SECDE BİLE KABUL ETMEZ ALNINIZI!


Geçenlerde Eski Diyanet İşleri Başkanının “dindar sayısı artmadı dindar görünenlerin sayısı arttı!” şeklindeki açıklamasını okuyunca rahatladım. Demek yalnız ben değilim bunu gözleyen.

Şöyle bakıyorum etrafıma, herkes bir faaliyet içinde. Hayır, bir dönüşüm değil bu. Dönüşüme saygı duyulur. Herkesin dönüşümünün kendine göre vardır bir nedeni. Oysa bu iktidarın, gücün el değiştirmesi halinde tersine dönebilecek bir akım, bir davranış biçimi: sadece işyerinde ve sadece çalıştığı zaman Cuma namazına gitmeler, gittiğini amirine gösterme çabaları, konuşmaya “alo” yerine “selamün aleyküm” le başlamalar vs.

İbadetin Allah rızası yerine amirin gözünü boyamak için yapılmış hali. Bahane de hazır: “mahalle baskısı var!” . Aynı işyerinde çalışmamıza karşın nedense benim hissetmediğim mahalle baskısı almış yürümüş. Millet inim inim inliyor baskıdan haberimiz yok.

Bir zamanlar rakı içtiğim halen de davet edilse içeceğim arkadaşlarım işyerinde bambaşka bir kimlikteler. Kimi göreve gittiği yerde imamın yanlışını çıkarıyor, kimi kendini işyerinin camisinde buluyor. Geç kalıp amirinin yanında yer bulamayınca namazdan sonra soluğu amirinin odasında alıyor:

-Efendim, bir hususu arz etmek istiyorum. Bugün geç kalınca Cuma namazını camimizin üst katında kılmak zorunda kaldım. Böyle devam ederse Allah korusun camimiz çökebilir!

Yani cumaya geldim siz beni görmediniz, bir yanlış anlama olmasın!

Hayır, yıllardır her akşam içen ama ramazanda bir gün bile orucunu kaçırmayanlardan değil bunlar. Onlar kendilerince bir mantık oluşturmuşlar öylece gidiyorlar. Ne amirine yaranma dertleri var ne de hükümetin değişmesi ile ilgileri var. Bunlar ise ibadeti sadece amirleri için gösteriş için ve de bu dünya için yapanlar.

Geçenlerde gördüğüm bir manzara ise beni tam anlamıyla dağıttı. O günden beri içinden çıkamadım işin. Belki siz yardımcı olursunuz.

Efendim, biz yedi kişi işe başladık. İki tanemiz hem cumayı kaçırmaz hem de oruçlarını muntazam tutardı. Biz de bir arkadaşla her akşam Eski Galata Köprüsünün altında biramızı içerdik. Balığı ise asla ağlatmaz, rakısız bırakmazdık. Aradan yirmi beş yıl geçti. Her birimiz bir tarafa dağıldık. Fakat facebook sayesinde sanal da olsa tekrar bir araya geldik. Geçen gün gördüğüm manzara tam anlamıyla “nereden nereye” dedirten cinsten.

Efendim, benim her akşam bira içtiğim arkadaşım, Facebook’taki bütün alkollü fotoğraflarını, her biri bir başka bir cami önünde çekilmiş fotoğraflarıyla değiştirmiş. Aynı zamanda da bir cemaate ait internet sitesinde yazı yazmaya başlamış. Bir yazısında da Çamlıca’ya cami yapılmasını savunuyor, başbakanın kelimeleriyle. Diyor ki, cumhuriyetin bir eseri yoktur, Çamlıca’ya bir cami yapılarak cumhuriyet taçlandırılmalıdır!

Bizim cumaya giden arkadaşımız ise itiraz ediyor:

-ABD gelişmişliğini taçlandırmak için neden dev bir katedral yapmadı da ikiz kuleleri yaptı ve aya gitti?

Vallahi biz cumhuriyetin taçlandırdığı bir kurumda işe başladık. Şimdi özelleştirilmiş olsa da cumhuriyetin dev bir imparatorluğa çevirdiği bir kurumda yetiştik. O nedenledir ki şimdiye kadar da cumhuriyetin bir taca ihtiyacı olduğunu düşünmedik.

Hey gidi zaman, sen nelere kadirsin; rakıcıyı dinci, ibadetini yapanı da camiye karşı çıkar hale getiriyorsun.

Efendim, beni şaşırtan bu değişimin boyutlarını anlayabilmek için rakı arkadaşımın diğer yazılarını da okudum. Okudukça şaşırdım, şaşırdıkça utandım insanlığımdan. İnsan denen varlığı neyin bu hale getirebileceğini düşünmeye ise ufkum yetmedi.

Bir defa arkadaşımın yazılarında özgün, kendine ait bir fikre rastlayamadım. Bir televizyon kanalında her akşam tekrarlanan söylemlerin kötü bir kopyası vardı yazılarda. Hem kopya hem de cahilce dini yorumlar. Tamamen bir yerlere bir mesaj veren yazılar kısacası.

Bir yazısında ülkemizdeki “bayan müfettiş” sayısının azlığından yakınıyor arkadaş. Bunu da da asrısaadet devrinde çarşı Pazar denetimi yapan Şifa Bin Abdullah’ı örnek vererek yapıyor. Bayan Müfettişler mi yoksa Bayan zabıta Memurları mı çarşı-Pazar denetimi yapıyor günümüzde, orasını karıştırmış anlaşılan.

Ayrıca kamu yöneticiliğinde yaşanan sorunlara ancak Hz. Ömer anlayışı ile çözüm bulunabileceğini  savunan arkadaşın bu konuda daha somut önerilerini bekliyorum. Örneğin Kamu yönetiminde Hz. Ömer anlayışını egemen kılmak için hangi yasa, yönetmelik ve tüzükte ne gibi değişiklik yapılması gerektiği hususundaki önerilerini sabırsızlıkla bekliyorum.

Arkadaş, bir başka yazısında ise birkaç kilometre öteden günah teşhisi yapıyor. KGS Gişelerinde kuyruklar uzayınca,  en öndeki kişinin kendisi gibi çift KGS taşımamasına sitem ediyor. Hemen en öndeki yolu tıkayan şahsın “kul hakkı yediği için yolu tıkadığı” teşhisini koyuyor. Yani çift KGS taşımayan bütün sürücüler, zan altındasınız haberiniz olsun.

Arkadaşın dikkat çektiği bir başka husus ise, köyünde bayram namazından sonra herkes birbiriyle bayramlaştığı halde büyük şehirlerde bunun olmaması. Düşündüm de Sultanahmet Camiinden bayram namazından çıkan on bin kişiden bayram süresince umudu kesmek lazım. Zira kalabalık arkadaşımın hatırı için birbiri ile bayramlaşacağı, on bin kişinin birbiri ile bayramlaşması da birkaç günden az sürmeyeceği için evdekilerle bayramlaşabilmeleri için bayram süresinin on beş günden az olmaması gerektiği ortaya çıkıyor.

Memleketin bütün meseleleri üzerine kalem oynatan arkadaşımın yazdığı cemaat sitesinin ve televizyonunun dikkat çektiği hususlara değinmemesi tabi ki düşünülemez. Örneğin Balyoz Davası konusunda yazdıkları gerçekten bir ibret vesikası:

-Balyoz Davasında verilen mahkumiyetler demokrasimizin gelişmesi için çok önemlidir. Eğer yargılama sırasında yapılan bir yanlış varsa bu temyiz aşamasında düzeltilir. Yargı süreci tamamlanmadan bu konuda bir şey söylenmemelidir.

Kısacası, tamamlamamış bir yargı sürecinin başında ceza alanları demokrasiyi katletmekle suçlamak serbest ancak yargı süresinde bir yanlışlık yapılmışsa bunu dile getirmek sürecin tamamlanması ile mümkündür.

Sonuç olarak, Allah ile kulun arasına girilmeyeceğini en iyi bilenlerden biriyim. Bu anlattıklarımı yapanlar hakkındaki değerlendirmenin de layıkıyla yapılacağına eminim ama yine de “secde bile kabul etmez alnınızı” demeden alamıyorum kendimi.

2 yorum:

Aynur (Küçük Hala) dedi ki...

Ne ararsın Tanrı ile aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Başı açığa neden türban sorarsın?

Rakı, şarap içiyorsam sana ne
Yoksa sana bir zararı, içerim
Ikimiz de gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür ibadet
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et...
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet.

Işgaldeki hali sakın unutma
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz
Sen anandan yine çikardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.

Neyzen Tevfik'in en sevdiğim şiiridir...Ne çok şey anlatıyor...

Adsız dedi ki...

Ahmet Davutoğlu Diyarbakır'da konuştu
'HER ŞEYİ UNUTURUM, AMA CUMA NAMAZINI ASLA''

Beni uyarıyorlar 5 dakikaya kadar çıkmamız lazım diye. Ama karşımda böyle üniversite öğrencilerini görünce ben her şeyi unutuyorum. Evet her şeyi unuturum ama Cuma namazını asla unutmam"
12 den tutturdun