BRANKO'NUN BEŞ GÜNLÜK MEVZUAT TATİLİ




Uzun bir aradan sonra özlem duyduğum ülkeme, eşim ve çocuğumla beraber tatile gelmenin heyecanı içinde nihayet Antalya Hava Limanına geldik… Gümrük işlemleri için sırada beklerken polis önümdeki Almanlara gülücükler yağdırıyor, Almanca ‘hoşgeldiniz’ diyerek giriş işlemlerini seri bir şekilde sonlandırıyordu… Önümüzde birkaç kişi kalmıştı. Sıra henüz daha bize gelmemesine rağmen bir ara işlem yapan polisle göz göze geldik ve bana ‘sen şöyle ayrıl bakalım’ dedi. Şaşkın ve uysal bir halde sıradan ayrılıp gösterilen yere geçtim. Gülücük dağıttığı Almanların giriş işlemini tamamlayan polis derin bir ciddiyete büründü,

-Ver bakalım şu pasaportunu.. dedi.

Pasaportu verirken dilim döndüğünce kendi vatanımda kendi polisimin sert davrandığını, güler yüzlü davranılmayı en az bir Alman kadar hak ettiğimizi ifade etmeye çalıştım.  Bunları dile getirirken sesimin yükseldiğinin farkında değilim.

-Adın Branko mu? dedi polis.

-Evet.. dedim.

Türkiye Cumhuriyeti kimliğimi istedi, verdim. Bu arada eşim sorun olup olmadığını sordu.

-Beni hapse atacaklarmış.. dedim.

 Bunu söylememle beraber eşim feryat figan  ağlamaya başladı.

-Sustur şu kadını.. diye çıkıştı polis.

-Bunları neden yapıyorsunuz, kendi ülkemizde neden ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutuluyoruz.. diye yüksek sesle söylenmeye başladım.

Polis, Türk kimliğimdeki ismime bakarak,

            -Pasaporttaki ismin Branko, kimlikteki ismin Baranko?

-Size yanlış kimlik vermişim elimde ismi düzeltilmiş Türkiye Cumhuriyeti kimliği var..

            -Yürü bakalım bunları merkezde anlatırsın…

Diyen polis, eşimin ve çocuğumun göz yaşları arasında ellerimi kelepçeleyerek polis merkezine götürdüler.  Daha birkaç saat öncesine kadar, hasretiyle yanıp tutuştuğum güzel ülkemde, ailemle birlikte tatil hayalleri kurarken bir anda kendimi nezarette bulmuştum.

***
Aslında pasaport zaten bir kimlik belgesi. Polise neden T.C.  kimliğimi verdim ki.. Hadi T.C. kimliğimi veriyorum, isim hatası düzeltilmiş olan kimliğimi verseydim. Hatalı yazılmış ve hükümsüz kimliğimi neden yanımda taşırım ve taşıdığım bu hükümsüz kimliği neden polise veririm gibi bin bir soru beynimde dolaşırken nezarete iki kişi daha geldi. Gelenlerden birisinin yüzü gözü kan içinde, diğeri ise biraz daha iyi durumdaydı.  Aralarındaki tartışma ve konuşmalardan, dolmuş şoförü olduklarını, birinin yolcusunu diğerinin alması nedeniyle tartıştıklarını ve kavga ettiklerini öğrendim.

Bir süre sonra içeriye iri kıyım, kel, göbekli bir polis girdi. Nezarete sonradan gelen dolmuş şoförlerine yöneldi ve daha az yaralı olana,

-Bu adamdan şikayetçi misin lan? diye sordu.

Adam,

-Yok şikayetçi değilim komiserim.. dedi.

-Hadi defol git.. dedi polis.

Adam bunu duyar duymaz koşar adım nezaretten çıktı, gitti. Bu sefer yüzü gözü kan içinde, perişan haldeki diğer adama yönelen polis,

            -Giden adamdan şikayetçi misin lan? diye sordu.

Adam,

-Tabi şikayetçiyim komiserim. Yüzümün, gözümün haline baksana ne hale getirdi..

Bunun üzerine polis, şikayetinden vazgeçmeyen adama, öyle bir vurmaya başladı ki, hani neresi denk gelirse misali.. Acılar içinde kıvranan adam sonunda,

-Hayır komiserim kimseden şikayetçi değilim..

 Dediğinde, polis dayak atmayı bıraktı ve

-Hadi o zaman sen de defol git.. Dedi.

Dayağı atan polis, olan biteni hayret dolu gözlerle izlediğimi fark etmiş olmalı ki;

-Yiğenim bak yanlış anlama, Avrupa’dan  geldin, bilmezsin bizim bu pezevenklerden ne çektiğimizi. Böyle davacıyım derler. Dosyasını, işlemlerini yapar hazırlarsın, sonra bir bakmışsın ‘biz barıştık, davacı değiliz’ diye karşına çıkarlar. Bıktırdı bunlar biz… dedi ve sonra üzerime kapıyı kilitleyip çıktı..

***

Geceyi karakolda geçirdikten sonra sabah beni nezaretten çıkardılar.

Komiser;

Gaziantep Nüfus Müdürlüğü’ne, adımın Branko mu yoksa Baranko mu olduğunun anlaşılması için yazı yazacaklarını, cevabın gelmesinin bir ayı bulabileceğini ama istersem yazıyı bana verebileceklerini, elden takip edilmesi halinde cevabın daha hızlı gelebileceğini söyledi. Yazıyı aldım, karakoldan çıktım, durumu anlamakta güçlük çeken eşime, dilim döndüğünce, kısaca yapmam gerekenleri anlattıktan sonra zaman kaybetmeden bir araç kiraladım ve Gaziantep’e hareket ettim.

***
Anamur civarında yol kenarındaki derme çatma tezgahlarda satılan muzu görünce tezgahın birine yanaştım ve bir koçan muz aldım. Satıcı çocuk bir milyon lira mı dedi bir milyon liraya yakın bir para mı söyledi bilmiyorum. Çıkardım bir milyon lira verdim. Arabaya bindim ve yeniden yola koyuldum. Daha tam hızlanmamıştım ki dikiz aynasında, satıcı çocuğun canhıraş bir halde el ederek arabaya doğru koştuğunu gördüm. Arabayı durdurdum. Çocuk nefes nefese, heyecanla yanıma geldi ve,
           
-Abi sen beni mi kandırıyorsun? Verdiğin para sahte..  dedi.

Sahte dediği parayı gördüğümde gözlerim yerinden fırlıyordu.. Çocuğa bir milyon yerine, tamı tamına bin Alman Mark vermişim.. Heyecanla bin markı çocuğun elinden aldım ve cebimden çıkardığım bir milyon lirayı eline tutuşturdum.

-Ne sahtesi oğlum yaa.. Az önce elinde tuttuğun para tamı tamına bin Alman markıydı, hem de en hakikisinden.. dedim.

Satıcının şaşkın bakışlarını geride bırakarak yeniden yola koyuldum. Dikizden son bir kez baktığımda çocuk, büyük balığı kaçırmış olmanın verdiği kederle, başını iki elinin arasına sıkıştırmış öylece oturuyordu…

***

Nihayet Gaziantep’e geldim.. Yol yordam bilen bir tanıdık ile birlikte Nüfus Müdürlüğüne gittik… Doğduğumda, babamın bana Branko ismini koyduğunu, Alman vatandaşı olmadan önce de adımın Branko olduğunu izah etmem ve istenen belgeleri Gaziantep Nüfus Müdürlüğünden edinmem tamı tamına iki günümü aldı..
Getirdiğim belgeleri Antalya polisi nihayet yeterli buldu ve tatilin son günü pasaportuma kavuştum.. Büyük bir coşku ve heyecanla geldiğimiz Türkiye tatili işte böyle göz açıp kapayıncaya kadar geçti…

***

15 yıldır hafızalardan silinmeyecek böyle bir tatile ne dersiniz…İzmir, 21.02.2013

Enver ŞAHİN

Hiç yorum yok: