmamıştı, o vesileyle öğrendim. Bale, koro, satranç, gitar vs.

Çocuklar kısa sürede yoruldular. Ağzına depilen yemek nedeniyle yemekten tiksindiler. Erken yaşta gittikleri sekiz kurstan hiçbir şey öğrenemediler. En önemlisi de her şey önlerine geldiği için hiçbir şeyi özlemediler. Elde etmek için emek sarf etmediler.

Özel dersten ders dinlemeye gerek kalmadı, her şey ayağına geldiği için çaba göstererek emek vererek bir şey elde etme öğrenilemedi. Her şeye sahip olmak için doğmak yeterli oldu neredeyse. Sonra da şikayet; her şeyi var neden mutlu değil, her şeyi önüne serdik, yine de başarısız.

Bu yüzyılın değerlendirmesini tarihçiler ve uzmanlar yapacaktır kuşkusuz. Ebeveyn mi çocuk mu kusurlu ileride belli olacak. Fakat ben sözü bitirmeden olayın hangi aşamaya geldiğini belirtmek için bir hikaye daha anlatayım, katkı olsun bilim adamlarına.

Bir arkadaşlarımız var ki çocuk yetiştirmede uç noktadalar. Kaynamış su içirmekten tutun da tam bir çılgınlık halindeler. Fakat yargılamış olmayayım, sonuçta herkes bildiğini yapıyor veya tecrübesine göre davranıyor. Çocuğu adeta laboratuar ortamında yetiştirmelerine rağmen çocuk sürekli hasta. Hatta doktor bir keresinde demiş ki:

-Bu çocuk mikropsuz büyüyor, o nedenle de karşılaştığı ilk mikropta hasta oluyor. Bırakın yere düşen emziğini ağzına atsın!

Fakat kadın ısrarlı. Anneliği abartıyor. Kaynamış su, ayrı bardakta su içmek falan, yaşasın mikropsuz hayat.

Bir gün denize gittik. Deniz faslı bitince duşa sıra geldi. Bizim çocuk daha küçük olmasına rağmen duşun altına tuttuk, deniz suyundan arındırdık. O sırada kadın kocasına seslendi:

-Ayşe’nin duş suyunu getir!

Adam, açtığı arabasının bagajından iki damacana suyu getirdi. Önceden ısıtılarak bagaja konmuş duş suyunu.

Hiç yorum yok: