İKİNCİ FIRSAT

-İnsanın iki defa fırsat ayağına gelirmiş, biri doğarken diğeri evlenirken!


-Karı malı, at nalı!

Her bilgisayarı her kitabı açtığımda görürüm böyle sözler. Her şeyi ciddiye alma huyumdan mı bilmem, yorar beni bu sözler. Ya da kafa yormayalım, doğru kabul edelim. Vardır bir nedeni söyleyenin.

Peki, “ iyi insan lafının üzerine gelir” ile “ iti an, çomağı hazırla” sözlerinin hangisine itibar edeceğiz. Hukukçuların işi kolay; kanunu anlamazsan gerekçesine bakarsın, o da olmazsa içtihatlar var. Gerekçede kanun koyucunun iradesini anlayamazsan bu sefer içtihatlardan kanunu uygulayanın iradesine bakarsın, ne anlamış, diye.

Dini konularda da tefsir vardır. Yorumlara bakarsın eğer anlamazsan. Peki, her gün internette veya kitaplarda devamlı gözümüze sokulan bu sözlerin ardındaki mana ne? Ya da iki söz arasındaki çelişki neden?

Ben lafımı söylerim ortaya, isteyen istediğini alır, denilebilir mi kolayca. Sen lafını söyle, neden söylediğini, hangi olaydan esinlenerek söylediğini anlatma biz uğraşıp duralım.

-Lafı söyleyene değil söyletene bak!

Al bakalım, çık işin içinden. İşin kötüsü, bu sözü söyleyenler de meçhul. Arayıp bulma şansın da yok.

Ama ben onlar gibi sorumsuz değilim. Lafımı söyleyip çekilmem. Gerekçesini de yazarım ki lafımı dinleyen uğraşmasın, kafa yormasın. Denilebilir ki, akılda kalmak, önemli olmak için anlaşılmaz olmak gerekir. Olsun, ben anlatayım da, akılda kalmasam, önemli olmasam da olur.

Orhan Gencebay’ın şarkılarının bir özelliği, güzelliği vardır. Bir girişi vardır ki, melodi zenginliği, sanırsınız ki klasik müzik eseri başlıyor fakat ardından arabesk sözler. Benimki de öyle oldu biraz. Yani bu kadar girişi ne için yaptım?

Bir yemekte bir çatal düşürdüm, baştaki sözlerden bir meslektaşın annesine ait olan, “karı malı at nalı” sözünün doğru olduğuna karar verdim. Hepsi bu.

Çok varlıklı bir arkadaşımın davetlisiyim, boğazdayım. Ailecek oradalar. Ailesiz bir ben varım. Arkadaşım tek erkek ve en küçük. Ablaları ile birlikte aynı yerde oturuyorlar. Ablalar okumamış, ev kadını. Damatlar ise hepsi diplomalı, meslek sahibi. Eşlerini seçmede eşlerinin şirketinde çalışıyor olmaları ya da evlerinde oturmalarının bir etkisi var mı bilmiyorum. Sorma olanağım da yok zaten, hepsi bir akşam yemeği tanıdım, gördüm.

Yemekte çatalım yere düştü. Arkadaşım çok varlıklı olmasına rağmen yaşam şekli filmlerdeki gibi değil. Öyle, hizmetçi, şoför, bahçıvan vs. Varsa da ben görmedim, dedim ya hepsi bir akşam yemeği, ama ben gördüm göreceğimi.

Evet, çatalım yere düştü. Yemeği evdeki kadınlar servis etti ve herkes yerine oturdu. Düşen çatalı getirecek kimse yok, servis elemanı anlamında. Kadınlar da masanın diğer tarafında. Çatalımın düştüğünü arkadaşım ve enişteleri ile birkaç misafir daha gördü.

Arkadaşım, arkadaşımsa da bana çatal getirecek kadar da samimi arkadaşım değildi. O bir veliahttı. Eniştelerine doğru dönerek:

-Biri çatal getirse bari…

Aynı anda masterli-doktoralı, mesleğinin en iyilerinden dört erkek, kendilerinden küçük veliaht kayın biraderlerinin startı ile yerlerinden fırladılar. İkisi geç çıkış yaptıklarından ve göbek ve yaş dezavantajı ile geriye dönerken, diğer ikisi birer çatalla masaya döndüler. İşin ilginç tarafı ise çatalı düşüren ben olmama rağmen çatalı arkadaşıma uzattılar.

Orada ben değildim mesele. Çatal da değildi. Evliliği yaşamının ikinci fırsatı gören kişilerin fırsatta geri kalmama savaşı, pastadan daha çok pay alma savaşıydı belki.

İşte o an verdim kararımı. Ben çatal koşusu yapamazdım. Kondisyonum yetmezdi. Benim için doğru tercih, meslektaşımın annesinin tembih ettiği sözdü:

-Karı malı, at nalı!

Hiç yorum yok: