KÜTÜPHANELERİ DE SATIN GİTSİN!

Kütüphaneye gitme alışkanlığım eskidir. Özellikle yatılı okuldaki çarşı izinlerimde, iki ansiklopediyi baştan sona okuduğum gibi milliyet çocuk serisi, Kemalettin Tuğcu kitapları gibi birçok kitabı  gittiğim ilçe kütüphanesinde okudum
Ne zaman ki istediğim kitabı alacak kadar para kazanmaya başladım, bir daha da kütüphaneye uğramadım. Ta emekli oluncaya kadar.
Bgün yaşadığım yerdeki iki kitapçıda da aradığım kitabı bulamayınca, kütüphaneden yararlanmaya karar verdim. Üye olmak gerekiyormuş.
Elimde nüfus cüzdanımla kütüphaneye vardım. Kulağında kulaklık, gözü ekranda olan bir hanım görevli isteksizce kulaklığını çıkardı. Önünde bir koltuk bulunmasına karşın beni buyur etmeden kaydımı yaptı. Bu süreyi ayakta, “kaymakamın karşısında elinde kasketle bekleyen köylü” pozisyonunda durarak geçirdim.
Kayıt bittikten sonra, “üst kat yetişkinler bölümü, istediğiniz kitabı orada bulabilirsiniz” dedikten sonra aceleyle kulaklığını yeniden taktı. (Bu arada alt kattaki çocukların tamamı da kulaklarında kulaklık önündeki ekrana bakmaktaydı).
Üst katta görevli masası boştu. Kütüphaneden yararlanmakta olan iki yakın gözlüğü takmış hanıma kitapların neye göre sıralandığını sordum, bilmiyorlarmış. Uzun uğraşlar sonucu, kitapların yazar soyadına göre sıralandıklarını ancak araya bir sürü başka kitabın da gelişigüzel konulmuş olduğunu gördüm.
Yakın gözlüklü hanımlardan biri, “aşağıdaki görevlilere sorun aradığınız kitabı, yardımcı olmak zorundalar” dedi.
Tekrar aynı hanıma gittim. Bu sefer hışımla çıkardı kulaklığı.(Seyrettiği filmi en heyecanlı yerinde kestim herhalde) Beni karşı taraftaki kütüphaneci hanımlara yönlendirdi.
Oradaki iki kütüphaneci hanım da kulağında kulaklıkla önündeki ekrana bakmaktaydılar. Güç bela bana dönmelerini sağlayabildim. İstediğim kitabı söyledim. Fakat yazarı (ki Milen Kundera) iki defa kitabın adını da üç defa tekrar etmem gerekti. Sanırım kütüphaneci hanım, yazarı ve kitabı ilk defa benden duyuyordu.
Baktı, yokmuş. Daha sonra sorduğum iki değişik yazara ait kitaplar da önündeki ekranda bulunamadı.  Ben ayrılırken o da sabırsızca kulaklığına yapıştı tabi ki.
Şimdi, bu yıllar sonra yaşadığım kütüphane deneyimi, “emekli olup bir sahil kasabasına yerleştim” cümlesindeki sahil kasabalarının en büyüğünden birinde geçiyor. Varın siz düşünün memleketin gerisini.
Diyelim şikayet ettim, ne faydası olacak? Zaten ortada bir disiplin suçu yok. Kaldı ki, şikayetin emekliliği yaklaşmış kütüphanecilere kitap ve insan sevgisi aşılamaya faydası olacağından da kuşkuluyum.

Tabi ki genelleme yapmak, bir meslek gurubunu kötülemek veya karamsarlık yaratmak değil amacım. Ancak gördüğüm tablo bu.
Kaldı ki, 28 Yıl içinde bulunduğum “kamu ortamı” da bundan farklı değildi ve gerek çalışan gerek de yönetici  statüsündekilerin en basit sorunlara çözüm aramak yerine basit bir reçeteleri vardı:
-Beyim en iyisi özelleştireceksin, kurtulacaksın!
Dedikleri gibi de oldu, kurumları özelleştirildi. Şimdi gittikleri yerlerde, itilip-kakılırken ve gelirlerini/statülerini  kaybettiklerinde de hala aynı reçeteye inanıyorlar mı bilmiyorum.
Ama bugün yaşadıklarımı  anlattığım insanların da çoğu eminim aynı fikirdedir:
-En iyisi satıp kurtulmak!
Peki, ne olacak?

Hiç, bu ülkenin kütüphanelerinde yetişmiş insanlara lazım olan uyduyu, başka ülkenin kütüphanesinden yararlanan insanlar uzaya gönderecek. Bizimkiler de bu sayede birbirine gülücük göndermeye devam edecek.

Hiç yorum yok: